AK PARTİ’nin iktidara geldiği 2000’li yıllar, Türk siyasal hayatında yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmektedir. Bu dönem, AK Parti’yi iktidara getiren siyasal, ekonomik ve toplumsal dinamiklerin önemli etkisi yanında, partinin değişim ve dönüşüm vaatleriyle birleşen AB üyelik süreci başta olmak üzere küresel dinamiklerin etkisinde, siyasette ve kamu yönetiminde önemli değişimlere kapı açıldığı bir dönem olmuştur.
Özellikle makro ölçekteki kalkınma plânlarıyla öteden beri ülkenin geleceğini şekillendirmedeki etkinliği bilinen, kurumsal olarak da bu konumunu her platformda hissettirmeye çalışan kamu yönetimi açısından AK Partili yılların, yeni fırsatlar sunmanın yanı sıra riskler taşıdığı da görülmüştür. Siyaset ve bürokrasi ilişkileri penceresinden bakıldığında, bu dönemde kamu yönetimi açısından en önemli ve dikkat çeken riskin, iş başına gelen yeni iktidarın, kamu bürokrasisinin yıllardır alışageldiği siyâsî ve ekonomik alanda zayıf, kırılgan, toplumsal desteği yetersiz, zoraki iktidar olan ya da koalisyonlarla iş başına gelebilen hükümetlerden çok farklı ve çok daha güçlü bir profil çizmesidir.
Kamu yönetimi açısından bu riski daha da artıran diğer bir olgu ise, AK Parti’nin programlarında, daha önce pek çok partinin de vurguladığı “bürokrasiyi azaltma ve bürokratik engelleri ortadan kaldırma” vaatlerinin daha da ötesine geçerek, “bürokratik devleti hizmet devletine dönüştürme, bürokratik oligarşiyi yıkma” idealine yaptığı kuvvetli vurgudur.
AK Parti’nin bürokrasiyle mücadeledeki kararlılığı, seçim bildirgelerinde, parti ve hükümet programlarında açıkça görülmekle birlikte, mücadele söyleminin partinin ileri gelenlerince sürekli dile getirilerek canlı tutulmasıyla da desteklendiği görülmektedir. AK Parti metinlerinde bürokrasi kavramı iki farklı anlamda kullanılmaktadır:
Bunlardan ilki, bürokrasinin “işlerin geciktirilmesi, kırtasiyecilik, hantallık, otoriteye aşırı bağlılık, verimsizlik” şeklindeki olumsuz anlamı; ikincisi ise, bürokrasinin “kamu yönetimi aygıtı” anlamıdır. Parti metinlerinde her iki anlamı da içerecek şekilde bürokrasi kavramının çağın gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılması, geliştirilmesi ve siyasetin yol göstericiliğinde etkin şekilde çalıştırılması gereği vurgulanmaktadır. AK Parti’nin bürokrasiye bakış açısı daha spesifik ve somut olarak irdelendiğinde, aşağıdaki tespitleri yapmak mümkündür.
AK Parti’nin bürokrasi nezdindeki yaptırım etkisi toplumsal gücünden geliyor ve tek bir seçim kazanamadığı takdirde bürokrasideki destekleri buharlaşabilir.
İlk yıllarında AK Parti iktidarının bürokrasiyle ilişkisi
AK Parti, 2002 yılı seçim beyannamesinde bürokrasiye ilişkin olarak iş ve işlemlerde bürokrasinin yoğunluğuna vurgu yaparken, siyasetin alanının daraltılarak bürokrasinin siyasetin yerine ikâme edilmesine karşı olduğunu belirtmektedir. Yine aynı metinde Parti, bürokratik yapıların, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına müdahale edemeyeceğini belirterek, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak hayata geçirilmesinin sağlanacağına vurgu yapmaktadır.
Bu ifade bir ölçüde AK Parti’nin uygulayacağı reformların yol haritasını göstermektedir.
