AK Parti’ye ayıp olarak “Onur Haftası” yeter!

Yıllardır emek verdiğiniz değerlerin yok olup gitmesini uzaktan izleyemezsiniz. Üç çocuk istediğiniz ailelerin çocuklarını korumak, devletin başı olarak sizin göreviniz. Bu hatâdan bir an önce dönmeli, onursuzca yaşayanların “Onur Haftası” adı altında onurlandırılmalarına mani olmalısınız!

11 Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi, üye devletlerde yürürlüğe sokulmak üzere bir sözleşmeyi İstanbul’da imzaya açıyor. Adı da “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılıyor.

Coğrafî sınırlarına dâhil ettikleri hâlde siyâsî sınırları içine almadıkları Türkiye’yi bir sözleşmenin merkezine oturtma çabası o günlerde pek anlaşılmamış olsa da tehlikeyi bugün çok net görüyoruz.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, isminde kullanılan masum ifadelerle Türkiye’de siyaset üstü bir konumda değerlendirilmişti.

Merkez olarak İstanbul’u seçen Avrupa Konseyi, verdiği gazın semeresini derhâl gördü ve 10’uncu ay sonunda sözleşmeyi Resmî Gazete’de yayınlayarak kabul eden ilk ülke, Türkiye oldu.

Avrupa Konseyi’nin sözleşmeyi yürürlüğe sokması bizden yaklaşık 29 ay sonra olurken, AB ise neredeyse 7 yıl sonra onaylayabildi. Bugün itibariyle 46 ülkenin ortak olduğu sözleşmeye çekince koymadan imza atan az sayıda ülkelerden biri de Türkiye.

Türkiye, AB hayâlini sıcak tuttuğu yıllarda maalesef bazı tavizler verdi. Bu sözleşmeyi de o kapsamda değerlendirerek AK Parti’nin suçunu az da olsa normalleştirmeye çalıştığımın farkındayım. Ancak kantarın topuzu kaçmıştı ve sözleşmeyi tamamlayıcı kanun ve de uygulamalar her geçen gün toplumsal değerlerimizi biraz daha yok etmeye başladı.

2012’de yapılan hatâ ya da AB için yapılan sosyal makyaj, bugün aile yapımızı bozmaktan öteye geçerek neslimizi de bozacak eylemlerin altyapısını hazırlıyor.

Erdoğan’ın yoğunlaşan tepkiler üzerine gözden geçirme talimatı vermesinin ardından, AK Partili kadın vekiller neredeyse ayaklanıp Erdoğan’a İstanbul Sözleşmesi’nin aslında ne kadar iyi olduğunu anlatma yarışına girdiler. Onlardan güç alan muhalif kanat da göz yaşartıcı bir şekilde AK Parti icraatı olan bu sözleşmenin yılmaz savunucusu rolünü üstlendi.

Sonuç, günlerdir yaşadığımız “Onur Haftası” aymazlığı…

Diyanet İşleri Başkanı’nın Ramazan’ın ilk Cuma hutbesinde dile getirdiği Lûtîlik, birilerine çok batmıştı hatırlarsanız. İşte o Lût kavminin çocukları, İstanbul Sözleşmesi’nin 4/3 maddesi gereği sözde haklarının peşine düştüler. Neydi o madde, hatırlayalım isterseniz:

“Taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyâsî veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medenî hâl, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir…”

Erdoğan’a isyanım

Evet Sayın Başkan, siz cinsel yönelimi bir hak olarak görür ve devlet güvencesi vereceğinizi imza altına alırsanız, birileri de kalkar, “Ben cinsel tercihimi özgürce yaşamak ve bunu toplumda normalleştirmek istiyorum” diye yürümek ister. Ne diyeceksiniz? “Ben o sözleşmeyi imzaladım ama bunu bilmiyordum” mu? Hayır, o sözleşme imzalanırken bunu siz değilse de kurmaylarınız bilmek zorunda.

Kadın haklarını koruma kılıfına sokulmuş bu ahlâksız madde, sizin kızınızın da içinde bulunduğu iyi niyetli ama yeterli öngörüsü olmayan kadın derneklerinin “onur madalyası” olmamalı.

Gerek nafaka düzenlemeleri, gerekse de kadın beyanının tek taraflı koşulsuz kabûlü gibi uygulamaların temelini oluşturan bu nifak sözleşmesi, artık daha büyük bir dejenerasyonun kapısını açmış, bize de bu sözleşmenin feshi için çalışmaktan başka bir çâre kalmamıştır.

Sessiz kalarak bu suça ortak olmamalıyız. Ulusal ve uluslararası şirketlerin gökkuşağı renklerine bürünerek, baroların haklarını aramak için ofisler kurarak, CHP’li belediyelerin afişler ve mesajlarla destek verdiği ve adını anmaktan bile hayâ ettiğim bu sapkınların güçlerini kanunlardan almasını hazmedemiyorum.

Sözleşmede yazıldığı şekliyle “cinsel yönelim”, cinsel tercih demektir. Tercih olduğuna göre bu bir biyolojik konu, bir hastalık değil, sadece ve sadece Yaradan’a isyan ve üstü güzelliklerle örtülemeyecek bir sapkınlıktır. Çocuklarımız, doğdukları cinsiyeti yaşamaktan ötesine meylettirilemez. 

Yıllardır emek verdiğiniz değerlerin yok olup gitmesini uzaktan izleyemezsiniz. Üç çocuk istediğiniz ailelerin çocuklarını korumak, devletin başı olarak sizin göreviniz. Bu hatâdan bir an önce dönmeli, onursuzca yaşayanların “Onur Haftası” adı altında onurlandırılmalarına mani olmalısınız!