AĞLAMAMAK için kendimi sıkmaktan
kıpkırmızı kesildi yüzüm. Buz gibi hava yüzüme çarparken kendimi tutmak daha da
zorlaştı. Gözyaşlarım süzüldükçe gözlerimden, kendime hayli sinirlendim; sağ
ayağımı yere vurmaya başladım şimdiden...
Anayol
kenarındaki otobüs durağında birkaç kişiyle birlikte bekliyorum otobüsümün
gelmesini. Çok kalabalık olmasa da biri “Neyin var?” diyecek diye ödüm kopuyor.
Dokunsalar yıkılacağım. İçim içime sığmıyor.
“Ağlamak
istemiyorum, ağlamak istemiyorum!” diye sessizce sayıklamaya başladım. Kendimi
tutamayınca derin derin iç çektim birkaç defa. “İki dakika kaldı, gelecek
otobüs” diye düşünüp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Otobüs kartımı çantamdan
çıkarmaya uğraşırken elim ayağım dolaştı. Daha fazla sinirlendim. Sonunda geldi
otobüs, bindim âdeta koşar adımlarla. Arkalara doğru ilerlerken boş bir koltuğa
ilişti gözüm. Hemen oturmak istercesine önümdekileri hafifçe ittirdim.
Yanımdaki
teyzeyle göz göze gelmeden, hemen oturup yönümü cama çevirdim. Otobüsün camına
kafamı yasladım, montumun kapüşonunu kafama geçirdim -saklanmak ister gibi-;
kulağımda kulaklık, kasvetli ve yağmurlu İstanbul siluetini izlemeye başladım.
Yolum
çok uzun değil fakat boş bir koltuk bulmuşken oturmak istedim. Ayaklarımın beni
taşıyacak mecâli kalmadı. Bütün günüm film gibi geçti gözümün önünden. Bu
eğitim sisteminde öğrenci olmak çok zor. Dört yıldır gecemi gündüzüme kattım
ortalama yapabilmek için. Bu yetmezmiş gibi, aynı esnada yüksek lisans
sınavlarına hazırlandım. Kaç günümü dört duvar arasında, ailemden uzak
geçirdiğimi hesaplayamam. Çoğu gün, güneş yeni doğduğunda girip battıktan sonra
çıktım kütüphaneden. Buna değdi de… Lisans başarımın yanında, girdiğim bütün
sınavlarda yeterli başarıya ulaştım. Başvurularımı eksiksiz yaptım. Hattâ bir
değil, birkaç okula başvurdum.
Birkaç
gün önce sonuçlar geldiğinde inanamadım. Hiçbirinden kabul alamamıştım.
Listelere baktım, hepsinde ilk sayfadayım fakat adımın yanında “Başvurunuz
yeterli değildir” yazıyordu.
Başvuran
başka arkadaşlarımla görüştüm sonrasında. Kabul alan kişileri merak etmiştim.
Yakın bir arkadaş, kabul alanların isimlerini söyleyince çok şaşırdım. Aynı
okulda okuduğum iki kişi kabul almış. Olacak şey değil; hepsinin ortalamaları
benden düşük, sınav notları yüksek lisans yapmaya bile yeterli değil. Hayatında
akademi istemeyen insanlar bu bahsettiklerim. Onlar adına mutlu olmaya çalıştım
fakat olamadım. Üzgünüm, hak etmediklerini düşündüm.
Sonrasında
biraz utandım ve başvurduğum okulları ziyaret etmeye karar verdim. Tanıdığım
kıymetli bir hocamla görüşme ayarladım. O gece zordu benim için; üzülmedim
fakat olayları anlamlandırmaya çalıştım. Hâlbuki içten içe nedenini biliyordum.
İnanmayı reddettim sadece.