2002 yılında iş başına gelen 58’inci Hükümet Programı’nda bürokrasiye ilişkin ağırlıklı olarak, yatırımcıların önlerindeki bürokratik işlem ve engellerin kaldırılmasına vurgu yapılmıştır. 58’inci Hükümet Acil Eylem Plânı’nda da bürokrasiye bakışı, bürokratik formalitelerin azaltılması noktasındadır. Bu metinlerdeki yaklaşım, AK Parti iktidarının henüz iş başına geldiği ilk yıllarında bürokrasiyle açık bir çatışma içine girmediği, daha sonradan “bürokratik oligarşi” olarak adlandıracağı bu yapıyı başlangıçta açıkça hedef tahtasına koymayarak, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve demokratikleşme reformlarıyla bürokrasiye karşı belirli kazanım elde etmek istediği şeklinde yorumlanabilir. Nitekim AK Parti özellikle ilk yıllarında bürokratik ve ideolojik merkezlerin direncini kırmak için küreselleşmenin gücünü de kullanarak temel hak ve özgürlükler ile sivil toplumun geliştirilmesi konusunda önemli reformlara imza atmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında 2003 yılında kurulan 59’uncu Hükümet Programı’nda ise bürokrasiye “bürokrasinin azaltılması ve bürokratik engellerin kaldırılması” şeklindeki yaklaşım sürdürülmekle birlikte, önemli bir farklılık olarak, “Hükümetimiz, toplumdan aldığı yetki çerçevesinde, ahlâkî değerlere sahip bir bürokrasi oluşturmayı ön plânda tutacaktır” ifadesi dikkat çekmektedir. Bu ifade AK Parti’nin, bürokrasinin mevcut durumunu nasıl tanımladığına ilişkin önemli ipuçları içermektedir.
2007 yılı seçim beyannamesinde, Bilgi Edinme Kanunu ve E-Devlet Projesi başta olmak üzere, yapılan reformlarla katı ve kapalı bürokrasiden yeni ihtiyaç ve isteklere karşı duyarlı ve halkı ile etkileşim içinde olan şeffaf yönetime doğru çok önemli adımların atıldığı ifade edilmiştir. Söz konusu beyannamede ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında kurulan 60’ıncı Hükümet Programı’nda kamu görevlilerine, hizmet sunmakla yükümlü oldukları vatandaşa yönelik tutum ve davranışlarında olumlu ve yapıcı olmaları gerektiği uyarısı yapılmıştır.
2011 yılı seçim beyannamesinde AK Parti, siyaset kurumunun tekrar itibar kazanarak vatandaşların bütün taleplerinin muhatabı hâline geldiğini, kendi kurumsal sınırlarının dışına taşarak siyaset kurumunun sınırlarını daraltan, kimi zaman da yok sayan anlayışların kendi sınırlarına çekilmesinin sağlandığını belirterek tüm bürokratik yapıların (asker, sivil ve yargı bürokrasisi) geçmişten gelen vesayetçi anlayışının kırıldığını ifade etmektedir. Söz konusu beyannamenin “Vatandaş ve Sonuç Odaklı Yönetim” başlığı altında, yönetimde keyfîliğin yerini şeffaf ve hesap verebilir bir yönetimin aldığı, devletin hizmet devletine dönüştüğü, bürokrasinin de vatandaşların yaşamlarını kolaylaştıracak şekilde yeniden düzenlendiği vurgulanmaktadır.
2012 tarihli, “AK Parti Manifestosu” olarak da bilinen “AK Parti 2023 Siyâsî Vizyonu” adlı belgede, millet iradesinin yönetime yansımasını “siyasallaşma” şeklinde yaftalayarak devre dışı bırakmaya, belli odakların ve bürokratik oligarşinin iradesiyle şekillenen bir yönetim biçimi oluşturmaya çalışan anlayışın AK Parti’nin kararlı mücadelesiyle etkinliğini kaybettiği, siyasetin gelişiminin artık halkın iradesini güçlendirecek demokratik yönetimin gelişimi olarak algılanmaya başlandığı belirtilmektedir. Bununla AK Parti’nin on yıllık iktidarı süresince bürokrasiyi olması gereken yer olan “kamu hizmeti aygıtı” pozisyonuna çekmede yasal/kurumsal düzenlemelerle birlikte toplumun bürokrasiye yönelik algısında da önemli bir değişimin gerçekleştirildiği ifade edilmektedir.
Bu anlamda, kuruluşundan bugüne kadar olan yirmi iki yıllık süreyi kapsayan süreçte yasal kurumsal reformların yanında AK Parti metinlerinin incelenmesinde AK Parti’nin siyaset-bürokrasi ilişkilerinde “yüksek siyaset” olarak adlandırılan bir stratejiyle hareket ettiği, siyaset kurumunu problemlerin çözüm mercii ve mekanizması hâline getirmekle bürokrasi karşısında siyaset kurumunun etkisini, güvenilirliğini ve gücünü artırdığı görülmektedir.
