Akabe (9)

Bu doğru değildi ve Meltem bütün bunları söylerken, “Annemin bu hikâyesine ben de destek olacağım, ama bütün gerçekleri biliyorum” diye bağıran gözleri, Nadim’i utançtan kuyulara indirip indirip çıkartıyordu.

YIKIK duvar diplerinde en içsel itirafları yaşayan Nadim, duaya bağlanan ömrünü bir hastane odasında yeniden tadıyordu. Bu başka bir zamandı, her şey daha kötüydü ve her şey daha iyiydi.

Neşenin ve saadetli zamanların haykıran melodileri duyulmuyordu ama sığ sevgisizliklere göz açtıran sabahların boşluğu da dinmişti. Kalbindeki yükler öyle bir el hareketiyle bertaraf edilecek gibi değildi ama kederli ve telaşlı adımların ağırlığından da azadeydi. Hayatın bütün kesitlerinden ayrılan parçalar henüz birbirine uyumla bir araya gelmemişti fakat bütün parçalar avuçları içindeydi.

Hastane yataklarının yaşam ve ölüm arası frekansında, gerçek hayata benzer bir titreşim duyuldu. Doktorlar başına toplanmış, Meltem kadrajdan çıkmıştı. Yeni bir rüyaya gözlerini kapayacaktı; zihninde rüyaya dalmadan hemen önceki taksim geçişleri başlamıştı. Yıllara benziyordu geçen aylar. Haftaların kokusu ciğerlerine doluyor, acı hatıraların yanık izi, oksijenin tadına karışıyordu.

Günler günleri, saatler saatleri yakalıyordu. Artık Feriha da yanındaydı.

Ah Feriha! O da aylar önce böyle derin uykulardan uyanmış, kendini yeniden keşfettiği ilk kalp sancısında polislere olayı anlatırken nezaketi sanata dönüştüren duvar süsleme ustalarına taş çıkarmıştı.

Sözüm ona Feriha o gün yerleri silip yatmış, Nadim kapıyı çalınca telaşla koşmuş, kapıda çıkan tartışma sırasında ayağı kaymış ve düşmüştü. Tam da böyle söylemişti polislere, Meltem’e, sorana sormayana…

Meltem o geceki olayı gözün nesne-ışık ilişkisinden doğan kabiliyetinde izlememişti ama yıllara yayılan sevgisizliği akıl ve kalp yoluyla anlayacak kadar kendindeydi. Nadim, komadan uyanıp da doktorlarla ilk mesaisini gerçekleştirdiği günü aralıklı rüya seanslarıyla bitirmiş, polislerin olayı bir de Nadim’den dinlemesi birkaç günü bulmuştu. Annesinin duvar süsleme sanatını bilen Meltem, babasına da bir masal anlatmıştı.

Meltem: “Polisler sana da soracak baba. Annem anlattı olayı…”

Nadim için en önemsiz detaylardan biriydi bu. Çünkü o, nedametin kızgın kuyularında aylarını tüketmiş, derin kuyuları gün ışığına bağlayan merdivenlere tutunur gibi dualara tutunmuş, kendi için böyle bir felah düşünmemişti. Onun tek ümidi, kendini ailesine ve Rabbine affettirebilmekti. Bunun için birkaç nefese daha ihtiyacı vardı ve o nefesler Rabbi tarafından tekrar bahşedilmişti.

“Annem anlattı olayı…”

Bu cümle Nadim’in kabulündeydi. Zaten o gece o kaza olmasaydı, kendi de anlatacaktı, cezası neyse çekecekti. Teslimiyeti secdelerde aramaya kararlı bir baş için bu teslimiyet de kaçınılmazdı. Ama Meltem, sözlerine uzak şehirlerin tanımsız sokaklarına sapar gibi devam etti: “O gece yerlerin ıslak olması, sizin tartışmanız ve annemin ayağının kayması büyük şansızlık. Ama çok şükür, ikiniz de iyisiniz artık…”

Nadim’in içinde şöyle bir haykırış şaha kalktı: “Ayağının kayması mı?”

Bu doğru değildi ve Meltem bütün bunları söylerken, “Annemin bu hikâyesine ben de destek olacağım, ama bütün gerçekleri biliyorum” diye bağıran gözleri, Nadim’i utançtan kuyulara indirip indirip çıkartıyordu. Bir şey söyleyebilmek istedi. Ağır bedeni, kurumuş boğazı ve utancın kızılca saltanatı dilini bağlıyordu. O gece ve o gecenin ardına sıralanan günler boyunca rüyalarında tekrar eden en hakikatli cümlelerden birini söyleyebilecek kadar zorladı kendini.

Nadim: “Affedin beni!”

Meltem, “Affedilecek bir şey yok baba” derken, gözlerini yere devirmiş, cümlesinin noktaya vardığı anda odanın kapısına varmıştı. Bu ilk temastı Nadim’le Meltem’in kalbi arasında. Ve bu temastan sonra ne bir göz göze gelişe, ne bir söze, ne de bir sese yer kalmıştı.

Nadim yine de gerçekleri polislere anlatmak istiyordu. Ama Feriha’nın ısrarları ve kendini affettirmek için çabalayacağı yeni hayatına bir şans verme arzusu, onu da aynı süsleme sanatının ustası yaptı. O da polislere olayı, Feriha’nın yumuşatılmış hikâyesinden dinlediği şekliyle anlattı.

Komşulardan alınan ifadelerde tartışmalara dair duyumlar sabitti. Zaten Feriha da bütün öyküsünü, yayılan gerçekliklere zıt düşmeyecek şekilde oluşturmuştu.

Meltem ve Feriha hastanede geçen ayları ümide bağlıyor, Nadim’e bir bebek gibi bakıyorlardı. Anne-kız her zaman şefkat ve merhamet doluydu da Feriha’yı ölümlerden döndüren olayı bu kadar çabuk bertaraf edebilmelerinde bir başka yıkım daha vardı.

Nadim’in geri kalan ömründe kendini affettirmeye adadığı nefesleri, bir tekerlekli sandalye üzerinde, Feriha’nın ve Meltem’in merhamet dolu bakışları eşliğinde alınıp verilecekti.

Ama neyse ki Nadim’in ümitleri felç olmamıştı…