NADİM açtı gözlerini. Evdeydi. Kızarmış ekmek kokusu bütün
evi sarmıştı. Sıradan bir güne uyanmanın dinginliği kısa sürdü ve dün gece
yaşananlar bir telaş yükü olup kalbine hücum etti. Yatağından hızla doğrulurken
gövdesinde ve başında korkunç bir sancı hissetti. Kalktı, aynanın karşısında
kendi vahametine baktı. Başı sarılıydı. Karnının sağındaki acıyı tanımak
istercesine kaldırdı tişörtünü,
bandajlıydı. Ellerini yokladı, bütün vücudu kırılmış gibi sancıyordu.
Sabahın ilk saatlerinde bütün bu sancıya rağmen eve
yayılan ekmek kızartması kokusu ve odaya serpilen acemi gün ışıkları, zamanı
huzura boyamıştı. Nadim bu huzur kırıntılarına bir daha hiç kavuşamayacağını
sandığı bir gecenin sabahında bütün odaya göz gezdirdi. Evde olması
şaşırtıcıydı. Bu hayatı ve zamanı anlamlandırma seansını bölen bir ses duyuldu
birazdan…
Meltem: “Baba kahvaltı hazır, gelmiyor musun? Hadi!”
Ne tatlı bir sesti bu. Ama bir o kadar da ürperticiydi.
Çünkü Nadim’in Meltem’le böyle samimi seslenişleri hiç olmamıştı. Dün geceden
sonra bu sevgi frekanslarının evlerinde böyle hoyratça yayılıyor olabilmesi,
gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Odanın kapısı aralandı. Tebessümle Nadim’i süzen
gözler, en anaç tabiatlı kadınların merhamet ve şefkat seremonisinde parlayan
bir çift yakut gibi Nadim’i hedef almış, öylece bakıyordu.
Feriha’ydı bu. Oysa ne güzelmiş Feriha’nın gözleri…
Hatırlıyordu Nadim. Feriha en üşüten akşamlarda bile bu bakışı ortaya serer,
kalpleri ısıtırdı. Ama Nadim ilk defa bu bakıştaki sonsuz sevgilerin kırılgan
ağırlığını işitiyordu. Bir zamanlar Feriha’nın ses tellerindeki titreşimle
tabiata salınan yakarışları bile işitmeyen Nadim, bu sabah bir çift gözün
şefkatinde susulan her şeyi işitiyordu.
Feriha: “Nadim, hadi ekmekler soğuyacak!”
Bu ılıman iklimde ekmekler bile soğuyamazdı. Nadim
böyle aşk dolu bir ses renginde boyanmış sabahı artık sadece odada değil,
kalbinde hissediyordu. Şaşkınlığı bile bastıran bu sevgi melodisini dinlemeye
durdu.
Feriha aynı sıcaklıkta bir cümle daha kurdu: “Duydun
değil mi? Seni bekliyoruz canım!”
“Canım mı?
Daha dün gece canına kast ettiğim bu kadın, sağlıklı, canlı ve karşımda, bir de
bana canım mı diyor?”
Nadim, içinin odalarında gezinip duran soru cümleleriyle
dağılmak üzereydi ki aralarından bir manevrayla sıyrıldı ve ağır adımlarla
odadan çıktı.
Nadim salona girdiğinde, yolu şaşırıp da cennet
köşklerinden birine izinsiz girmiş, birazdan sahibi çıkacak da “Senin yerin cehennem çukuru, burada ne işin
var?” diyecekmiş gibi tedirgin hissetti. Şimdi, salonun girişinde öylece
dururken kızarmış ekmeğin kokusu, sabaha renk katmak için salınan lodosun
pencereden sızışı, demlenmiş çayın Feriha’nın ellerinden bardaklara dökülüşü
beş duyu organına da gerçekliği haykırıyordu. Ama hepsinden de öte, Meltem’in,
babasını salonda görünce koşarak yanına gelişi, gerçekliği yeniden yerle bir
ediyordu.
Meltem babasının koluna girdi, masaya kadar eşlik
etti. Nadim yürürken zorlanıyor, acıdan yüzünü buruşturduğu zamanlarda her
şeyin sansürsüz bir gerçeklikte yaşandığını anlıyordu. Yapılması gerekeni yaptı
Nadim ve çayına iki şeker attı, karıştırdı. Tabağına koyulan kızarmış ekmekler
tereyağıyla süslenmiş, yenmeye hazır bir vaziyette sunulmuştu. Dün geceden
sonra bütün bunlar ne kadar fazlaydı!