Ertesi
gün hocamla görüşmeye gittim. Çok kıymetlidir benim için. Doğruları
söyleyeceğine adım gibi emindim. Kapısının önüne geldim, asistanına randevu
bilgilerimi söyledim ve kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Her zamanki babacan ses
tonuyla, “Hoş geldin kızım! Buyur, otur lütfen” dedi. Hâlimi hatırımı sordu,
karşılıklı biraz muhabbet ettikten sonra olayları anlattım. Kabul alanlardan
bahsettim utanarak. İlkokul çocuğu gibi, arkadaşımdan yüksek aldığımı
belirttikten sonra kıpkırmızı kesildim. Hocam anladı hemen, “Bak kızım!” dedi,
“Sen akıllı birisin. Olayları anlamışsındır. Ama gönlüne su serpecekse ben de
sana açık açık anlatayım. Arkadaşların senden düşük notlar aldı, lisans
hayatlarında da senden başarısızlardı, mülâkatlarda da seni onlardan daha çok
beğendiler. Fakat sende olmayıp onlarda olan bir şey vardı. Onların yukarıdan
tanıdıkları, bir yerlerde dayıları vardı… Gözlerin doldu, sakın dolmasın
evlâdım! Bunun için sadece şükret, çünkü sen, hak ettiğini alamadın, onlarsa
hakkı olmayana el uzattılar. Sen onurunla mağdursun. Sen hakkı yenilensin.
Mevkiin kıymetini bil! Elbet gün gelir, devran döner. Sakın unutma, ‘İnsan ancak
çabasının sonucunu elde eder’ (Necm, 39). Âyete güven evlâdım, tamam mı?”.
İçim
hem huzur, hem de öfkeyle dolmuştu. “Teşekkürler hocam” diyebildim sadece.
Vedâlaşıp ayrıldım yanından…
Böyle
olduğunu biliyordum ben de. Aynı şeyleri ilk duyduğumda ben de anlamıştım.
İnancımı kaybetmek istemedim sadece. Bir yanlışım olduğunu düşünmek istedim.
Akademiye devam etmek istediğimden beri hep duyduğum şeylerdi bunlar. Ama ben
sadece başarımla da istediğim yerlere gelebileceğime inanmıştım her zaman.
Eğitim sisteminden, statü farkından, süregelen yolsuzluklardan, hepsinden
sağlam bir tokat yedim bugün. Tam saflığın üstüne beş parmak izi çıkarcasına
bir tokat!
Bu
kadar sinirlenmeme rağmen içim çok rahattı. Çünkü hocamın dediği gibi, ben,
hakkı yenilendim. Ve hak, elbet bir gün sahibine verilir. Buna rağmen saatlerce
ağladım. Onurum, gururum kırılmıştı. Hayat başka bir yüzünü göstermişti bugün
bana. Biraz daha büyümüştüm. Pes veya devam etmem için iki yol çıktı önüme.
Seçim yapmam istendi. Ya bu kadar haksızlığın içinde hakkımı teslim almak için
devam edecektim ya da pes edip sadece elde edebileceklerime odaklanacaktım.
O
an düşündüm ve kararımı verdim. Bugün saatlerce ağlayacak, bağıracak ve
öfkelenecektim. Yarın sabah kalkacak ve kaldığım yerden devam edecektim! Çünkü
yirmi sene sonra gencecik bir kız ilme talip olduğunda, onun elinden tutup
önündeki her şeyi kolaylaştırmak istiyorum. Hakkını söke söke almasını değil,
hakkı olanı ona zarifçe teslim etmek istiyorum. Bir gün gencecik bir kız,
umutlarımızı yeşertsin istiyorum. Bu yolda onu eğerek eğiten değil, ancak
şekillendirerek öğreten olmak istiyorum. Bugün genç bir kız olarak neye
ihtiyacım varsa yarının gençlerine “o” olmak istiyorum.
Bu
yüzden eve gidene kadar ağladım. Sokakta bir kaldırıma oturdum, hıçkıra hıçkıra
ağladım. Sonuna kadar yaşadım bütün duygularımı. Öyle ki, bugün bana vedâ
etsinler istedim. Öfkemi, kırgınlığımı, sinirimi bugüne hapsetmek istedim.
Yarınlarda peşimi bıraksınlar, ayağıma takılmasınlar istedim.
Öyle
de yapacağım... Yarın yeniden başlayacağım! Çünkü hakkım olanı istiyorum ve âyetin
tecelli edeceğine inancım, imanım sonsuz.