Akıl, zekâ ve mantık yönüyle çocuk

Çocuk, sahip olduğu zekâsını aklî kullanabildiği ve mantık süzgecinden geçirme becerisi gösterebildiği takdirde insanî sorumluluğunu yerine getirmiş olacaktır.

İNSAN, yeryüzüyle tanışması ve içine doğduğu ortama, gelişmelere uyum sağlayabilmesi ve olumlandırabilmesi için, doğuştan sahip olduğu aklını kullanabilmesi ve zekâsını aktif hâle getirmesiyle birlikte mantıksal bir bakış açısına da ihtiyaç duyacaktır. Bu üç kavramın ayrı ayrı ele alınmasıyla konunun daha iyi anlaşılacağı muhakkaktır.

Akıl

Her canlı kendi becerisiyle olgu ve olaylarla bir ilişki, bir bağ kurmaya, olup bitenleri tanımaya, anlamaya çalışır. Tanıma; bir arayış, arzu, tutku, büyülenme, şefkat ve sevgi gibi duygu yaratma eylemi, dünyaya yönelme veya yöneltme hareketidir. Anlaşılma isteği ise, kendi dışında kalanın çekim alanına girme arzusu ve iradesidir.

Anlama ve anlaşılmayı istemek, başlı başına bir irade meselesidir. Akıl, insanın Yaratıcısıyla, yaratılmışların bütünüyle, varlıklar âlemindeki sebep-sonuç ilişkisiyle, kısaca ilimle, insanın kendi iç dünyasıyla bağ kurmaktır. Bu açıdan bakıldığında akıl, anlamlandırma ve idrak etme melekesi, yüksek idrak gücünün nesnelleşmesi ve sosyalleşmesidir. İnsanın akıl sahibi oluşu, onu diğer varlıklardan ayıran önemli özelliğidir. Bir cevher olarak insanda var olan akıl, işlevsel oluşuyla önem kazanır.

Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı şeyleri düşünen akıl, müşahede ve vehmedendir. İlmi arttıkça ufku ve gücü artan akıl, görülen ve görülmeyen, bilinen ve bilinmeyen şeyleri keşfeder. Bilimselliğin vazgeçilmezi olan akıl ve mantığın prensipleri, eşyaya uygun düşünmeyi ifade eder. O takdirde akıl, insan idrakinin eşyaya intibakıdır.

Akıl, insanlığın yaratılıştan sahip olduğu bir unsurdur; hattâ insanın fizikî yapısından önce aklının yaratıldığı bildirilmektedir. İnsan anne karnına düşer düşmez çevresini anlamaya, keşfetmeye programlanmıştır. Bilimselliği artan insanın aklı kullanma yetisi de artmaya devam edecektir.

Akıl ve irade yetilerinin kullanılması, tutkuların yücelmesini sağlar. Akıl hem mevcut duyguyu aşan alanları, hem de geleceği idrak eder ve bu kapsayıcılığıyla tabiatı etkiler. İnsanın karar verme mekanizması olan akıl, sahip olunan bilgileri değerlendirerek doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayıran karar merciidir. Bunu yaparken insanın yaratılışında var olan vicdanın sesini de dinler.

Akıl sayesinde insanoğlu, yaratılmışların varlığını fark etme ve inceliklerini görebilme fırsatını yakalayabilmiştir. Akıl, insanın duyduklarını, gördüklerini ve düşündüklerini süzgeçten geçirip doğruluğu ve insanlığa yararı konusunda önceki bilgilerine dayanarak yargıya varmasını sağlayan bir insanî vasıftır.

Akıl, bilim, duygu ve düşünce gibi temel insanî unsurları dikkate almayan ve bunlar üzerindeki insanın hakkını gözetmeyen eğitim, insana hizmet etmez.

İnsan zihni doğruyu yanlıştan ayırt etme gücüne sahiptir. Bunda akıl ve deneyler etkendir. Akıl, insanın karşılaştığı durumları zihinsel, duygusal, ruhsal destekle süzgeçten geçirip denge unsuru oluşturan yanıdır. Doğru ve yanlışın doğru ya da yanlış olduğunu tespit edecek en önemli ve tek yol, insan aklıdır. İnsan, edindiği yeni bilgileri kabul veya reddetmeden önce akıl süzgecinden geçirmelidir. Tatmin olmadığı noktada, mevcut bilgi altyapısı yetersiz demektir. Bu açıdan bakıldığında zekâ hammaddeyi oluştururken, akıl, mamul maddeyi meydana getiren süreçte kendini gösterir.

