ÜLKEMİZİN
Suriye’de askerî operasyonlar yapmasının yanı sıra buraları yeniden inşâ
edebilmek için ciddî altyapı çalışmaları yürütüyor. Libya’da ise meşru hükûmeti
destekleyen ülkemiz, son olarak Akdeniz havzasında doğalgaz ve petrol arama
çalışmalarına hız verdi.
Libya, Suriye ve Irak’ta insansız
hava araçları ile yürütülen operasyonlarda istediği sonucu alan ülkemiz, her
başarılı operasyondan sonra faaliyet gösterdiği bölgede etkinliğini biraz daha
arttırdı. Suriye ve Libya’da üstlendiği misyonla âdeta koruyucu bir güç hâline
gelen ülkemiz, operasyonel yeteneklerini de fazlasıyla geliştirdi.
Operasyonların başarıya ulaşmasında
hiç şüphesiz yerli ve millî teknolojiyle üretilen silahlar büyük önem arz
ediyor.
Bu gerçekten yola çıkan uzmanlar,
ülkemizin gerek Libya, gerekse Suriye’de oynadığı rol ve Akdeniz’deki stratejik
hamleleriyle Akdeniz’de ciddî bir güç hâline geldiği konusunda hemfikirler.
ABD’nin dış politika konusunda
önceliğini Çin’e yöneltip Orta Doğu’daki askerî ve operasyonel faaliyetlerini
minimize etmesi ve AB’nin kendi içindeki güç mücadelesi dolayısıyla bir bütün
olarak Akdeniz’de bir politika geliştirememesi gibi nedenlerin ülkemizin
etkinliğini arttırmasında rolü olduğunu düşünen bazı Avrupalı analistler,
ülkemizin yıkıcı bir aktör olduğunu düşünseler de NATO üyesi olmamız, özellikle
mülteciler ve Orta Doğu’daki çatışmaların sosyal yansımalarının azaltılması
noktasında AB için jeopolitik ve jeostratejik bir rolümüzün olması gibi
nedenlerle ülkemizin göz ardı edilerek Akdeniz’de herhangi bir projenin yaşama şansının
olmadığını biliyorlar.
AB, her ne kadar ülkemiz ile
uyuşmazlık yaşasa da bölgede Rus etkisindense Türk etkisinin artmasından yana.
Çünkü Avrupalılar, Rusların Suriye’de elde ettiği hava üsleriyle
yetinmeyeceğini, Libya ve bölgedeki diğer ülkelerde de askerî üsler kurmayı
hedeflediğini ve elde edeceği bu üslerle enerji koridorlarını tehdit edeceğini
düşünüyorlar.
Daha önce Rusya ile yaşanan doğalgaz
krizi nedeniyle enerji koridorlarında artacak Rus etkisinin AB’nin enerji
politikalarına ciddî zarar vereceğini, ayrıca AB’nin güvenlik mimarisini tehdit
edeceğini düşünen Avrupalılar, Akdeniz’de karşıt ittifaklara itebilir
korkusuyla ülkemizi doğrudan karşılarına almak istemiyorlar.
Akdeniz’de rol almak istemesine
rağmen kendi içindeki güç mücadeleleri nedeniyle etkili politikalar üretemeyen
AB, aslında Akdeniz’de ülkemizin de etkili olmasını istemiyor. Çünkü bölgede
ülkemizin etkisinin artmasıyla ülkemizin liderliğinde İslâmî bir ittifak
oluşabileceği korkusuna sahipler.
İslâm dünyasındaki parçalı yapı
nedeniyle şimdilik bu olasılığı uzak bir ihtimâl olarak görseler de
zihinlerinin bir köşesinde bu gerçek her zaman dipdiri duruyor.
İç çekişmeler nedeniyle tek bir
Akdeniz politikasına sahip olmayan AB, kendi içinde bölünmüş durumda.
Yunanistan, Fransa ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ülkemize karşı dururken,
Akdeniz’e kıyısı olan İtalya, Malta ve İspanya ise doğrudan ülkemizi
karşılarına almıyorlar.
AB içerisindeki parçalı yapı
nedeniyle Mısır ve İsrail ile anlaşma sağlayan Yunanistan ve Fransa ülkemizi dışlarken,
Yunanistan ve Fransa’nın dışlama politikalarına destek vermeyen ve şu an AB’nin
dönem başkanlığını yürüten Almanya ise, ülkemizi AB’ye oldukça yakın tutmaya
çalışıyor. Hiç şüphesiz bunda Fransa ile giriştikleri güç mücadelesinin payı
büyük.
Ama Almanlar, bölge istikrarı,
enerji koridorlarının güvenliği ve AB güvenlik mimarisinin geleceği açısından
Türkiye’nin dışlanmasının mümkün olmadığını da biliyorlar.