İNSAN, tabiatı gereği
kararlı, durağan ve rahat olmak ister. Kalıcı olduğu yeri yurt ve esas memleket
olarak görür. Evrendeki her madde, en kararlı ve minimalist durumu tercih etme
eğilimindedir.
Kalıcılığın
sürdürülebilir olması korkudan ırak olmakla mümkündür. Korku, aklı başında olan
insanın yabancı yeri; ümit ise, anayurtlarından birisi olarak görülebilir. Bu
minvalde İstiklâl Marşı’mızın “Korkma” hitabı ile başlaması manidar bir
devrimdir.
Korkusuzca,
akıllı bir şekilde yapılan her kalıcı yurt, aslında evrende her şeyin her şey ile
bağlantılı olduğunun bir göstergesidir. Her şeyin her şeyle bağlantılı olması,
ancak bir gerçeğin başka bir gerçek ile tam uyumlu olmasıyla mümkündür.
En
azından evrendeki fennî olayların matematiksel ifadelerine bakıldığında aynı
formda oldukları görülebilir. Bir yay ucuna asılı kütlenin ileri-geri hareketi,
dairesel hareket, duyu nöronu dentritten motor nöronu aksona geçiş hareketi, canlı
hücrelerde hücre membranının içi ve dışı arasında potasyum ve sodyum iyon
giriş-çıkışları ve elektronik devre gibi sınırsız sayıda sistemin matematiksel
gösteriminin birbiriyle uyumlu olması örnek olarak görülebilir.
Bu
tür fen olaylarının sosyal yansımalarına da bakılabilir. Ancak sosyal,
toplumsal olayların büyük çağlar boyunca bir birikim neticesinde olduğu
düşünüldüğünde, Avrupa’daki toplumsal olayları kendi arasında, Asya ve Afrika
gibi diğer kıtalardaki toplumsal olayları da kendi arasında değerlendirmek daha
doğrudur. Zira artık bu coğrafyalardaki insanlar yerleşik hayatı kabul edip
kararlı hâle geçmişlerdir.
Günümüzde
bu tür toplumsal olaylara Batı ve Doğu olarak örnek verildiğinde, Batı’nın bazı
olayları Doğu’da, Doğu’nun da bazı olayları Batı’da karşılık bulmamaktadır.
İnsanın farklı yansımaları olarak görmek doğrudur. Bu sanki iki gerçeğin
birbiri ile uyumlu olmadığı algısını gösterse de hakikat tersi yöndedir. Yani insanoğlu,
yaşadığı yeri sahiplenmekte olduğu gerçeğinin ta kendisidir. Bu durum da
konumuz gereği insanın kararlı ve durağan olma hâliyle uyumludur.
Bir
bahçenin farklı çiçeklerinin olması ne kadar güzel ve hoş ise, her insanın algılama
ve anlama düzeyinin aynı olmaması da o kadar mantıklıdır. Zira her insanın
farklı fıtrat, farklı kabiliyet ve farklı meslek edinmeye meyilli olması da o
kadar akla uygundur.
Bu
nedenle dünya, evren/kâinat ve insanın yapısı ne kadar iyi bilinirse, gerçeği
anlamak da bir o kadar kolaylaşır. İnsan iç ve dış âleme sahip olduğundan, onun
daha detaylı ve özel bir yapıda görülmesi aklın gereğidir. İnsanın beş dış duyu
organı, onun çevresini algılama ve anlamada bir ölçü olarak görülmektedir.
Benzer şekilde beş adet iç duyu da böyle görülmelidir.
Dolayısıyla
insanın bu on adet duyu organını lâyıkıyla kullanması için aklını istenen
düzeyde kullanmaya ihtiyacı vardır. Düşünmek ve akıl erdirmek genelde zor ve
emek isteyen bir süreç olduğundan, aklı kullanma kılavuzu elzemdir.
Aklı
kullanmak için kıyas ve olayların çevre ile irtibatı ve sosyal olaylar gibi çok
sayıda durumun delile dayalı olarak bilinmesi önemlidir. Delile dayalı olmadan
elde edilecek bilgiler şüphe barındırabilir. Delile dayalı her bilgi gerçekle
uyumludur. Gerçekle uyumlu her bilgi de evrenle ilişkilidir.
