Akademide kişiye özel ilân olmamalı mı?

Aynı üniversitede yıllardır emek veren araştırma görevlisi vardır, doktorası bittikten sonra doktor öğretim üyesi olmak isteyecektir. Veya doçentlik belgesini alan öğretim üyesi vardır, doçent olmak isteyecektir; başarılı bir doçent vardır ve süresini doldurmuştur, profesör olmak isteyecektir. İşin bu tarafı görülmezse, dışarıdan doçent alınıyor ama kişiye özel şartlar yazılmış denilebilmektedir. İçeride o üniversiteye yıllarca hizmet etmiş ve genel olarak yükselme kriterlerine haiz kişileri, genel bir ilân ile dışarıdakilerle yarıştırmak doğru mudur?

ÜNİVERSİTELERE öğretim elemanı alımlarında yazılan ilân şartları uzun süredir tartışılmaktadır. Çünkü ilân şartına yazılan maddelere uygun her nasılsa Türkiye’de sadece bir kişi bulunabilmektedir. Hatta bu işle ilgili insanların kendi aralarında “Kişinin sadece ayakkabı numarasını yazmadıkları kalmış!” şeklinde klişe bir tepki vermeleri âdet hâline gelmiştir.

“Kişiye özel ilân olmalı mı, olmamalı mı?” tartışmasından önce, sistemin resmî çerçevesine ve fiilî işleyişine bakmakta yarar vardır.

Resmî olarak bakıldığında, üniversiteler öğretim üyesine (profesör, doçent, doktor öğretim üyesi) veya bunların dışındaki öğretim elemanlarına (araştırma görevlisi, öğretim görevlisi) ihtiyaç duyduklarında, üniversite içindeki prosedürü tamamlayıp bu taleplerini gerekçeleriyle beraber yazarak Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına (YÖK’e) iletirler. YÖK’ten onay geldikten sonra ilâna çıkılır, ilânda hangi birime hangi niteliklere sahip öğretim elemanı alınacağı yazılır. Bütün üniversitelerde standart olması gereken genel kriterler vardır.

Araştırma görevlisi olabilmek için lisans mezunu olmak ve yüksek lisans yapıyor olmak; öğretim görevlisi için yüksek lisans bitirmiş olmak; doktor öğretim üyesi olmak için doktora yapmış olmak; doçent atanabilmesi için doçentlik belgesine sahip olmak; profesör atanmak için en az beş yıl doçent olarak üniversitede çalışmak gibi…

Bu genel kriterlerin yanında, üniversiteler kendi ihtiyaç duydukları özel şartları da yazabilmektedirler. Tartışmalar işte bu özel şartlara odaklanmaktadır.

Resmî Gazete ve üniversitelerin web sitelerinde yayınlanan ilâna şartları uyanlar başvururlar. Hangi unvandan öğretim elemanı alınacaksa onların kendi içlerinde farklı prosedürleri vardır. Meselâ araştırma görevlisi alımlarında ALES, yabancı dil, lisans başarı ortalaması ve bilim sınavı üzerinden bir sıralama yapılırken, doçent alımlarında üniversitelerin atama ve terfi yönetmeliklerine göre bilimsel çalışmaları ihtiva eden dosyalar üzerinden bir değerlendirme yapılır.

Tartışmaların “özel şartlar” üzerinden yürüdüğünü tekrar hatırlatalım. Çünkü alınacak kişileri tanımlayan nitelikler burada ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki, iktisat bölümü iktisat tarihi anabilim dalına bir doktor öğretim üyesi alınacak, olması gereken “iktisat tarihi alanında doktora yapmış olmak” iken, oraya şöyle bir şart yazılabilmektedir: “İktisat tarihi alanında doktora yapmış ve ilkel toplumlarda ekonomik mübadele yöntemleri konusunda çalışmış olmak…”

Muhtemelen düşünülen adayın tezi ya da bir makalesi, “ilkel toplumlarda ekonomik mübadele yöntemleri” ile ilgilidir. İktisat tarihi alanında doktora yapmış birçok kişi bulunabilir ama bunun yanında belirtilen konu ile ilgili çalışma yapan kişi sayısının birden fazla olması çok zordur. Bu yönteme yöneltilen eleştiriler üzerine 9 Mart 2021’de “Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”te, yürürlükte olan 30449 sayılı yönetmeliğin üçüncü maddesine şöyle bir fıkra eklenmiştir:

“(3) İlâna başvuru koşulu olarak adayların lisansüstü tez veya uzmanlık tezi adlarının bir kısmı veya tamamı yazılamayacağı gibi ilânda sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şartlara da yer verilemez.