Feriha ve Meltem kendisine kızgın değillerdi ama daha
da garip olanı, ikisi de son derece sevgi ve şefkat doluydu. Bunlar elle
tutulmaz duyguların şaşırtıcı yüzüydü de, dün gece Feriha’nın komada yatıyor
oluşu, kendisinin de otoyolda bir kaza geçirişi, bu sabahın sakinliğiyle
uyuşmuyordu. Bu sabah, matematiği, fiziği, kimyayı ve psikolojiyi şaşırtacak
kadar zıtlıklar barındırıyordu ama bir o kadar da güzeldi, özlenendi.
Nadim tereyağlı kızarmış ekmekten bir lokma aldı,
lokmanın yutkunma kaslarına verdiği acıda Feriha’ya vurduğu sahneyi hatırladı.
Feriha’ya baktı, hiçbiri yaşanmamış gibi kusursuz bir tabloya benziyordu. Biraz
daha zorladı hatıra kanallarını. Sahneler birer birer perde açtı fikrinde…
Nadim dün gece iş yerinde yaşadığı korkunç olayın
stresini atmak için arkadaşlarıyla içmeye gitmiş, başında inatçı bir ağrı peyda
olunca keyfini yarım bırakıp eve gelmişti. Apartman kapısını açamayınca zile
basmış, evde uyuyan Feriha ve Meltem kapıyı duymamışlardı. Nadim öfkeyle
apartman kapısına birkaç tekme atmış, komşulardan biri otomatiğe basarak bu
şiddeti sonlandırmıştı. Nadim merdivenleri çıkarken kapıya çıkan komşusu biraz
sessiz olması konusunda onu uyarmış, Nadim, sarhoşluğun verdiği pervasızlıkta
komşusuna da küfretmişti. Kendi dairesinin önüne kadar öfkeyi büyütmüştü Nadim.
Bu defa da anahtarla ev kapısını açmaya yeltenmiş, deliği tutturmakta bir hayli
zorlandıktan sonra güç belâ kapıyı açabilmişti. Feriha ise kapının zorlanma
sesine uyanmış hâlde tam da kapıyı açmak üzere oradaydı. Nadim’le Feriha kapıda
karşılaştıklarında, Nadim’in öfkesi kızgın lavlarını püskürten bir yanardağ
gibi Feriha’ya sıçramış, uyanık olduğu hâlde kapıyı açmamasını kendine hakaret
saymıştı Nadim. Bir an dursaydı, sorsaydı ve dinleseydi Feriha şöyle diyecekti:
“Zili duymamışım, anahtar sesini duyunca fırladım
yataktan ama yetişemedim…”
Evet, tam da böyle söyleyecekti Feriha. Buna bile
gerek yoktu ama Feriha, üşüten akşamları böyle ısıtırdı hep. Alttan alarak,
Nadim’e istediği hürmet ve sevgiyi fazla fazla sunarak…
Nadim için hiçbir cümle kalıbında açıklanamazdı bu
sahne. İş yerindeki korkunç olayın ağırlığı, sarhoşluk, komşuyla kavga, baş
ağrısı ve sevgisizlik, bu gece için kusursuz bir kimyevî sentezdi. Hiç durmadı,
düşünmedi, olanca gücüyle Feriha’ya vurdu. Feriha yere düşmüş, kanlar
içindeydi. Gözlerinde tekrar tekrar sahnelenen bu acı hatırayı bölen yine
Feriha oldu.
“Nadim, terledin, iyi misin? Ekmeklerin de soğuyor.
Hadi ye de ilacını vereceğim…”
Nadim bu acı hatıradan şefkat sofrasına, rüyadan
uyanırcasına geri döndü. Demek ilaç da vermişti doktor. Terleten düşüncelerden
bir an sıyrılmak istedi, Meltem’e döndü: “Nasılsın kızım?”
Meltem: “İyiyim baba. Sen iyisin ya, önemli olan bu…”
Nadim haykırmaya çok yakındı ama yapmadı. Anlamak için
kendine zaman tanıyacaktı. Anlamadan tepki vermeyecekti bu defa. Bu sevgi
sofrasında yıllanmaya bile razıydı. Öncesi ve sonrası çok da mühim değildi.
Sesi soluğu çıkmadı ama içinden haykırdı: “Neler oluyor burada?”