Çözüm, AK Parti içindeki AKP’li bürokratların hem parti bürokrasisinden, hem de kamu bürokrasiden acilen uzaklaştırılmasıdır.
Türkiye’de bürokrasinin siyasete etkisi
Bürokrasiler, yaptıkları ya da yapacakları işlerde seçilmişlere tâbi olsalar da günümüz bürokrasilerinin fonksiyonları ve ulaştıkları nokta göz önüne alındığında, bu tâbiyetin siyaset kurumu açısından aynı zamanda bir mecburiyet ilişkisini de barındırdığı görülmektedir. Geçmişte, özellikle Cumhuriyet döneminden bu yana tüm siyasal iktidarların bürokrasiye olan mecburiyet hissini az ya da çok taşıdıkları muhakkaktır. Nitekim siyaset kurumunun zayıf, bürokrasinin ise güçlü olduğu çeşitli dönemlerde siyasetin alanının daraltıldığı, ilişkilerde kurumlaşmış bir vesayet düzeninin hâkim olduğu görülmüştür.
1950’li yıllarda Demokrat Parti ile ilk kez denenen ancak sonu hüsran olan siyasetin önünü açma girişimi 1980’li yıllarda Anavatan Partisi ile tekrar gündeme gelmiştir. Bu ikinci denemenin önemi ve birincisinden farkı, kısa vadede köklü reformları ve büyük dönüşümleri içermemesine rağmen, 2000’li yıllardaki üçüncü denemenin başaktörü olan AK Parti iktidarının değişim ve dönüşüm pratiklerinin zaman içinde temel altyapısını hazırlamış olmasıdır.
Bürokratların belirli bir siyasanın düzenlediği alanla ilgili değerler ve çıkarlara bağlılıkları, yürütme erkini kullananların kendi programlarını ve bakanlıklarını yönetirken ciddî zorluklarla karşılaşmalarına neden olabilmektedir. Siyâsî liderliğin öncelikleriyle bürokrasinin beklentilerinin uyuşmadığı durumlarda bürokrasinin politik karar vericilere karşı direnç gösterdiği çokça görülmektedir. Bürokrasilerin doğasında var olan ve “statüko” kelimesiyle ifade edilen “mevcut durumu sürdürme, değişime ve dönüşüme direnç gösterme” olgusu, özellikle değişim, dönüşüm ve reform vaatleriyle iş başına gelen siyâsî iktidarları çoğu zaman başarısız kılabilecek derecede büyük riskler içermektedir.
AK Parti’nin iktidara gelişi siyaset ve bürokrasi ilişkilerinde yeni ve çok daha güçlü bir üçüncü dalganın (ilk iki dalga Demokrat Parti ve Anavatan Partisi dönemleridir) yaşanacağına işaret etmiştir. Bu beklentinin en kuvvetli dayanağı, AK Parti’nin zaman zaman zayıf yanı olarak değerlendirilse de kuruluşundaki toplumsal mutabakattır.
Söz konusu mutabakata kısa zamanda halk desteğinin de eklenmesi, partinin siyaset sahnesinde hızla güç kazanmasına olanak tanımış, muhafazakâr demokrat olarak tanımlanan parti kimliği, farklı kimlik ve çıkarlara sahip çevrelerin statükoyu değiştirmek amacıyla buluştukları bir alan işlevini görmüştür. Parti, seçim bildirgeleri, parti ve hükümet programları ve benzeri hemen hemen her belgesinde ve yetkililerinin ifadelerinde değişimi ve dönüşümü arzuladığını, bürokratik oligarşinin ve vesayet kurumlarının hegemonyasını kırma idealini vurgulamaktadır.
Tüm yaşananlar AK Parti iktidarında siyaset ve bürokrasi ilişkilerinin geçmişten daha farklı olacağını göstermiştir. Bu süreçte geçmişin her devrinde etkin olan bürokratik kurumlar, bürokratik oligarşiye savaş ilân ettiğini söylemekten kaçınmayan güçlü bir siyasal iktidarla karşı karşıya kalmıştır.
