ENERJİ kaynaklarına
sahip olmadan, daha doğrusu enerji kaynaklarına sahip bölgelerde söz sahibi
olmadan ne bölgesel, ne de küresel düzeyde bir aktör olabilmek mümkün. Bu
nedenle küresel arenada söz sahibi olmak isteyen aktörler, enerji havzalarının
olduğu bölgelerde var olabilmek için her türlü yola başvururlar. Buna savaş
çıkarmak da dâhildir.
Haritaya
baktığımızda, dünyanın en önemli enerji kaynağı olan doğalgaz ve petrolün en
yoğun olduğu bölgelerin yanı başımızdaki coğrafyalar olduğu görülür. Kafkasya
ile İran’da doğalgaz ve petrol, Irak ve daha aşağıda petrol kaynakları,
dünyanın en büyük enerji havzalarını oluşturuyor.
Ülkemiz
ise bu havzaların tam kavşak noktasında bulunmasıyla stratejik olarak büyük bir
öneme sahip. Akdeniz’de son 10 yılda keşfedilen yeni enerji yataklarının
varlığı, bu stratejik önemi daha da derinleştirdi.
Akdeniz
iştah kabartıyor
Mısır
ve Kıbrıs arasındaki Nil Deltası Bölgesi, İsrail ve Kıbrıs arasındaki Leviathan
Bölgesi, Kıbrıs ve Girit arasındaki Heredot Bölgesi ve de Kıbrıs ile çevresi,
Akdeniz’in yeni keşfedilen havzaları olarak herkesin iştahını kabartıyor. Öyle
ki, bu havzalardan Nil deltasında 1,763 milyar varil petrol ile 223,242 trilyon
metreküp doğal gaz ve 5,974 milyar varil likit gaz; Leviathan bölgesinde 1,689
milyar varil petrol ile 122,378 trilyon metreküp doğalgaz; Heredot bölgesinde
ise 1,5 ve 2 trilyon metreküplük iki ayrı rezerv bulunuyor. Kıbrıs ve
çevresinde de 100 milyar metreküplük bir doğalgaz rezervinden söz ediliyor.
Rakamlar
uluslararası raporlara göre bazı değişiklikler arz etse de Akdeniz’deki
enerjinin devasa boyutta olduğu artık bir sır değil. Ayrıca uzmanlar bilinen
alanların dışında keşfedilmeyi bekleyen yeni alanların da olduğunda hemfikirler.
Ülkemiz,
Akdeniz’de en büyük kıyısı olan ülkelerden biri olmasına rağmen, birtakım ayak
oyunları ile bu yataklardan uzak tutulmak isteniyor. Ülkemiz de doğal olarak bu
oyunları kabul etmeyeceğini, Rumların tek başına Kıbrıs havzasındaki enerji noktalarında
söz sahibi olamayacaklarını ve ülkemizin de Akdeniz’de yeni keşifler yapmaya
hakkı olduğunu söyleyerek bölgede bir oldubittiye müsaade etmeyeceğini tüm
dünyaya ilân etti.
Yunanlar
ve Rumlar, Akdeniz’de tek başlarına tutunamayacaklarını bildikleri için Türkiye
karşıtı bir ittifak oluşturmak için ciddî bir efor içerisine girdiler. Bu
kapsamda bölge ülkeleri ile anlaşmaya çalışan Rum ve Yunanlar, etki alanını 150
bin kilometreye çıkarmayı amaçlarken, ülkemizi bu alanın sadece dörtte biri gibi
bir alana tekabül eden 40 bin kilometrelik bir alana sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Elbette ülkemiz açısından bu kabul edilebilir bir durum değil. Ülkemizin
Akdeniz’de attığı tüm adımlar, Rumlar ve Yunanların bu ayak oyunları göz önüne
alınarak atılıyor. Libya ile yapılan anlaşma da, Oruç Reis gibi petrol ve gaz
arama gemilerinin arama faaliyetleri de, navtex ilânları da hep bu kapsamda
atılan adımlar!
Fransa’nın
Doğu Akdeniz hedefi
Ülkemizin
özellikle Libya’da üstlendiği rol nedeniyle Fransa, Rum ve Yunanlara yaklaşmaya
başladı. Hattâ onların hâmiliğine soyundu. Fransızlar, hem Libya’da
üstlendiğimiz rol nedeniyle Afrika’da zedelenen emellerinin intikamını almak,
hem de Akdeniz’deki etki alanını Doğu Akdeniz’e doğru genişletmek için bu role
büründüler.
Fransızlar,
Rusya faktörü nedeniyle Suriye’ye fazla etki edemese de Lübnan’daki patlama
sonrasında kendi çıkarları doğrultusunda bu ülkeye yön verme peşindeler. Fransa
ayrıca, İsrail ve Mısır ile ilişkilerini geliştirerek hem Türkiye karşıtı
ittifakı pekiştirme peşinde, hem de bu ülkelerin kendi bölgelerinde
keşfettikleri petrolün çıkarılması ve işlenmesinde söz sahibi olmayı istiyor. Bu
ülkeler de Türkiye karşısında Fransızların kendilerine destek olabileceğini
düşündükleri için Fransızlarla ittifak içerisindeler.
Tüm
bunlar Akdeniz’de Türkiye karşıtı ciddî ittifakların oluştuğunu ve bu
ittifakların ülkemizi Akdeniz’de dar bir alana sıkıştırmaya çalıştığını
gösteriyor. Ama ülkemiz tüm bunların farkında. Bu farkındalık kapsamında
kararlı adımlar atıyor.
Fakat
ülkemizin Akdeniz’de verdiği mücadeleyi anlamayan, daha doğrusu anlamak
istemeyen bazı çevreler, ülkemizin attığı adımları bir iç siyaset malzemesi
olarak görüyorlar. Daha doğrusu, öyle görmek istiyorlar. Ama şunu unutuyorlar:
Millet de onları görüyor!