Aklı kullanmak için öncelikle bilmek gerekir. Bilgi edinmek, insanın yükümlülüğüdür. Nesneler duyu organları algısıyla bilinebilirken, bilinmeyenleri bilme konusunda aklın egemenliğine ihtiyaç vardır. Tamamen algı ve duyumlara bağlı olan nesnel görüşler, tartışma götürmez düzeyde sonuçları belirlenmiş tespitlerdir. Kesin sonuç elde etmenin mümkün olmadığı öznel görüşler (aşk, ahlâk, inanç vs.) insanın yaşadığı çevreye, içinde bulunduğu kültüre göre değişiklik gösterir ve her zaman tartışmaya açıktır.

Aklı kullanmasını bilmeyen insan, çeşitli güç odaklarının hizmetkârı olur ve sefillikten kurtulamaz. Akıl, hür irade ile bilme, verilere dayalı düşünme ve içselleştirerek değer üretme işidir. İnsanlığın huzur ve refahı için aklın yeniden keşfedilmesine ihtiyaç vardır.

Anlama ve kavrama gücü olan akıl, kendi ürünü olan düşünce ile birleşince insana artı değer katar. Mevcûdu geliştirme ve değiştirme yönünde ufuk açar. Aklın dogmatik düşüncelerle sınırlandırılması, insanı insanî olmaktan çıkarır, başka güçlerin güdümüne sokar. Akıl dışı dogmatik düşüncelerin yetişmekte olan nesle dayatılması, itaat kültürünün gelişmesine hizmet edecektir. Bu da yeni yetişmekte olan genç neslin, kendilerini insanüstü statüye büründüren, insana hükmetmekten aşırı haz duyan bağnaz kişilerin elinde heder olmasına neden olur.

Aklın hâkim olduğu eğitimde, adalet duygusu ve insanî duyarlılık kendini gösterecektir. İnsan aklının gelişmesi, insanî yaşantıya hizmet edecek ve aydınlanmanın ilerlemesini sağlayacaktır. Bu da insanın kendini geliştirmesi ve eğitmesiyle mümkündür. İnsan aklının gücüne ihtiyaç duyan, bu gücün eyleme geçmesine imkân sağlayan eğitim, bireyin gelişim ve özgürlüğüne hizmet edecektir.

Akıl, bilim, duygu ve düşünce gibi temel insanî unsurları dikkate almayan ve bunlar üzerindeki insanın hakkını gözetmeyen eğitim, insana hizmet etmez. 

Zekâ

Zekâ, insanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve yeteneklerinin tamamı, dirayet, anlayış ve feraset olarak tanımlanmaktadır (TDK). İnsanların her biri farklı kapasitede olsa da belli bir zekâ potansiyeli ile dünyaya gelir. Doğuştan herkeste var olan zekâ kapasitesi, yaşanılan çevre ve edinilen bilgi altyapısına paralel olarak gelişebilir. Zekânın etkisi, fiiliyata geçmesi ve nesneye damgasını vurmaya başlamasıyla ortaya çıkar.

Kişinin kendi duygu ve düşüncelerinin farkındalığından kaynaklanan zekâ dürtüsü insanı bilinçli kılar. Sezgiler diri, duygu ve düşünceler bütünleşik olduğu takdirde hayata anlam katar. Zekânın özü, var olanı algılama kapasitesi ise, eğitim de bu kapasiteyi uyandıran unsur olmalıdır.

Eğitim, zekânın uyanışına etki ediyor, davranış kazanımını olumlu yönde besliyorsa, hayata anlamlı katkısı olur. Çocukların içinde var olan merak ve sorgulayıcı ruh, aile içinde ve eğitim kurumlarında destek gördüğü müddetçe canlılığını koruyacaktır. Her insanda farklı olan potansiyelin ortaya çıkması, yaşanılan toplum, karşılaşan olay ve durumlar, bulunabilen imkân ve özellikle de kendisini ifade edebilme fırsatı yakalanabilmesiyle doğru orantılıdır.

