Akdeniz Zaferi

Akdeniz Savaş’ını biz 29 Ağustos günü kazandık. Artık o günden sonra karşımızdaki güçler, Mavi Vatan’dan bir karış su sahası kazanamayacaklarını yaşayarak öğrendiler. Şimdi top bizde. Yapılacak şey, navteksleri Akdeniz’den Ege’ye doğru yayarak adım adım “Adalar Denizi”ni fethetmektir. Nitekim Sakız Adası Navteksi, bu yeni sürecin ilk işaret fişeğidir. Bu navtekslerin yakında notaya, ardından da önce hukukî ve siyâsî sonunda da askerî bir hamleye dönüşeceklerini öngörüyorum…

DOĞU Akdeniz’deki sıcak  gelişmeler,  gerek Türk gerekse dünya kamuoyunda, “Acaba Akdeniz’de bir savaş çıkar mı?” endişesine yol açtı. Bu endişeyi kuvvetlendiren ihtimal, Türkiye’nin navteks ilânlarına Yunanistan’ın verdiği bilinçsiz tepkilerden ziyade arkasındaki Fransa’nın Yunanistan’dan daha sert ve tehditkâr bir dil kullanmasıydı.
Libya’da gözü kapalı desteklediği Hafter vesilesiyle Türkiye’den ağır bir darbe yiyerek oyun dışı kalan Fransa, Libya’nın ardından Afrika’daki örtülü sömürgelerini de kaybetme şoku yaşamaya başladı. Nitekim Afrika kıtasında yükselen antiemperyalist bilinç dalgası, ilk olarak Fransa kontrolündeki bölgeleri vurmaya başladı. İlk işaret fişeğinin Mali’den geldiği bu süreç, münferit bir darbeden çok zincirleme bir reaksiyon niteliği taşımaktadır.
Bugün itibarıyla Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim, Türkiye ile kukla Yunanistan arasında değil, Türkiye ile kısmen AB ve tam anlamıyla Fransa arasındadır. Fransa, Başkan Erdoğan’ın nefis teşhisiyle “kifayetsiz muhteris” Macron’un boyundan ve çapından büyük emellerinin peşine düşmüş görünüyor. Fransa, bu emellerin gerçekleşmesi için kukla Yunanistan’ın hırslarını kaşıyarak onu önümüze atıp Yunan ve Rum’un ağzından kendi niyetini yüksek bir sesle dikte etmektedir.
Fransa’nın asıl amacı, AB kartını kullanarak Türkiye’yi ilân ettiği “Mavi Vatan” sınırlarından uzaklaşmaya zorlamaktır. Bu amacını gerçekleştirmek için iki yola başvuran Fransa, ilkinde askerî güç ve tehdit seçeneğini, ikincisinde de iktisâdî yaptırım seçeneğini sahaya sürmektedir.
Doğu Akdeniz’deki bu nispette yüksek bir gerilim oluşmasının asıl nedeni, Fransa ile Türkiye’nin Akdeniz’e hâkim olarak yeni bir dünya gücü olma stratejilerinin aynı zaman ve mekânda çakışmasıdır. Bu stratejilerin çakışması aynı zaman ve mekânda olmakla birlikte aktörlerin konumu açısından ciddi mânâda bir farklılık göstermektedir.
Fransa bu stratejiyi, günden güne çökmekte olduğunu görerek bir toparlanma stratejisi olarak kurarken, Türkiye, günden güne yükselen bir gücün kendiliğinden gelişen bir stratejisi olarak kurmaktadır. Tarihen sabittir ki inişe geçen güçler ne yaparlarsa yapsınlar, hedeflerini ıskalarken yükselişe geçen güçler hedeflerine doğal bir durumun sonucu olarak gayet rahatlıkla ulaşmaktadırlar. 
Fransa, mevcut konumunu kaybetmemeye odaklı bir plan içerisinde hareket ederken Türkiye meseleyi bir beka meselesi olarak görmekte tabii olarak da hayatî olan hedef, hesabî olan hedefin önünü kesmektedir.
Akdeniz, kendi üzerinden güç olacak iki millet nezdinde çok küçük bir deniz olduğu için, yumurtalar şu veya bu şekilde çarpışacak ve sağlam olan, çürük olanı ezip geçecektir.
Fransa ve Türkiye’nin çok dillendirmeseler de temel amaçları, Akdeniz üzerinden büyüyerek okyanuslara açılan birer cihan devleti olmaktır. Bu amacın temel şartı da Akdeniz’e, özellikle Doğu Akdeniz’in zengin kaynaklarına ve stratejik konumuna sahip olmaktır.
İşte perde ardındaki kavganın nedeni, bizim zaviyemizden böyle görülmektedir. Bu hesap içinde Yunanistan gibi kukla bir devletin olamayacağı aşikâr olduğu için, Türkiye dikkat edilirse Yunanistan’ı ciddi bir muhatap olarak asla kale almamaktadır. 
Peki, Fransa bu oyunda asıl oyuncu mudur, figüran mıdır derseniz; emellerine rağmen asıl oyuncu olarak görülmemektedir. Zaten başkan Erdoğan’ın “kifayetsiz muhteris” nitelemesinin ardında bu kinaye yatmaktadır. Fransa’nın emeli uzun ancak kolu kısadır. Onun ardındaki suflör ise ABD’den başkası değildir. Doğu Akdeniz ile ilgili asıl derin ve tehlikeli hesapları olan aktör, ABD’dir.
