Akademide kaostan çıkış

Türkiye akademisyen, kurum ve üniversiteleriyle dünya ölçeğinde bir duruma sahiptir. Bilimsel dergilerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Düşünebiliyor musunuz, Türk üniversitelerinde akademik yükselme için Batılı dergilerin (fikirlerin) kıskacından geçmek zorundasınız! Üstelik telif hakları da Batılı dergilere geçmektedir. “Bir süre buna mecburduk” dense yeridir. Artık donanım açısından Türkiye de yeteri kadar bir potansiyele erişmiştir. Bu sorunun çözümü çok kolay ve getirisi de çok yüksektir. Türkiye’nin akademik kaostan çıkışının da öncüsü olacağı açıktır.

AKADEMİNİN en nihaî hedeflerinden biri, bilimsel bir ürünün dünya ölçeğinde ortaya konulmasıdır. Bunlar bilimsel makale, patent ve proje olabildiği gibi, sosyal içerikli yeni kültürel, medenî ve sanatsal faaliyetler de olabilir. Bu ürünlerin dünyaya duyurulduğu plâtformların büyük çoğunluğunun Batılı devletlerin himayesinde olduğunu en baştan belirtmekte yarar vardır.

Sanatsal faaliyetlerin evrensel anlamda bizim dokumuzu yansıtan yönleri Batılı sahnelerde pek izin alamaz. Bilimsel makalelerin de çok büyük çoğunluğu yine Batılıların ellerinden geçmektedir. Üstelik bunların hem yayın hakkı, hem de basımdan sonraki erişimi de yine Batılıların elindedir. Son yıllarda Arap ülkelerinden bazı bilimsel dergiler ortaya çıksa da yayın hayatlarını yine bu Batılı yayın şirketlerinin şemsiyesi altında faaliyet yürütmektedirler.

Hindistan, Brezilya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler kendi bilimsel yayınlarını kurma gayretine girmiş, ancak bunlar arasında öne çıkabilen sadece Hindistan olmuştur. Hindistan dergilerinin ücretli olması, akademik şüpheleri de beraberinde getirmiştir. Yine de Hindistan’ın ücretsiz olarak bilimsel makale basan dergilerinin evrensel düzeyde olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Türkiye, son 15 yıl içerisinde kurduğu 150 civarındaki yeni üniversite ile tam anlamıyla doğru bir adım atmıştır. “Bu uğurda bir devrim gerçekleştirmiştir” dense yeridir. Zira bilimsel ürünlerin nitelik kazanması, nicelik (fazla sayıda akademik çalışma) ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle bilimsel çalışmaların resmî yerleri olan üniversitelerin sayılarına itiraz kabul edilemez.

Üniversitelerdeki kalitenin konuşulması ve tartışılması, doğal ve doğru olan bir süreçtir. Üniversite sayılarının artmasıyla ülkede üretilen bilimsel ürünlerin de arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak kalite ve bilimsel ürün açısından istenilen düzeyde olduğumuz ise maalesef söylenemez. Bu ise normal bir süreçtir. Zira bu kadar kısa sürede akademik bir atılım gerçekleştirmek, Batı’nın asla becerebileceği bir durum değildir. Türkiye ise bunu başarmıştır.

Akademide kalite ve belirleyici otorite olmakta ciddî sorunların olduğu açık ve nettir. Bunun iki ana nedeni vardır: İlki, üniversite yönetimlerinin durumu; diğeri ise, akademik yükseltme ve bilimsel otorite olma sorunudur. Üniversite yönetimlerinin olumsuz yönleri üzerine yeteri kadar yazı kaleme alınmıştır. Bu yazıların büyük oranda sorun ve çözümleri ortaya koyduğu söylenebilir.

Akademi dünyasında atama ve yükseltme kriterlerinin ilk başta geleni bilimsel yayınlardır. Bu yayınların özellikle fen alanında olanlarının büyük çoğunluğu da girişte ifade edildiği üzere Batılı dergilerde basılmaktadır. Bu yayınlar elbette hakemlerden geçerek basılmaktadır. Ancak öyle durumlar oluyor ki editörler işe müdahale edebiliyor. Müdahalenin ana nedeni, dergilere olan talebin ya fazlalığı ya da yayının derginin kapsam alanının dışında olmasıdır.

Ancak bunlar iyi niyetli olan bir tutumken, bazı kritik bilimsel çalışmaların asla yayınlanmadığı da oluyor. Buna ek olarak, bilimsel yayın açısından en zirvelerde giden derginin yılda birkaç sayısı kültürel, politik, siyâsî veya medeniyet eksenli yönlendirme şeklinde olabiliyor.

