TÜRKİYE’NİN Meis ile Rodos
arasında ilân ettiği navteks, Avrupa’da muazzam bir telâş uyandırdı. Bu telâşın
ilk göstergesi, en bilindik yöntem olan Yunanistan kartını açmalarıydı. Söz
konusu navtekse ilk cevapları, Yunanistan’ı ileri sürerek savaş tehdidi
yaptırmalarıydı.
Ancak
Yunanistan’ı böyle bir tehdit için sadece AB değil, perde ardından ABD de kullandı.
Biz önce perde berisinden yani AB’den bahsedelim…
AB,
Akdeniz’de güya Türkiye ile Yunanistan arasında bir tatsızlık çıkmasından
endişe ediyormuş gibi yaparak Türkiye ile diplomatik münasebet kurmaya çalıştı.
Bu diplomatik münasebet girişimi, Avrupa’nın tipik oyalama süreciydi ve bu işin
arkasındaki asıl aktör de Fransa idi.
Lâkin
Fransa’nın Türkiye nezdinde inandırıcılığı dibe vurduğu için, Fransa bizimle doğrudan
diplomatik münasebet kurmak yerine, bu işi Almanya Şansölyesi Merkel’e havale
etti. Merkel’in görevi şu plânı gerçekleştirmekti: Merkel güya bir iyi niyet
elçisi edâsı ile Başkan Erdoğan’ı arayarak kızışan ortamı yatıştırmak için süre
isteyecek, bu arada da Yunanistan’a bir Akdeniz partneri bulunacaktı.
Öyle
de yapıldı. Pekâlâ, Türkiye böyle bir taktikten bîhaber miydi? Asla!
Başkan
Erdoğan’ın, “Bu süreyi veririm, lâkin
Yunanistan’a güvenmiyorum” mesajı, aslında, “Bu süreyi size veririm, ancak
size - yani AB- güvenmiyorum” anlamında okunursa mesele daha doğru olarak
anlaşılacaktır.
Nitekim
Erdoğan’ın öngörüsünün doğru çıktığı kısa zamanda anlaşıldı. 21 Temmuz’u izleyen
süre içerisinde Yunanistan alt birimlerimizle göstermelik müzakereler yapar
iken, üstten ABD ve Avrupa Birliği eliyle Mısır ile bir MEB anlaşması
kotarılıyor idi.
Bu
durumla ilgili olarak Alman basınının, “Merkel
olmasa idi savaş çıkardı. Merkel, Akdeniz’de muhtemel bir savaşı önledi”
şeklindeki algı oyunlarının sisleri dağılınca, Merkel’in Yunanistan üzerinden
bizim arkamıza dolandığı açıkça ortaya çıktı.
Tam
bu noktada şu hususu kaydetmekte yarar var: Merkel ve Avrupa Birliği’nin
hamlesi, Türkiye tarafından beklenen bir hamle idi ve Türk Devleti, bu güvenin
boşa çıkmasından sonra ne yapacağını da en ince ayrıntısına kadar hesap
etmişti. Nitekim bu sahte sükûnet süreci içerisinde Amerika’nın asıl aktör,
Avrupa Birliği’nin de yancı olduğu bir tezgâh ile apar topar Mısır ve
Yunanistan, kısmî bir MEB anlaşması imzaladı.
Bu
anlaşma imzalanır imzalanmaz, Türkiye’nin verdiği tepki, devletin bu konuda
beklenen hamleye nasıl bir karşı hamle ile cevap vereceğinin de açık bir
göstergesiydi. Türkiye, yanına Malta -elbette İngiltere demektir- ve Libya’yı
alarak gayet rahat bir poz ve son derece özgüven kokan bir demeç verdi. Bakan
Çavuşoğlu, daha önce Başkan Erdoğan’ın söylediği şu cümleyi bir kez daha
vurguladı: “Bu anlaşma, Türkiye açısından
yok hükmündedir!”
Bu
beyanın içi elbette dolu idi, çünkü Türkiye hemen arkasından Antalya Limanı’na
iyi niyet göstergesi olarak bir müddetliğine demirlediği Oruç Reis gemisini,
yeni bir navtex ilânı ile görev bölgesine gönderdi.
Bu
yeni navteks, açıkça bir meydan okuma anlamına geliyordu!