ABD, seçimlere kadar Türkiye’yi tehdit, şantaj ve kuru gürültü ile uzaklaştırma rolünü Fransa’ya devretmiş görünüyor. Almanya’nın askerî güç açısından zayıf ve ABD’nin sahadan şimdilik uzak olduğunu gören Fransa, önüne Rum ve Yunan ikilisini, ardına da kısmen AB’ni alarak bu boşluğu doldurmaya çok teşne görünüyor.
Macron’un hesabı, Türkiye’nin fazla dayanamayacağı beklentisi üzerine kuruludur. Hırsı çok ancak o hırsı taşıyacak bir akıl gücünden mahrum olan Macron, agresif bir diplomatik hamle ve o diplomatik hamleyi destekleyen askerî ataklarla Türkiye’yi kuşatmaya çalışmaktadır. Irak, Suriye, Lübnan, Mağrip ülkeleri ve AB nezdinde çılgınlar gibi Türkiye aleyhinde bir diplomasi yürüten Macron, çakma bir Napolyon’u andırdığı için kazanayım diye kapılarına gittiği ülkeleri bile kaybetme riski ile karşı karşıyadır.
Nitekim Korsika toplantısında İtalya, Malta, Portekiz ve İspanya’nın Macron Fransa’sına karşı takındıkları tavrın altında bu çakma Napolyon imajının ürkütücü gölgesi vardır. Hasılı AB içinde Rum ve Yunan ikilisinden ve Avusturya gibi iflah olmaz birkaç Türk düşmanı ülkeden gayrı bir desteği yoktur Macron’un.
Bu süreçte AB içinde karşımıza iki kifayetsiz muhteris olan Macron ve Mitçotakis öne çıkarıldılar. Birbirinin ruh ikizi gibi davranan bu iki kifayetsiz muhteris, şiddeti artırılan bir dozla üzerimize gelmeye başladılar. Bu gelişin bir sonucu olacaktı ve oldu da...
Herkes, Doğu Akdeniz’deki gerilim, bir çatışma ve savaşa yol açar mı endişesi taşıyor. Bendeniz bu çatışma ve savaş riskinin 29 Ağustos günü çıktığını düşünüyorum.
Evet, 29 Ağustos bir “Navteks Deniz Savaşı”dır aslında. O gün, 6 Yunan F- 16’sı ve 1 Fransız fırkateyni, Oruç Reis sismik gemimizin navteks alanına tatbikat kılığında bir deneme hücumu gerçekleştirdiler. Amaçları, bizim savaş kabiliyet ve gücümüzü ölçmekti. Bu deneme başarılı olursa arkası da gelecekti. Fakat o gün inanılmaz bir şey oldu.
Mavi Vatan’ın her noktasına yapılacak sınır ihlalleri için aylardır savaş konumunda olan Türk F-16’ları, Yunan savaş uçaklarına füze kilidi atarak onları etkisiz hâle getirdi. Bu işlemin askerî açıdan taşıdığı mesaj, 6 Yunan F-16’sının düşürülmesidir.
Evet, 29 Ağustos günü Türk savaş uçakları, 6 Yunan savaş uçağını imha etmiştir aslında.
Yetmedi, navteks sahasına girmeye yeltenen Fransız savaş  gemisi ise, bütün sistemleri kilitlenerek deniz ortasına çuval gibi yığılıp kaldı. Ne sesini duyurabildi ne istikametini tayin edebildi. Silah sistemleri iptal edilen Fransız savaş gemisi, turistik bir tekneden farksız hâle geldi. Üstelik tepesinde 300 civarında tanımlayamadığı hava cisimlerinin şovu da cabası.    
Bunun anlamı da 29 Ağustos Navteks Deniz Savaşı’nda Fransız savaş gemisinin batırılmasıdır.
Fransa’nın bu olayın ardından “Uçak gemimi gönderiyorum, uçaklarımı hazırlıyorum” blöfleri, 29 Ağustos’ta yaşadığı hezimeti hazmetme süreciydi.
29 Ağustos Navteks Deniz Zaferimizi gören AB ülkeleri, zaten ikirciklendikleri Fransız ve Yunan emellerinin ardında dururlar mı? Asla durmazlar.
29 Ağustos’un gizli mağlûbu ise ABD’dir. Fransız savaş gemisinin yaşadığı şok, aslında ABD’nin yaşadığı şoktur. Çünkü o gemi sıradan bir gemi değil, teknolojik olarak bizim gemileri kilitlemek için Fransa ve şürekası tarafından özenle donatılmış bir gemiydi. Bu geminin yaşadığı hezimeti anlamak ve Türklerin bu işi yaparken nasıl bir teknoloji kullandığını çözmek üzere tam donanımlı bir ABD savaş gemisinin Girit açıklarında casusluk yapması bu nedenledir.
Aziz okuyucu, Akdeniz Savaş’ını biz 29 Ağustos günü kazandık.  Artık o günden sonra karşımızdaki güçler, Mavi Vatan’dan bir karış su sahası kazanamayacaklarını yaşayarak öğrendiler.
Bize gelince, Akdeniz Navteks Savaşı tam bir zaferle sonuçlandı. Şimdi top bizde. Yapılacak şey, navteksleri Akdeniz’den Ege’ye doğru yayarak adım adım “Adalar Denizi”ni fethetmektir.
Nitekim Sakız Adası Navteksi, bu yeni sürecin ilk işaret fişeğidir. Bu navtekslerin yakında notaya, ardından da önce hukukî ve siyâsî sonunda da askerî bir hamleye dönüşeceklerini öngörüyorum.
Vesselam…