Akabe (7)

Nadim haykırmaya çok yakındı ama yapmadı. Anlamak için kendine zaman tanıyacaktı. Anlamadan tepki vermeyecekti bu defa. Bu sevgi sofrasında yıllanmaya bile razıydı. Öncesi ve sonrası çok da mühim değildi. Sesi soluğu çıkmadı ama içinden haykırdı: “Neler oluyor burada?”

NADİM açtı gözlerini. Evdeydi. Kızarmış ekmek kokusu bütün evi sarmıştı. Sıradan bir güne uyanmanın dinginliği kısa sürdü ve dün gece yaşananlar bir telaş yükü olup kalbine hücum etti. Yatağından hızla doğrulurken gövdesinde ve başında korkunç bir sancı hissetti. Kalktı, aynanın karşısında kendi vahametine baktı. Başı sarılıydı. Karnının sağındaki acıyı tanımak istercesine kaldırdı tişörtünü,  bandajlıydı. Ellerini yokladı, bütün vücudu kırılmış gibi sancıyordu.

Sabahın ilk saatlerinde bütün bu sancıya rağmen eve yayılan ekmek kızartması kokusu ve odaya serpilen acemi gün ışıkları, zamanı huzura boyamıştı. Nadim bu huzur kırıntılarına bir daha hiç kavuşamayacağını sandığı bir gecenin sabahında bütün odaya göz gezdirdi. Evde olması şaşırtıcıydı. Bu hayatı ve zamanı anlamlandırma seansını bölen bir ses duyuldu birazdan…

Meltem: “Baba kahvaltı hazır, gelmiyor musun? Hadi!”

Ne tatlı bir sesti bu. Ama bir o kadar da ürperticiydi. Çünkü Nadim’in Meltem’le böyle samimi seslenişleri hiç olmamıştı. Dün geceden sonra bu sevgi frekanslarının evlerinde böyle hoyratça yayılıyor olabilmesi, gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Odanın kapısı aralandı. Tebessümle Nadim’i süzen gözler, en anaç tabiatlı kadınların merhamet ve şefkat seremonisinde parlayan bir çift yakut gibi Nadim’i hedef almış, öylece bakıyordu.

Feriha’ydı bu. Oysa ne güzelmiş Feriha’nın gözleri… Hatırlıyordu Nadim. Feriha en üşüten akşamlarda bile bu bakışı ortaya serer, kalpleri ısıtırdı. Ama Nadim ilk defa bu bakıştaki sonsuz sevgilerin kırılgan ağırlığını işitiyordu. Bir zamanlar Feriha’nın ses tellerindeki titreşimle tabiata salınan yakarışları bile işitmeyen Nadim, bu sabah bir çift gözün şefkatinde susulan her şeyi işitiyordu.
Feriha: “Nadim, hadi ekmekler soğuyacak!”

Bu ılıman iklimde ekmekler bile soğuyamazdı. Nadim böyle aşk dolu bir ses renginde boyanmış sabahı artık sadece odada değil, kalbinde hissediyordu. Şaşkınlığı bile bastıran bu sevgi melodisini dinlemeye durdu.

Feriha aynı sıcaklıkta bir cümle daha kurdu: “Duydun değil mi? Seni bekliyoruz canım!”

“Canım mı? Daha dün gece canına kast ettiğim bu kadın, sağlıklı, canlı ve karşımda, bir de bana canım mı diyor?”

Nadim, içinin odalarında gezinip duran soru cümleleriyle dağılmak üzereydi ki aralarından bir manevrayla sıyrıldı ve ağır adımlarla odadan çıktı.

Nadim salona girdiğinde, yolu şaşırıp da cennet köşklerinden birine izinsiz girmiş, birazdan sahibi çıkacak da “Senin yerin cehennem çukuru, burada ne işin var?” diyecekmiş gibi tedirgin hissetti. Şimdi, salonun girişinde öylece dururken kızarmış ekmeğin kokusu, sabaha renk katmak için salınan lodosun pencereden sızışı, demlenmiş çayın Feriha’nın ellerinden bardaklara dökülüşü beş duyu organına da gerçekliği haykırıyordu. Ama hepsinden de öte, Meltem’in, babasını salonda görünce koşarak yanına gelişi, gerçekliği yeniden yerle bir ediyordu. 