Burada değişikliğin öğretim üyeleri (doktor öğretim üyesi, doçent, profesör) ile ilgili olduğunu, diğer öğretim elemanlarını (araştırma görevlisi, öğretim görevlisi) kapsamadığını belirtelim. Diğer öğretim elemanları için kişiye özel şartlar yazılması kolay değil.

Bu değişiklik gazetelerde liyakat ve fırsat eşitliğini arttırmak amacıyla bir değişim olarak yer aldı. Önceki ilânlarda kişilerin tezleri çalışma alanı olarak yazılabiliyordu, şimdi yazılamayacak. Ancak tez adlarının dışında bir şartın “sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şart” olup olmadığı nasıl belirlenecek? Bu düzeltme girişimi hem hâlâ üstü örtülen probleme tam olarak el atmıyor, hem de iddia edildiği kadar kesin bir çözüm sunmuyor.

Şimdiye kadar anlattıklarımız işin resmî işleyişi ve onun üzerinden yürüyen tartışmalar. Fiilî duruma bakarsak, iş dışarıdan göründüğü gibi değil. Üniversitelerin kişilere özel ilân çıkardıkları konusuna pek itiraz eden çıkmaz. Yani çoğu ilânda önce adayın bulunduğu, ondan sonra ona uygun şartlar yazıldığı ve ilâna öyle çıkıldığı kanaati yaygındır. İlân, öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için değil, bulunan bir adayı alabilmek içindir. Bunun istisnaları elbette vardır. Öğretim üyeleri açısından cazip olmayan üniversiteler, taşralardaki meslek yüksekokulları tercihe şayan olmadıkları için buralarda ihtiyaç temelli ilânlara çıkılabilir. Ama bunların dışında çoğu ilân için alınacak kişi bellidir, çok anormal bir durum olmadıkça niyet edilen kişi alınır.

Bu hatalı mıdır? Dışarıdan bakıldığında öyle. Ama içeriden hiç de öyle görünmemektedir. Aslında çoğu ilânda da zaten dışarıdan ihtiyaca göre öğretim üyesi alınmaya çalışılmaz. İçeride bu işi hak etmiş öğretim üyelerine bu fırsat tanınmış olur.

Şöyle ki; aynı üniversitede yıllardır emek veren araştırma görevlisi vardır, doktorası bittikten sonra doktor öğretim üyesi olmak isteyecektir. Veya doçentlik belgesini alan öğretim üyesi vardır, doçent olmak isteyecektir; başarılı bir doçent vardır ve süresini doldurmuştur, profesör olmak isteyecektir. İşin bu tarafı görülmezse, dışarıdan doçent alınıyor ama kişiye özel şartlar yazılmış denilebilmektedir. İçeride o üniversiteye yıllarca hizmet etmiş ve genel olarak yükselme kriterlerine haiz kişileri, genel bir ilân ile dışarıdakilerle yarıştırmak doğru mudur?

Adalet, fırsat eşitliği ve liyakat temelli bir çözüm bulunacaksa, üniversitelerin kendi içlerinde yapacakları terfileri dış alımlardan ayırmak gerekir. Şu an bir fakültede doçent, profesör olma kıvamına gelmişse, aynı üniversitede genel ilâna çıkılmadan (kamuoyunun gözünde de kişiye özel bir ilân çıkmış tartışması açılmamış olur) farklı bir prosedürle bu işin takdir ve tayinin yapılması daha uygun olacaktır. Eğer içeriden böyle bir aday yoksa ve gerçekten öğretim üyesine ihtiyaçları varsa, o zaman o bildiğimiz fırsat eşitliği ve liyakat tartışması yapılabilir. Böyle bir durumda bile üniversiteler, kendilerine katkı yapma potansiyeli olan öğretim üyelerini alabilme inisiyatifine sahip olmalıdırlar.

Bu işin keyfiliğinin önüne geçmek için aslında çözümü öğretim üyesi üzerinden değil, akademinin başında ilk girişi olan araştırma görevliliği üzerinden kurgulamak gerekir. Eğer işin başında fırsat eşitliğini sağlar ve liyakate önem verirsek, süreç içindeki esneklikler çok da problem olmayacaktır.