Kavramları, nesneleri, olayları algılama ve anlama, bunlar üzerinde düşünerek yorum yapabilme gücü olarak izah edebileceğimiz zekâ, tek başına bir şey ifade etmez. Var olan zekânın işe yarar hâle gelebilmesi için aklın devreye girmesi gerekir. Akıl ve zekâ genel olarak aynı kavramlar gibi algılansa da birbirinden ayrıdır. Akıl ile zekâ arasında fark şudur: Akıl duygudan bağımsız çalışırken, zekâ hissetme kapasitesine sahiptir. Zihin ile kalp bilgi ile bastırılır; acının nedeni örtbas edilirse yaşam anlamsızlaşır. Bireyin duyguları, yaşama yüklediği anlam doğrultusunda biçimlenir.

Zekâ seviyesi yüksek olan birinin akıllı hareket edemediği, doğru-yanlış, iyi-kötü, yararlı-zararlı ve benzer durumlar arasında gerekli dengeyi kurup en doğru ve verimli sonucu almayı beceremediği görülebilir.

Tembel veya geri zekâlı çocuk yoktur; zekâsını ortaya koyabilmek için uygun ortam bulamayan, kendisine fırsat verilmeyen çocuk vardır. Ayrıca zekâ alanları her çocukta farklılık arz eder. Hangisinin, hangi zekâ alanının baskın ya da düşük seviyede olup olmadığı bilinmeden karar vermek pek bilimsel olmayacaktır. Her çocuğa tek düzeyde sunulacak sorulardan alınacak sonucun, tavşan ile kaplumbağanın karada, kartal ile koyunun sarp kayalıkta, balıkla kuşun suda yarıştırılmasından alınacak sonuçtan farklı olmayacaktır.


Mantık

Doğru düşünmenin yolu ve yöntemi olarak belirtilen mantığı TDK, felsefî açıdan, “düşüncenin ve düşüncenin varlık biçimlerinin, öğelerinin, türlerinin, olanaklarının, yasalarının ve düşünce bağlamlarının bilimi” olarak tanımlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, bilinmeyenler ile bilinenlerin kıyaslanması konusunda insanın mantıksal düşünceye ihtiyacının olduğu ortaya çıkacaktır. Bir şey üzerinde “Acaba?” tereddüdü oluştuğu an, mantık devreye giriyor demektir.

İnsanın olgu ve olaylar karşısında bilinçli bakabilmesi ve sağlıklı karar verebilmesi için mantıksal yaklaşıma ihtiyacı olacaktır. Mantık, sadece bilim yapanlara değil, doğru ve yanlışı ayırt edebilmesi için herkesin ihtiyacı olan bir kavramdır.

Mantık, olanı değil, olması gerekeni arar. Mantık sayesinde denge oluşturmak kolaylaşır. Mantığı, olgu ve olayları ilmin ışığında süzgeçten geçiren, insanî değerleri ön plâna alıp evrenin özü olarak insanı gören, bireysel şuur sayesinde ebediyete ve tükenmezliğe giden yolun peşinde giden olarak ele almakta yarar vardır.

Akıl bu merhalede insanın kişisel yararı ya da zararı yönünde kendini gösterir. Zeki ve yüksek idrak seviyesi ile doğan insanın ilk başta mantığın kanunları ile ilgisi yoktur. Zamanla sosyal çevrenin alışkanlıkları ve etkisi, insanı mantığın alanına çekebilir. Bu çekişe daha fazla fırsat vermeyecek olan zekâ, renkleri, şekilleri, sesleri kendi benliğinde aramaya başlar ve tabiatı kendi isteğine göre hareket ettirir. Bu, insanın “ben” olma dürtüsüdür aynı zamanda, eşyaya kendi damgasını vurma isteğidir.

İnsan önce zeki olarak doğar, sonra mantık değerlerini edinir. Zekâ, insanoğlunun doğuşundan itibaren sahip olduğu bir niteliktir. İnsan mantığının önceleri ortak bir mantık olarak başlayıp gelişerek yavaş yavaş bireyselleştiği ve özgürlük havasına girmek için çırpındığı gözlemlenmiştir.

Sonuç olarak denilebilir ki, çocuk, sahip olduğu zekâsını aklî kullanabildiği ve mantık süzgecinden geçirme becerisi gösterebildiği takdirde insanî sorumluluğunu yerine getirmiş olacaktır.