Yayınlar genellikle sosyal ve fennî olarak iki ana damarda ilerlerken, pandemiyle birlikte fennî olayların sosyal yorumları da ortaya çıkmaya başladı. Nanoteknolojinin fen alanlarını birleştirme özelliğinin yanında pandeminin fennî-sosyal alanları da birleştirme işlevi görmesi kabul edilmiş durumdadır. Bunlara ilâveten dijital teknolojinin yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte çalıştay ve konferansların da dijital/çevrimiçi olarak yapılmaya başlanması, bilimsel çalışmalardaki tıkanıklığı ortadan kaldırmıştır.

Türkiye’ye baktığımızda, bilimsel yayınların basıldığı dergilerin bir elin parmaklarını geçmediği görülür. Bazı kurum ve enstitüler düzenli bilimsel dergiler yayınlasalar da bunlar bilim dünyasındaki indekse girmemektedirler. Doçentlik sınavına müracaat etmede zorunlu olduğundan akademisyenler bu dergilerde birer yayın yapıyorlar. Büyük çoğunluğu da burada basılan yayının “boşa gittiği” düşüncesine hâkimler.

Türkiye akademisyen, kurum ve üniversiteleriyle dünya ölçeğinde bir duruma sahiptir. Bilimsel dergilerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Düşünebiliyor musunuz, Türk üniversitelerinde akademik yükselme için Batılı dergilerin (fikirlerin) kıskacından geçmek zorundasınız! Üstelik telif hakları da Batılı dergilere geçmektedir. “Bir süre buna mecburduk” dense yeridir. Artık donanım açısından Türkiye de yeteri kadar bir potansiyele erişmiştir. Bu sorunun çözümü çok kolay ve getirisi de çok yüksektir. Türkiye’nin akademik kaostan çıkışının da öncüsü olacağı açıktır.

Mevcut şartlar altında TÜBİTAK bünyesindeki dergiler yeterli değildir. Öncelikle TÜBİTAK, YÖK veya İletişim Başkanlığı’nda sadece bilimsel dergiler için yeni bir birim kurulmalıdır. En az 500 dergi ile yayın hayatına başlayacak bir sistem oluşturulmalıdır. Bunlardan 100 tanesi sosyal, 200 tanesi sağlık ve 200 tanesi de fen-mühendislik alanlarında olmak üzere bu oluşum gerçekleştirilmelidir. Dergilerin baş editörleri belirlenip dünya çapında konusunda uzman, yerli ve yabancı editörler her bir dergi için atanmalıdırlar. İlerleyen 2 yıl içerisinde dergilerin dünya ölçeğinde bilimsel indekslere girecek şekilde çok ciddî şekilde yapılanmaları sağlanmalıdır.

Gelecek 3 yıl içerisinde ise dergi sayısının “bin” adet olmasına odaklanılmalıdır. Bir süre bu şekilde yol alındıktan sonra dergilerin aksayan yönleri ortaya konulmalı ve çözüm üretilmelidir. Bu şekilde yayın hayatına giren Türkiye, kabuğunu kıracak ve akademi ise kaostan çıkacaktır.

Özellikle eksen kaymasının yaşandığı günümüzde bu konuda Çin, Rusya, Türk cumhuriyetleri ve Hindistan gibi ülkelerin taleplerinin fazla olacağı açıktır. Bu dergilerin konu kapsamı içerisinde mânevî ve irfanî özelliklerin konulması da gerçek entelektüel bilgini açığa çıkmasını sağlayacaktır.

Dergilerin fen, mühendislik, sosyal ve sağlık alanında olanlarının yanında “fikrî iktidar” olmanın değerlerini yansıtacak bilimsel dergiler de özellikle ve titizlikle ortaya konulmalı ki Batı’ya alternatif yeni bir medeniyet tasavvuru ortaya sürülebilsin. Böyle bir yapılanma ve dergilerin yayınevinin olduğu kurum, “daha adil bir dünyanın” mümkün olduğunu bilim ekseninde de ortaya koyacaktır ki bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır! Zira sosyal, sağlık, fen ve mühendislik alanındaki Batılı dergilerin hiçbirisi Hıristiyanlığa aykırı bir yayın açısından tarafsız değildir. Batılı sosyal içerikli dergilerin büyük çoğunluğu da İslâm’ın akış yönünü değiştirmeye yöneliktir.