Türkiye,
Yunanistan ve Mısır üzerinden Batı’ya, “Ben
buradayım, hodri meydan!” diyordu. Ancak navtexin asıl muhatabının,
Yunanistan’ı boyundan büyük işlere sürükleyen Fransa olduğu aşikâr idi. Fransa,
bu MEB ile Türkiye’nin yakın zamanda Nijer ile yaptığı askerî ve ekonomik
işbirliği anlaşmasından duyduğu rahatsızlığa Yunanistan üzerinden cevap vermiş
oluyordu.
Korsan
anlaşma
Şimdi
gelelim Akdeniz’de Türkiye’siz yapılan MEB anlaşmalarının neden suya yazı
yazmak hükmünde olduğuna…
Türkiye
ciddî tarihsel birikimi olan büyük bir hukuk devletidir. Türkiye ne Osmanlı
döneminde, ne de Cumhuriyet döneminde kendisini bağlayan konularda, hukukun
dışında bir adım atmıştır. Hukuk, “Hakkını
yemem, ancak hakkımı da yedirtmem” demektir. Gerçekten de Türkiye kadar
hukuka riayet konusunda tutarlı ikinci bir devlet bulmak çok zordur. Türkiye
hukuka riayet işini, cihan devleti olduğu Osmanlı döneminde bile aynı ciddiyet
ile uygulamıştır. Bu konuda alnımız ak ve başımız diktir.
Ancak
muhataplarımız kalleş, kaypak, güvenilmez ve sahtekârdırlar. Dolayısıyla bu süreç,
daima bir Mûsâ (as) ve Firavun süreci olarak yürüyüp gidecek ve netîcede
doğruluk asâsı, Firavun’un eğri gücünü sulara gömecektir.
Yunanistan’ın
Türkiye karşısında içi boş tehditlerden başka birşey yapamayacığını bilen
Avrupa, onun yanına Amerikan ve Batı kuklası olarak Mısır’ın başına oturtulan
çakma firavun Sisi ile Yunanistan’ı bağlaşık hâle getirerek bir ittifak
oluşturmak istedi. Umdular ki, Mısır ile Yunanistan bir MEB anlaşması yaparsa,
Türkiye de Oruç Reis gemisini Antalya Limanı’nda tutar.
Mısır-Yunan
anlaşmasının bölgesine bakıldığında, Mısır’a verilen payın bir bölümünün
Türkiye’nin ekonomik bölgesi ile çakıştığı görülecektir. Bu ince ayardan maksat
ise, Mısır ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmektir. Türkiye’nin bu bölgede
bayrak gösterecek herhangi bir Mısır deniz unsuruna asla müsaade etmeyeceği gün
gibi ortadadır. Mısır’ın da gayr-i hukukî bu anlaşma ile bizim bölgemizde yer
alan hayâlî sularını koruyacak ne yüreği, ne de kapasitesi vardır.
Bu
anlaşma, açıkça bir maraza çıkarmak ve Türkiye’ye geri adım attırmak içindir.
Ancak Türkiye, kendisine karşı atılan bu adımları baştan atılmamış kabul etmekte
ve bölgesini savaş da dâhil olmak üzere sonuna kadar koruyacağını büyük bir
kararlılıkla ilân etmiş durumdadır.
Ne
var ki, kış aylarına doğru ABD seçim sürecinin getireceği siyâsî ve ekonomik
kaoslar, Avrupa Birliği de kendini bekleyen ekonomik küçülme ve virüsün geri
dönmesi ile yaşayacağı şoklar yüzünden içlerine gömüleceklerdir. Bizse Akdeniz’de
yine ne mal olduğunu çok iyi bildiğimiz kullanışlı kukla Yunanistan ile baş
başa kalacağız!
Türkiye’nin
bu saatten sonra Yunanistan’a “Mavi Vatan”ın hiçbir bucağında hareket hakkı
vermeyeceğini öngörmek yanıltıcı olmaz. Yunanistan önünde sonunda tıpış tıpış
masaya gelecek ve bizimle hem Mavi Vatan’ı, hem Adaları, hem de Ege deniz
sahanlığını müzakere edecektir. “Müzakere edecek” derken yanlış anlaşılmasın,
bizim dikte edeceğimiz metni onaylayacaktır.
Artık
burnunun dibindeki adalarda Yunanistan’ın bayrak göstermesine müsaade edecek
bir Türkiye yoktur. Geçti o günler!
