AKADEMİNİN en nihaî
hedeflerinden biri, bilimsel bir ürünün dünya ölçeğinde ortaya konulmasıdır. Bunlar
bilimsel makale, patent ve proje olabildiği gibi, sosyal içerikli yeni kültürel,
medenî ve sanatsal faaliyetler de olabilir. Bu ürünlerin dünyaya duyurulduğu
plâtformların büyük çoğunluğunun Batılı devletlerin himayesinde olduğunu en
baştan belirtmekte yarar vardır.
Sanatsal
faaliyetlerin evrensel anlamda bizim dokumuzu yansıtan yönleri Batılı
sahnelerde pek izin alamaz. Bilimsel makalelerin de çok büyük çoğunluğu yine Batılıların
ellerinden geçmektedir. Üstelik bunların hem yayın hakkı, hem de basımdan sonraki
erişimi de yine Batılıların elindedir. Son yıllarda Arap ülkelerinden bazı
bilimsel dergiler ortaya çıksa da yayın hayatlarını yine bu Batılı yayın
şirketlerinin şemsiyesi altında faaliyet yürütmektedirler.
Hindistan,
Brezilya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler kendi bilimsel yayınlarını
kurma gayretine girmiş, ancak bunlar arasında öne çıkabilen sadece Hindistan
olmuştur. Hindistan dergilerinin ücretli olması, akademik şüpheleri de
beraberinde getirmiştir. Yine de Hindistan’ın ücretsiz olarak bilimsel makale
basan dergilerinin evrensel düzeyde olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye,
son 15 yıl içerisinde kurduğu 150 civarındaki yeni üniversite ile tam anlamıyla
doğru bir adım atmıştır. “Bu uğurda bir devrim gerçekleştirmiştir” dense
yeridir. Zira bilimsel ürünlerin nitelik kazanması, nicelik (fazla sayıda
akademik çalışma) ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle bilimsel çalışmaların
resmî yerleri olan üniversitelerin sayılarına itiraz kabul edilemez.
Üniversitelerdeki
kalitenin konuşulması ve tartışılması, doğal ve doğru olan bir süreçtir.
Üniversite sayılarının artmasıyla ülkede üretilen bilimsel ürünlerin de
arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak kalite ve bilimsel ürün açısından
istenilen düzeyde olduğumuz ise maalesef söylenemez. Bu ise normal bir
süreçtir. Zira bu kadar kısa sürede akademik bir atılım gerçekleştirmek, Batı’nın
asla becerebileceği bir durum değildir. Türkiye ise bunu başarmıştır.
Akademide
kalite ve belirleyici otorite olmakta ciddî sorunların olduğu açık ve nettir. Bunun
iki ana nedeni vardır: İlki, üniversite yönetimlerinin durumu; diğeri ise,
akademik yükseltme ve bilimsel otorite olma sorunudur. Üniversite
yönetimlerinin olumsuz yönleri üzerine yeteri kadar yazı kaleme alınmıştır. Bu
yazıların büyük oranda sorun ve çözümleri ortaya koyduğu söylenebilir.
Akademi
dünyasında atama ve yükseltme kriterlerinin ilk başta geleni bilimsel
yayınlardır. Bu yayınların özellikle fen alanında olanlarının büyük çoğunluğu da
girişte ifade edildiği üzere Batılı dergilerde basılmaktadır. Bu yayınlar
elbette hakemlerden geçerek basılmaktadır. Ancak öyle durumlar oluyor ki
editörler işe müdahale edebiliyor. Müdahalenin ana nedeni, dergilere olan
talebin ya fazlalığı ya da yayının derginin kapsam alanının dışında olmasıdır.
Ancak
bunlar iyi niyetli olan bir tutumken, bazı kritik bilimsel çalışmaların asla
yayınlanmadığı da oluyor. Buna ek olarak, bilimsel yayın açısından en
zirvelerde giden derginin yılda birkaç sayısı kültürel, politik, siyâsî veya
medeniyet eksenli yönlendirme şeklinde olabiliyor.
Yayınlar
genellikle sosyal ve fennî olarak iki ana damarda ilerlerken, pandemiyle
birlikte fennî olayların sosyal yorumları da ortaya çıkmaya başladı.
