BEBEKLERDEN neler
öğrenebiliriz? Onlar okula gitmezler. Onların okulları hayattır. Hayattan,
tecrübelerden, düşüp kalkmalardan birer öğüt devşirirler. Bir kod ile dünyaya
gelirler ve yazgılarını buna göre şekillendirirler.
Hepimiz
kendi parmak izlerimizi taşıyoruz. Hepimizin birer ismi var. Yaşantımızı
kodlarımıza uygun bir şekilde düzenlersek, ibadetimiz oluyor. Kodlarımızı yok saydığımızda
ise ömür boyu bir yük taşıyoruz omuzlarımızda.
Bu
öğretiyi, hayatın zorunlulukları sebebiyle tam da kendimi yok sayacağım bir
vakitte Nesrin Çaylı Hocamdan edindim. Elimi avucuna alıp, parmaklarımı beraber
teker teker inceledikten sonra, “Baksana, her parmak izin birbirinden farklı ve
bu izlerden sadece sende var! Sen, Feyza’sın!” demişti. Ömrümdeki en kıymetli
şeyi keşfetmiş gibiydim; parmak izlerimi...
Dünyadaki
eğitim sistemleri ne yazık ki insanî kodlarımızı yok saymakta. Hepimizi tekdüze
bir çembere dâhil etmekte. Bu çemberde yitip giden mutsuz insanlarımızın
sayıları çok! Konuyla ilgili olarak tecrübeli
eğitimci Ken Robinson’un TED konuşmasına göz atalım istiyorum.
“Yeryüzündeki tüm eğitim
sistemleri benzer bir hiyerarşiye sahiptir” diyor Bay Robinson, “En tepede matematik
ve diller, sonra insanî bilimler ve en altta sanat… Gezegenimizde çocuklara her
gün matematik öğrettiğimiz şekliyle dans öğreten bir eğitim sistemi yok.
Neden?”.
Sahiden,
niçin hepimiz doktor, mühendis, mimar, avukat, öğretmen olduk? Niçin
müfredatımızda resim dersleri tek saat oldu ve matematik öğretmenlerimiz eksik
konularında müzik/resim/beden eğitimi gibi derslerimizi aldılar?
Çocuktuk,
çokça enerji ve renge sahiptik. Neden dans etmedik, şarkı söylemedik bir dersi
öğrenir gibi? Hatırlıyorum da, biraz komik ama müzik dersinden 5 üzerinden 3
almıştım flüt çalamadığım için. Keman çalsaydım o zaman veya piyano? Ya da bir
şarkı söyleseydim?
(Not:
Neyse ki matematikten 3 almamıştım. Ailem müzik dersinden 3 almamdan çok da
rahatsız olmamıştı. Ama ben o gece ağlamıştım.)
Neden
hep can yakan kalıplarımız var? Neden sevdiğimiz alanlara yönelemiyoruz? Neden
sevdiğimiz alanlarda işsiz kalır, sıkıntı çekeriz?
Tüm
bu “neden” sorularının üzerine Bay Robinson diyor ki, “Halk eğitimi ne içindir?
Bu soruyu sorduğunuzda, şu kanıya varacaksınız: Eğitim sistemimiz akademik
yetenekler göz önünde bulundurularak dizayn edildi. Bunun böyle
gerçekleşmesinin bir sebebi var. Bütün sistem 19’uncu yüzyıldan önce, dünya
çapında ortalıkta herhangi bir eğitim sistemi yokken ilk defa ortaya çıktı. Ve
dahası, hepsi endüstrileşmenin ihtiyacını karşılamak üzere oluşturuldu! Bu
hiyerarşinin temelinde iki fikir var: Birincisi, en tepede iş sahası için en
faydalı konular yer alacak. İkincisi, zekâ algımızı domine eden akademik
yetenekler… Çünkü sistemi üniversiteler dizayn etti. Eğer bütün dünyadaki
eğitim sistemlerini düşünürseniz, halkın eğitimi, öğrencileri üniversiteye
hazırlayan bir süreçten öte bir anlam taşımamaktadır. Bu sistemle beraber
birçok yaratıcı zeki insan, aslında hiç de öyle olmadıklarını düşünüyor.”
Çünkü
iyi olduğumuz şeylere değer verilmiyor! Daha da fenası, kimi zaman
küçümseniyor! Aynı zamanda hata payı da bırakmıyor bu sistem bizlere. Yapılan
bir hatada sistem, eliyor ve yok sayıyor. Bu durum aynı zamanda bizi yanlış
yapmaktan da korkutuyor.
“Bebeklerden
neler öğrenebiliriz?” demiştik yazının başında, bebekler hata yaparak
öğreniyor, korkmuyor ve tekrar deniyorlar. Çünkü onları, “bilmedikleri için
yargılamıyor, öğrenmelerine yardımcı oluyoruz”. Fakat büyüdükçe yanlış
yapmaktan korkar hâle gelen de onlar. Çünkü hata yapanı ayrıştırmaya meyilli
bir sistem ile yetiştiriliyorlar. Yetiştiriyoruz!
O
zaman, bize bir ödev: Okullarda yeterince üzerinde durulmayan bu alanları kendimiz
çözelim! Sanata ve spora yönelelim. Biz önemsersek, bir gün bir şeyler elbet
değişir.
Kendi
akademimizi kurmaya ne dersiniz?