Türkiye
2020 güzünden itibaren bölgesel güç olduğunu bütün dünyaya kabul ettirecek ve
2021 yazından itibarense süper güç adaylarından birisi olacaktır. Böyle bir
devlet ile çatışmayı göze alacak ülke sayısı biri ikiyi geçmeyecektir. Zaten
Avrupa, “Türkiye’yi durdursa durdursa
Rusya durdurur” diye bir hesap yapıp önce Suriye sahasını, ardından da
Libya sahasını Amerika’nın yokluğunda Ruslara açtı. Lâkin Rusya’nın mekanik
silahları karşısında Türkiye’nin son teknoloji ürünü dijital silahları açık bir
üstünlük sağlayarak Rusların iki yüz yıllık efelenmelerine son verdi.
Rusya
lojistik açıdan zor durumda olduğu Suriye ve Libya sahalarını dengelemek için
elinin daha güçlü olduğunu düşündüğü Kafkas sahasında üçüncü bir cephe açarak
Ermenistan üzerinden Türkiye’ye bayrak gösterdi. Buna karşı Türkiye’nin cevabı,
“Ne pahasına olursa olsun, Azerbeycan’ın
yanındayız!” ultimatomu oldu.
Türkiye
sadece “Yanındayız” demekle kalmadı, hemen Azerbaycan ile müşterek bir
tatbikata girişti. Hâlen süren bu tatbikatın nihâî hedefi, Karabağ’ın yeniden
Azerbaycan’a katılması için bir yol haritası belirlemektedir.
Bana
öyle geliyor ki, Türkiye, Azerbeycan ve Nahçivan’a soktuğu askerlerini orada
tutmaya devam edecek ve Rusya üzerinde baskıyı arttıracaktır. Bu arada Kafkas
İslâm ülkelerini de el altında tarihsel hedeflerine yöneltecektir.
Akdeniz’den
Kafkaslara, dünya Türkiye’yi konuşacak!
Şu
gerçeği iyi biliyoruz ki, Kafkas ülkeleri, Türkiye’ye Hilâfet merkezi olduğu
için bağlı idiler. Vaktinde oralarda Ruslara karşı yapılan her isyan ve huruç
harekâtı, İstanbul’daki Halîfe nâmına icra edilirdi. Türkiye’nin Ayasofya’yı
ibadete açması, Türkiye’den çok Kafkasları, Afganistan, Pakistan ve Uzak Doğu Müslümanlarını
mutlu etmiştir. Bu coğrafyadaki Müslümanlar, Ayasofya’nın açılışı ile birlikte
ufukta Hilâfet sancağını görmekte ve yeniden büyük tarihsel misyonlarına
dönüşünün heyecanını yaşamaktadırlar. Bu selin önünde ne Rusya, ne İran, ne de
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri durabilir!
Türkiye,
Ayasofya merkezli bir hamle yaparken, aynı zamanda İslâm dünyasının finansal
birlikteliğini kuracak argümanları da el altından oluşturmakta ve dünyanın
muhtemel büyük ekonomik çöküşünde ayakta kalan bir cephe teşkil etmek üzere
harıl harıl çalışmaktadır. Çok yakın bir zamanda İslâm dünyasının sermayesi ile
Afrika ve Balkanlardaki bireysel zenginlerin sermayeleri de Türkiye’ye
akacaktır.
Ayrıca
Türkiye, Akdeniz’den çıkaracağı petrol ve doğalgaz kaynakları ile cârî açığı
tarihe gömecek ve bu açık için verdiği parayı kendi toplumsal refahı ve savunma
sanayii için kullanacaktır.
Türkiye’nin
yıldızının parladığını en iyi Avrupa ve Amerika görmektedir. Bu yıldızın parlaması
onlar için Akdeniz’in elden gitmesi, sömürgelerin kaybedilmesi ve nüfûz
alanların el değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin her
hamlesinin altını boşaltacak hamleler yaparak önümüzü kesmeye çalışmaktadırlar.
Bizimle bir MEB anlaşması yapma hazırlığında olan Lübnan’a kesilen fatura
ortadır!
Lübnan’daki
patlama neyin işareti?
Ne
yaparlarsa yapsınlar, Türkiye’nin önünü kesemeyeceklerdir. Zaten Türkiye de
Lübnan’a yapılan saldırıyı, kendisine yapılmış bir saldırı olarak okumuştur.