Dolayısıyla
bilim, algılama ve anlamada insana yardımcı olarak görülmelidir. Bilimin ve
bilimsel verilerin herhangi bir ideolojinin şemsiyesi olmayacağı derk
edilmelidir. Delile dayalı her bilginin kadim bilgi ve gelenek ile çelişmesi
mümkün değildir.
Bilgi
edinmenin farklı yolları vardır. Hangi yoldan bilgi edinilirse edinsin, mutlak
gerçek ile uyumlu olacaktır. Bilim, bir konuya odaklanıp orası hakkında kıyas
yoluyla veri topladığından delile dayalı bu verinin gerçek ile çelişmesi mümkün
değildir.
Bilimsel
veriler, bilimle uğraşanlar tarafından yorumlandığı için yorumlama sürecinde
yorumlayanın kişisel ve politik görüşleri yorumun içine karışabilir. Bunu o
konuda uzman kişiler rahatlıkla görürler. Bu nedenle bilim insanlarının
bilimsel verileri yorumlarken katkıladıkları kendi dünya görüşleri bilimin
görüşü değildir.
Böyle
bir duruma iki örnekle açıklık getirmek gerekir: Stephen Hawking, Isaac
Newton’un varisi olarak görülmüştü. Newton, İngiliz Kraliyet ailesinin Hıristiyanlık
görüşünü dünyaya yaymak için fizik bilimini kullanma noktasında son derece
sadık kalmıştı. Benzer durum Stephen Hawking için de geçerlidir. Stephen
Hawking, kitaplarında genellikle bilimsel veriler üzerinden yorumlar yazarken
ara ara “Bir yaratıcıya gerek var mı?” gibi insanın aklında şüphe uyandıracak,
kasıtlı ve bilinçli cümleler kurar. Bu durum Stephen Hawking’in kendi
görüşüdür, fizik biliminin değil.
Bu
durumu nereden anlıyoruz? Max Planck gibi bazı bilim insanlarının “Bilimsel
veriler yorumlanırken bilim insanları kişisel görüşlerini yorumun içine
katarlar” ifadesinden çıkarmak mümkündür.
Benzer
bir durum sosyal olaylarda da karşımıza çıkmaktadır. Bilim insanının, verilerin
ne ortaya koyduğunu açık etmesi gerekir. Sosyal olaylarda bireyin kendi görüşü
ile uyuşmayan durum peyda olduğunda bocalamaya ve bilim dışı enstrüman çalmaya
başlamaktadır bu tipler.
Sosyal
ve siyasal tercihlerde Batı ile Doğu’nun referansları farklılık arz edebilir.
Diğer bir ifadeyle, bu farklılığın kaynağı olarak “farklı değerler”
görülebilir. Toplumun genelini ilgilendiren tercihlerde sosyoloji ile
uğraşanların bunu doğru analiz etmeleri beklenir.
Bir
sosyolog kendi görüşünün aksi yönünde toplumsal bir olay gerçekleştiğinde bunun
nedenleri noktasından olayı incelemelidir. Ondan bu beklenir. “Toplum yanlış
yaptı” demek, ideolojik davranmaktır. Bu ise bilimsel bir tutum olmayıp, Newton
ve Hawking gibi davranmaktır, Max Planck gibi değil.
Toplumun genelini ilgilendiren olaylarda bireyler kuantumlu yani belirsizlik içeren tutum içerisinde olurlar. Bireyi suçlamak akıl kârı değildir. Olayın neticesini etkileyen faktörler delilleriyle ortaya konulmalı ve toplum adına faaliyette bulunacak yürütme sahiplerinin buna göre evirilmeleri gerekir. Oysa bazı durumlarda toplumu suçlayan ve bilim dışı oluşum ve yorumları yapan bilim insanlarına şahit oluyoruz. Neticede bir bilim insanının konaklama yeri bilim/ilim, terk edeceği yer ise cehalet mekânı olmalıdır.