KÜÇÜK şehirlerde bile bir ailede iki veya üç otomobil sıradan oldu. Kaldırımlar esnafın ürünleriyle daralırken yollarda da otomobil kirliliği oluştu. Sağlı sollu otomobil park etmeler sıradanlaştı. Bu şekilde gidecekse Avrupa Birliği’ne almasınlar, daha iyi. Gerçi alınacağına inanmıyorum da…
Kafe, kahvehane ve içecek yerleri gençlerle dolu. Genç nesil bu yaşlarda kütüphaneleri dolduracağına büyük oranda eğlence yerlerini dolduruyor. Vize ve final sınavları dönemlerinde kütüphaneler iki haftalığına dolarken, önce ve sonrasında sinek avlanıyor. Kütüphanelerde de belli düzeylerde kitapların yer alması işin başka bir boyutu. Gençlere örnek oluşturanlarsa niceliği esas alan yetişkinler ve politik oluşumlar ile kamuda yer edinmeler.
Şehirler köy ve göçmenlerden gelenlerle iyice kalabalıklaştı. Kaldırımlarda sıcak havalarda yürümek neredeyse imkânsız oldu. Gelir düzeyinin yükselmesinin daha ferah ve huzur dolu bir ortama insanlığı taşıması gerekirken tersinin olması anlamlı değil.
Anlamlı bir hayat tarzından ziyade hızla taleplerin ve ihtiyaçların karşılanmasına odaklanılmış bir anlayış peyda oldu. Bunlar olurken, takip edilen yok. Kültür ve gelenekten ziyade zenginlik ve imitasyona özenti oluştu. İttifak, marifet ve sanat silahıyla ihtilaf, zaruret ve cehalet düşmanının yenilmesi sekteye uğradı. Bu durum insanın hazır lezzeti müstakbel lezzete tercih ettiğinin anlamını taşır.
Hazır lezzet daha çok para, makam, arsa ve otomobil gibi fânî maddî şeyler olduğundan, Filistin’in kanayan yarasına “Dur” diyebilecek Müslüman ülkelerin fiilen harekete geçmeleri mümkün olmadı.
Maddî varlığın tercihi sadece zaruretin karşılanmasına odaklanıldığında, mânâ gözleri kör olduğundan gaflete duçar bir hâl kaldı. Gözleri maddeye açık ve mânâya kapalı bir anlayış geleneksel ve kültürel oluşumları da kör etti.
Bir dönem Müslümanların darbe ve muhtıralarla bastırıldığı yerden iktidar olmaya terfi etmeleri, muktedir olunmasını beraberinde getirmedi. Niceliğin egemen olduğu kayıktan sahil-i selâmete çıkış mümkün olmadı. Çünkü çağın alâmetleri hayatın gidişatına yön veriyor, insanlar buna direnemiyor.
İnsanın astronomi ve anatomi noktasında bilim ve ilmin mihmandarı olması gerekir. Bilim ve ilim önemli değerlerin ayakta tutulmasını sağlar. Eylem, amel ve ibadetlerin ilme dayandığı ve ilim ile ayakta durduğu bir ortamda, şehrin otomobil kirliliği, kaldırımların işgal edildiği, kafelerin sadece mideye hitap ettiği bir ortamda ibadetlerin ilimden mahrum olması amel ve eylem direğini yıkıyor. Yıkılan direkler toplum ve gençliğin üzerinde ateist ve deist yıkıntılar oluşturuyor.
Bizim gibi toplumlarda çocuklar ilkokula başlamadan önce kursa gönderilir ve Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenirler. Eylem ve amel ilim ile desteklenmediğinden, erişkin birey hâline gelen çocukların arasından azımsanmayacak derecede deist ve ateist türer.
Kur’ân-ı Kerim’i okumayı öğrenen çocuk, astronomi ve anatomi gibi bilimlerden uzaklaştıkça farklı kanallara gider. Burada anatomi ve astronomiyi bir sembol örnek olarak verdik. Fen ve sosyal bilimlerin birlikteliği asıl maksadımız. Dememiz o ki, sözün eylemle sınandığı bu hayatta eylem ve ameli ayakta tutan bilimin, ilmin ihmâl edilmesi ve hayatın merkezine konulmaması, beraberinde büyük sorunları da getirmektedir.
Sadece nicelik esas alınarak yapılan her eylem yıkılmaya mahkûmdur. Nicelik, ehliyet ile liyakatin düşmanıdır. Batı dünyası bütün dünyaya bunu pazarlamıştır ancak kendisi ehliyet ve liyakati niceliğin önüne geçirmeyi başarmıştır. Batı’nın Müslüman ülkelerden ileride olmasının en büyük nedeni budur.
Hayatın devamında sürdürülebilir güç olmanın, gerektiğinde de gaza ve frene basmanın mihenk taşı, kalite ile keyfiyete bağlıdır. Bu iki temel olgunun sürdürülebilir olması, bilim/ilim eksenli eylem ve ibadete bağlıdır. Cehaletin en büyük düşmanı bilim/ilimdir. Bunların başta gideni de fen bilimleridir. Toplumun fen bilimlerinde geri kalması, ibadetin keyfiyet ve kalitesini de düşürür.
Bu tip konularda doğru ölçü, dinde hassas olup aklî muhakemede tam olmaktır. İkisinden bir tanesi eksik olduğunda istenen sonuca erişilemez. Bugünkü sorun, her iki durumda da noksan duruma düşülmesidir. Bedene bağlı ve fânî olan akıl şekil alıp insanı yönlendirebilir. Maalesef çevremizde ses, gürültü ve görüntü kirliliği varsa, bunun en büyük nedeni aklın şekil alamamasıdır.
Şekil almamış akıl ne Gazze’de soykırıma “Dur” diyebilir, ne Müslümanların lideri olabilir. Güney Afrika Gazze için fiilî adım atarken Riyad Hükümeti bir şey yapamamıştır. İşte nedeni buradan ileri gelir. Yani Müslüman toplumlar ve ülkeler akıllarına şekil vermelidirler. Günümüzde Batı’nın aklı ile teknik işler yapılıp Müslüman ülkeler şekillendiriliyor. Bu nedenle başımız dertten kurtulmuyor.
Bu durumun aksi yönüne savunma sanayii teknolojilerinde akla şekil vermek örnek gösterilebilir. Ne kadar getirisi olduğunu tartışmak bile abestir. Emeği geçenler, takdiri sonuna kadar hak ediyorlar.