Türkiye,
felâketin hemen arkasından Lübnan ile dayanışma iradesi göstermiş,
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında bir heyet ile Lübnan’da boy
göstermiş ve Beyrut Limanı yeniden inşâ edilinceye kadar İskenderun ve Mersin Limanlarını
Lübnan’ın kullanımına açtığını ilân etmiştir.
ABD
ve Avrupa’nın Akdeniz’de iki kuklası var: Yunanistan ve Mısır… İstiyorlar ki,
Lübnan üçüncü kukla olarak bunların yanında yer alsın. Lübnan’ın gösterdiği
direnç, Beyrut Limanı’nın patlatılması bedeline neden oldu.
Avrupa
Birliği Yunanistan’ı, Amerika da Mısır’ı bir kukla olarak kullanmaktadır. Bazen
her iki kuklacı bir araya gelip ikisini birlikte kullanmaktadırlar. ABD, Kuzey
Suriye’de bir PKK devletçiği oluşturmak emelinden hâlâ vazgeçmedi. Bunun nedeni
de Irak ve Suriye petrollerinin bu kukla devletçik ile kendi adına korunması ve
bu kaynaklara başta Çin olmak üzere Türkiye gibi şahsiyet gösteren ve
gösterecek olan devletlerin ulaşmamasıdır.
Şimdilik
bu kukla devletçiği çöl topraklarına gömecek yegâne güç Türkiye olduğu için,
ABD kuklası olan Mısır’ı gerek Libya’da, gerek Akdeniz’de Türkiye üzerine
sürerek Türkiye’nin dikkatlerini bu alanlara yöneltmekte ve arka tarafta
pandemi sürecinde kuluçkadan çıkardığı PKK devletçiğini büyütmeye
çalışmaktadır.
Lâkin
Türk İstihbaratı, ABD’nin bu bölgede İsrail adına gerçekleştirdiği menhus ve
uğursuz plânları çok iyi bilmekte, günü gününe takip etmekte ve karşı hamleler
kurmaktadır. Nitekim Amerika’nın bu kukla yapıyla icra ettiği petrol
anlaşmasına mukabil Türkiye, bölgedeki Arap aşiretlerini bir araya getirerek
PKK’dan duyulan hoşnutsuzluğu alenen ABD’ye iletmiştir.
Bu
karşı hamle şu demektir: “Senin kuracağın
kukla yapıyı burada tutacak sosyolojik zemin yoktur. Ayrıca mevcût zemin de
tamamen benim kontrolümün altındadır. Ben istemeden burada bir şey yapamazsın!”
Rakiplerimiz
ve düşmanlarımız uluslararası deniz hukukunun kuralları uyarınca şu hususu
bizden daha iyi biliyorlar: Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de bir söz hakkı yoktur.
Hele Türkiye’ye rağmen asla yoktur. Bu yüzden Yunanistan’ı, Doğu Akdeniz
üzerinde hakkı olan ülkeler ile bir araya getirerek korsan MEB anlaşmaları
yapmak istemektedirler. Bu ülkelerden birisi Mısır idi ve bunu kısmen
gerçekleştirdiler. Ancak Mısır da iyi biliyor ki, Yunanistan ile yaptığı
anlaşma, kendi kendisi ile yapılmış bir anlaşma hükmünde olup, geçersizdir!
Doğu
Akdeniz’de Yunanistan ile bu yüzden aklı başında hiçbir devlet anlaşma yapmaz.
Çünkü böyle bir anlaşma, su üstüne yazı yazmak gibi olur. Zira hukukî
temellerden yoksundur.
Doğu
Akdeniz’deki anlaşmalar, Türkiye ile yapıldığında değer ve anlam kazanan
anlaşmalardır. Bu itibarla karşımızdaki güçler, Türkiye ile anlaşma yapacak potansiyel
ülkeleri istikrarsız hâle getirerek kendi amaçlarını uygulamak istemektedirler.
Lâkin ne yaparlarsa yapsınlar, su üstüne yazı yazmaktan başka bir iş yapmamış
olacaklardır! Atalarımız ne güzel söylemiş, “Zor, oyunu bozar”.
Çok
şükür, oyunları bozacak gücümüz de, aklımız da mevcût!
Vesselâm...