Kurulduğu 1920 yılından bu yana dalgalı bir bürokratik misyonu temsil eden bazı köklü kamu kurumları, geliştirdikleri kurumsal ideoloji ve sahip oldukları güç kaynaklarıyla siyaset kurumunu etkilemiş, ancak 2000’li yıllarla birlikte ülkemiz kurumları açısından bakir bir alan olma özelliği taşıyan AB sürecini kendilerine yeni misyon geliştirebilecekleri bir alan olarak AK Parti tarafından kamuya sunulmuştur. Kamu bürokrasisinin bu seçiminin arka plânında güçlü bir iktidar karşısında yine o iktidarın yeterli deneyiminin olmadığı bir alanda uzmanlaşmanın önemini bilen, bürokratik, bürokratik olduğu kadar da pragmatik bir düşünüş daima sezilmektedir.
Yıllar içerisinde anlaşılmıştır ki, AK Parti iktidarı bürokrasi ve bürokratik vesayet kurumlarına karşı mücadelede geçmiş iktidarların daha da ilerisinde bir misyon üstlenmiştir. Diğer taraftan bu misyonun geliştirilmesi ve uygulanmasında AK Parti’nin geçmiş iktidarlara göre birtakım avantajlara da sahip olduğu muhakkaktır. Bu süreçte dış konjonktürün yadsınamayacak derecedeki katkısı, şartların uygun olmasının da ötesinde Türk devlet yapısının ve yönetsel sisteminin uluslararası sisteme entegrasyonu için küresel finans çevrelerinin ve AB’nin talepleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılmasıdır.
AK Parti iktidarında siyasetin alanında görülen genişleme, geçmişte etkinliği bilinen bir kısım vesayet aktörlerinin yanında bürokrasiden elde edilen kazanımların da bir sonucudur. Bu kazanım bir asırlık geçmişiyle bürokrasiyle özdeşleşmiş kamu kurumlarının bir yenilgisi olmaktan ziyade, siyasetin bürokrasi üzerinde gerekli kontrolü sağlaması yolunda atılmış önemli bir adım olarak okunmalıdır.
Madalyonun diğer yüzü
Tüm bu olumlu tabloya rağmen AK Parti’nin bürokraside zaman zaman yaşadığı tıkanıklık ise, bir türlü sistematiğe bağlanamayan keyfî üst düzey yönetici atamalarından kaynaklanmaktadır. Bu tür atamalar hem bürokraside verimsizliğe, hem adam kayırma ve küskünler ordusunun oluşmasına neden olmaktadır. Bu ise, topluma gasp edilmiş bir hak olarak empoze edilmektedir. Hâlbuki her kurumdaki bürokratik atamalar o kurum içerisinde sistematiğe bağlansa, ne toplumda ağır eleştiriler olur, ne de kimse adaletsiz uygulamalardan söz edebilir.
Bu noksanlıklardan dolayı da AK Parti, binlerce küskün bürokrat oluşumuna neden olmuştur. Örneğin, şartları tutmadığı hâlde özel yasa çıkarılıp ertesi gün iptal edilerek atanan iki rektör, akademik camiada hâlâ konuşulmaktadır. Ayrıca tepeden yapılan rektör atamalarının ise sayısı belli değildir. Bu tür atamalar, AK Parti’nin bürokrasiyle mücadelesine gölge düşürmekte, hak, hukuk ve adalet kavramlarının tartışmaya açılmasına neden olmaktadır. Bu konudaki en yaygın kanaat ve inanç ise, Sayın Cumhurbaşkanı’nın etrafında odaklanan trol ağı ve sorunları makama iletmeyen, toplumdan uzak, kifayetsiz danışmanlar veya AK Parti içindeki AKP’lilerdir. Bunun sonuçları 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde açıkça görülmüştür. Çözüm, AK Parti içindeki AKP’li bürokratların hem parti bürokrasisinden, hem de kamu bürokrasiden acilen uzaklaştırılmasıdır.
Sonuç olarak AK Parti’nin bürokrasi nezdindeki yaptırım etkisi toplumsal gücünden geliyor ve tek bir seçim kazanamadığı takdirde bürokrasideki destekleri buharlaşabilir. Herhangi bir seçimde oyunun düşme trendine girdiğini ima eden bir gelişme yaşandığı takdirde, bürokrasi karşısında gücü sarsılacak ve büyük ihtimalle içten pazarlıkçı bir idarî mekanizma ile uğraşmak zorunda kalacaktır.