TÜRKİYE’DE akademisyenlerin
bazen fikirleriyle, zaman zaman da toplum önünde sergiledikleri hâl ve
hareketleriyle tartışıldığını görüyoruz. Bu yazıda fikrî tartışmalara değil,
akademisyenin kimlik ve kişiliğiyle ilgili tarafına dikkat çekilecektir.
Hâfızamızı
yokladığımızda göreceğiz ki, kendilerini fildişi kulelerde konumlandıran
insanların bir falsosu, tüm itibarlarını yerle bir edebilmektedir.
Kimlik,
kişinin kim olduğu ve toplumla münasebetlerinde kendini nerede gördüğü, kendine
hangi roller yüklediği ile ilgili bir meseledir. Kişilik ile de bağlantılı
olmasına rağmen ondan farklı tarafı şu ki; “kişilik” bir insanın özünü, “kimlik”
ise dışarıya karşı sunumunu ifade etmektedir.
“Akademik
kimlik” ise bir akademisyenin yaptığı iş ve kazandığı unvanlar ile toplumsal
ilişkileri nasıl kurguladığı ile ilgilidir.
“Akademisyen”
denildiğinde, üniversitelerde akademik işlerde çalışanlar anlaşılmaktadır.
Bunlar araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, doktor öğretim üyesi, doçent ve
profesör gibi unvanlarla anılmaktadır. Araştırma görevlisi ya da öğretim
görevlisi olarak başlayan akademik kadro, profesör olarak tamamlanmaktadır.
Bölüm başkanı, dekan, rektör gibi görevler ise akademik ortamdaki yöneticilik
unvanlarıdır.
***
Akademik
kariyer genellikle lisansüstü eğitime girmekle başlar, yüksek lisans ve doktora
eğitimiyle devam eder; eğitim sonrasında akademisyenler yaptıkları bilimsel
çalışmalar ile üst basamaklara çıkarlar.
Akademisyenin
araştırma sorumluluğunun yanında bir de eğitim ve öğretim sorumluluğu
bulunmaktadır. Sorumlu oldukları dersler üzerinden öğrencilere bilgi aktarmaya
devam ederler.
Akademinin
farklı bir işleyişi vardır. Kendi içerisinde sert bir şekilde hissedilen bir
hiyerarşik mantığı (unvan merkezli tabakalaşma), dışarıdan bakılınca anlamsız
gibi görünen araştırma ve yayın ilkeleri, bu ilkeler çerçevesinde üretilmiş
bildiriler, makaleler, tezler ve kitaplar ve de bunların yayımlandığı veya
sunulduğu yayınevleri, dergiler, kongreler, çalıştaylar, sempozyumlar ve
benzeri faaliyetler bulunmaktadır. Bir akademisyenin eğitim ve öğretim
faaliyetleri ile birlikte gündeminde hep bunlar olur.
Üniversitelerin
kurumsallaşmış yapı ve işleyişi ile ilgili problemleri belki ayrıca konuşmak ve
tartışmak gerekir. Ancak yazının başında da belirtildiği üzere, burada akademik
kimlik üzerinde durmaya çalışacağız.
***
Yukarıda
bahsedilen işleyişin içinde çalışan akademisyenlerin öğrenciler ve toplum
nazarındaki itibarının ne derece önemli olduğunu, onlara “Hoca” denilmesinden
anlayabiliyoruz.
Sözlüklere
baktığımızda, “hoca” kelimesinin “bilgisi olan, birisine bu bilgileri öğreten,
yol gösteren, rehberlik eden kişi” anlamına geldiğini görürüz. Akademisyenlerin
bu anlamda “hocalık” görevlerini ne kadar yerine getirdikleri tartışmalıdır.
Yine bir hocadan, etrafındakilere örnek olacak tavır ve davranışlar sergilemesi
beklenir. İşte bu, iyi bir akademik kimlik inşâ ederek mümkün hâle gelebilir!