Meltem babasının koluna girdi, masaya kadar eşlik etti. Nadim yürürken zorlanıyor, acıdan yüzünü buruşturduğu zamanlarda her şeyin sansürsüz bir gerçeklikte yaşandığını anlıyordu. Yapılması gerekeni yaptı Nadim ve çayına iki şeker attı, karıştırdı. Tabağına koyulan kızarmış ekmekler tereyağıyla süslenmiş, yenmeye hazır bir vaziyette sunulmuştu. Dün geceden sonra bütün bunlar ne kadar fazlaydı!

Feriha ve Meltem kendisine kızgın değillerdi ama daha da garip olanı, ikisi de son derece sevgi ve şefkat doluydu. Bunlar elle tutulmaz duyguların şaşırtıcı yüzüydü de, dün gece Feriha’nın komada yatıyor oluşu, kendisinin de otoyolda bir kaza geçirişi, bu sabahın sakinliğiyle uyuşmuyordu. Bu sabah, matematiği, fiziği, kimyayı ve psikolojiyi şaşırtacak kadar zıtlıklar barındırıyordu ama bir o kadar da güzeldi, özlenendi.

Nadim tereyağlı kızarmış ekmekten bir lokma aldı, lokmanın yutkunma kaslarına verdiği acıda Feriha’ya vurduğu sahneyi hatırladı. Feriha’ya baktı, hiçbiri yaşanmamış gibi kusursuz bir tabloya benziyordu. Biraz daha zorladı hatıra kanallarını. Sahneler birer birer perde açtı fikrinde…

Nadim dün gece iş yerinde yaşadığı korkunç olayın stresini atmak için arkadaşlarıyla içmeye gitmiş, başında inatçı bir ağrı peyda olunca keyfini yarım bırakıp eve gelmişti. Apartman kapısını açamayınca zile basmış, evde uyuyan Feriha ve Meltem kapıyı duymamışlardı. Nadim öfkeyle apartman kapısına birkaç tekme atmış, komşulardan biri otomatiğe basarak bu şiddeti sonlandırmıştı. Nadim merdivenleri çıkarken kapıya çıkan komşusu biraz sessiz olması konusunda onu uyarmış, Nadim, sarhoşluğun verdiği pervasızlıkta komşusuna da küfretmişti. Kendi dairesinin önüne kadar öfkeyi büyütmüştü Nadim. Bu defa da anahtarla ev kapısını açmaya yeltenmiş, deliği tutturmakta bir hayli zorlandıktan sonra güç belâ kapıyı açabilmişti. Feriha ise kapının zorlanma sesine uyanmış hâlde tam da kapıyı açmak üzere oradaydı. Nadim’le Feriha kapıda karşılaştıklarında, Nadim’in öfkesi kızgın lavlarını püskürten bir yanardağ gibi Feriha’ya sıçramış, uyanık olduğu hâlde kapıyı açmamasını kendine hakaret saymıştı Nadim. Bir an dursaydı, sorsaydı ve dinleseydi Feriha şöyle diyecekti:

“Zili duymamışım, anahtar sesini duyunca fırladım yataktan ama yetişemedim…”

Evet, tam da böyle söyleyecekti Feriha. Buna bile gerek yoktu ama Feriha, üşüten akşamları böyle ısıtırdı hep. Alttan alarak, Nadim’e istediği hürmet ve sevgiyi fazla fazla sunarak…

Nadim için hiçbir cümle kalıbında açıklanamazdı bu sahne. İş yerindeki korkunç olayın ağırlığı, sarhoşluk, komşuyla kavga, baş ağrısı ve sevgisizlik, bu gece için kusursuz bir kimyevî sentezdi. Hiç durmadı, düşünmedi, olanca gücüyle Feriha’ya vurdu. Feriha yere düşmüş, kanlar içindeydi. Gözlerinde tekrar tekrar sahnelenen bu acı hatırayı bölen yine Feriha oldu.

“Nadim, terledin, iyi misin? Ekmeklerin de soğuyor. Hadi ye de ilacını vereceğim…”

Nadim bu acı hatıradan şefkat sofrasına, rüyadan uyanırcasına geri döndü. Demek ilaç da vermişti doktor. Terleten düşüncelerden bir an sıyrılmak istedi, Meltem’e döndü: “Nasılsın kızım?”

Meltem: “İyiyim baba. Sen iyisin ya, önemli olan bu…”

Nadim haykırmaya çok yakındı ama yapmadı. Anlamak için kendine zaman tanıyacaktı. Anlamadan tepki vermeyecekti bu defa. Bu sevgi sofrasında yıllanmaya bile razıydı. Öncesi ve sonrası çok da mühim değildi. Sesi soluğu çıkmadı ama içinden haykırdı: “Neler oluyor burada?”