Nanoteknolojinin fen alanlarını birleştirme özelliğinin yanında pandeminin fennî-sosyal
alanları da birleştirme işlevi görmesi kabul edilmiş durumdadır. Bunlara ilâveten
dijital teknolojinin yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte çalıştay ve
konferansların da dijital/çevrimiçi olarak yapılmaya başlanması, bilimsel
çalışmalardaki tıkanıklığı ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’ye
baktığımızda, bilimsel yayınların basıldığı dergilerin bir elin parmaklarını
geçmediği görülür. Bazı kurum ve enstitüler düzenli bilimsel dergiler yayınlasalar
da bunlar bilim dünyasındaki indekse girmemektedirler. Doçentlik sınavına
müracaat etmede zorunlu olduğundan akademisyenler bu dergilerde birer yayın
yapıyorlar. Büyük çoğunluğu da burada basılan yayının “boşa gittiği”
düşüncesine hâkimler.
Türkiye
akademisyen, kurum ve üniversiteleriyle dünya ölçeğinde bir duruma sahiptir. Bilimsel
dergilerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Düşünebiliyor musunuz, Türk
üniversitelerinde akademik yükselme için Batılı dergilerin (fikirlerin)
kıskacından geçmek zorundasınız! Üstelik telif hakları da Batılı dergilere
geçmektedir. “Bir süre buna mecburduk” dense yeridir. Artık donanım açısından
Türkiye de yeteri kadar bir potansiyele erişmiştir. Bu sorunun çözümü çok kolay
ve getirisi de çok yüksektir. Türkiye’nin akademik kaostan çıkışının da öncüsü
olacağı açıktır.
Mevcut
şartlar altında TÜBİTAK bünyesindeki dergiler yeterli değildir. Öncelikle
TÜBİTAK, YÖK veya İletişim Başkanlığı’nda sadece bilimsel dergiler için yeni bir
birim kurulmalıdır. En az 500 dergi ile yayın hayatına başlayacak bir sistem
oluşturulmalıdır. Bunlardan 100 tanesi sosyal, 200 tanesi sağlık ve 200 tanesi
de fen-mühendislik alanlarında olmak üzere bu oluşum gerçekleştirilmelidir.
Dergilerin baş editörleri belirlenip dünya çapında konusunda uzman, yerli ve
yabancı editörler her bir dergi için atanmalıdırlar. İlerleyen 2 yıl içerisinde
dergilerin dünya ölçeğinde bilimsel indekslere girecek şekilde çok ciddî şekilde
yapılanmaları sağlanmalıdır.
Gelecek
3 yıl içerisinde ise dergi sayısının “bin” adet olmasına odaklanılmalıdır. Bir
süre bu şekilde yol alındıktan sonra dergilerin aksayan yönleri ortaya konulmalı
ve çözüm üretilmelidir. Bu şekilde yayın hayatına giren Türkiye, kabuğunu
kıracak ve akademi ise kaostan çıkacaktır.
Özellikle
eksen kaymasının yaşandığı günümüzde bu konuda Çin, Rusya, Türk cumhuriyetleri
ve Hindistan gibi ülkelerin taleplerinin fazla olacağı açıktır. Bu dergilerin
konu kapsamı içerisinde mânevî ve irfanî özelliklerin konulması da gerçek
entelektüel bilgini açığa çıkmasını sağlayacaktır.
Dergilerin fen, mühendislik, sosyal ve sağlık alanında olanlarının yanında “fikrî iktidar” olmanın değerlerini yansıtacak bilimsel dergiler de özellikle ve titizlikle ortaya konulmalı ki Batı’ya alternatif yeni bir medeniyet tasavvuru ortaya sürülebilsin. Böyle bir yapılanma ve dergilerin yayınevinin olduğu kurum, “daha adil bir dünyanın” mümkün olduğunu bilim ekseninde de ortaya koyacaktır ki bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır! Zira sosyal, sağlık, fen ve mühendislik alanındaki Batılı dergilerin hiçbirisi Hıristiyanlığa aykırı bir yayın açısından tarafsız değildir. Batılı sosyal içerikli dergilerin büyük çoğunluğu da İslâm’ın akış yönünü değiştirmeye yöneliktir.