Akademik
kimlik inşâ etme süreci, kişilik oluşumu ve toplumsallaşma süreciyle ilgili
olabilir. Ancak formal olarak lisansüstü eğitim düşüncesi ile başlar, yüksek
lisans ve doktora yaparken şekillenir. Akademi dünyasında yaşadıklarımız ile de
olgunlaşır.
Eğer
bu inşâ sürecinde niyetimiz ve hedeflerimiz yanlışsa, sonunda patolojik
akademik tavırlar ortaya çıkmaya başlar.
Her
şeyden önce akademisyen, hangi niyetle bu yola girdiğini sorgulamalıdır. Eğer bir
kişi başka iş imkânı olmadığı için, toplumsal itibar kazanmak için, millete
hava atmak için, salt akademik kariyer yapmak için, doçent-profesör gibi
unvanlar almak için bu yola girmişse, ilk fırsatta açıklar vermeye başlayacaktır.
Akademik
kariyer basamaklarını geçerken kendini geliştirememiş akademisyenlerde kibir,
ego, çokbilmişlik edâsı (post-cahillik), elitist tavır, diğerlerine tepeden
bakma, gerçeklerden kopma, ezberlediği teorilerle bilimcilik yapma gibi
patolojiler ortaya çıkmaktadır. Bu patolojiler akademisyenlerin yaptıkları işi
bozmakta, diğer akademisyenlerle, öğrencilerle ve toplumla etkileşimlerini
zehirlemektedir.
Öğrencilere
rehberlik etmesi, ahlâkî, insanî ve ilmî yönden bir ağırlığının olması beklenen
bir akademisyenin pespaye ve kepaze konularla gündeme gelmesi, onu
basitleştirmektedir. Akademisyenin toplumsal itibar kaybı da burada
başlamaktadır.
Akademik
kimlik inşâsında bir alanda bilgisini derinleştirmek ve kendini hem akademik,
hem de insan olarak yetiştirmek niyeti önemlidir. Akademisyenliği bir hayat
tarzı olarak kabul edip belli bir misyonla başlayarak akademik unvanlardan
bağımsız, ölünceye kadar gerçeği bilme, doğruyu bulma ve hakikate ulaşma
mücadelesi olarak gördüğümüzde, yaptığımız işe ruh katmış oluruz.
Akademik
kariyer unvanları gibi dışsal birtakım takdir, ödül ve imkânlar, ulaşılacak amaç
değil, yolda giderken edinilen ek kazanımlar olarak düşünülmelidir. Araçlar
amaç hâline getiriliğinde, sadece profesör olmayı hedeflemiş bir kişinin, bu
hedefe ulaştıktan sonra insanlık için bir yük oluşturacağı unutulmamalıdır.
Akademisyenlik;
unvanlara endeksli değil, onlardan bağımsız bir entelektüel faaliyet olarak
görülmeli ve ölünceye kadar keşfetme, anlama ve açıklama mücadelesi
sürdürülmelidir.
***
Netîce
olarak, üniversitelerin evrensel bilgi üretmesi ve toplumsal fayda sağlaması,
oralarda iyi bir bilim ve fikir kültürünün hâkim olması, sistemin içinde yer
alacak akademisyenlere bağlıdır. Adaletli bir seçme sistemi ile yetenekli
kişiler akademinin kapısından içeri girebilmelidir.
Akademik
kimlik inşâ süreci, bir alandan yola çıkarak kendini iyi bir insan olarak
yetiştirme, doğru ve yanlışı ayırma ve de çalıştığı alanla ilgili insanlara
faydalı olma niyetiyle başlamalıdır. Yolculuk, okumaya ve araştırmaya ilgi
duyarak, eleştirel bakış ile birlikte kavramsal beceri kazanarak, bir ömür
sürecek talebelikle sürekli öğrenme ve gelişim çizgisinde, hikmete (üst/derinlikli
bilgi) ulaşma gayreti ile devam etmelidir.
Entelektüel olarak istifade edeceğimiz evrensel bilgi üreten, insanların faydalanacağı eserler bırakan ve birikimini gelecek kuşaklara aktaracak öğrenciler yetiştiren akademisyenler, böyle bir inşâ süreci ile ortaya çıkacaktır.