Ailede değişen düzen

Yaşam, çocuğa özel imkân sahası hâline getirilmiş sanki, sadece çocuk önceleniyor. Uykusu, beslenmesi, banyosu, oyunu, gazı, giyimi, odanın ısısı, havanın nemi, evin sesi… Çocuğa özel bu listelerin arasında tatminsizlik ve mutsuzluk boy atıyor ve ana-baba olmanın, aile olmanın tadı tuz buz oluyor.

ALLAH’ın rahmetinin sırlarından bir gizli hazine; aile. Meyvenin çekirdeği, nebatın tohumu, hayatın özü gibi…

Toplumu oluşturacak her nüve ailede şekilleniyor. Rahmânu’r-Rahîm’in, hâlâ insanlığa sır olan, ana rahmindeki birinci hayattan sonra insan olmanın kulluğa hazırlanmanın ikinci basamağı aile. İnsan yüce bir varlık, öyle özenle hazırlanıyor ki hayata, Rabbimin sevk ve idaresindeki melekleriyle.

Yine insanı ukbâdan dünyaya başı boş bırakmayan Rabbi, tastamam olan bedeni gibi, onu hayata karşı güçlü kılacak vasıflarının gelişmesi, muazzam niteliklerle donanmış varlığının tam olarak güçlenmesi ve büyümesi için ikinci bir rahmetle kuşatıyor. Ana rahminden aile rahmetine gönderirken ve artık kul olabilmenin insan vasıflarıyla yetişmenin okuluna emanet ediyor ergen olup kendi iradesini kullanıncaya kadar hâmisi olarak ebeveynine. Ki onları neredeyse meleklik mertebesine yükseltecek merhamet, şefkat, sabır ve inanılmaz bir sevgi yükleyerek kucaklarına bırakıveriyor. İnsan artık hem kendine, hem de anne-babasına imtihan olacak bir başka dönemi teneffüs ediyor. Bu sırlı, özel ve muazzam birliktelik, ana-babaya ve yetişecek yavruya Rabbin bir ikramı. Hayatın sonsuz ihtimâllerden oluşan akışında ilk basamak olarak sunulan aileye âlemde var olan her şey hizmetine amade.

Hiç başka gözle baktınız mı hayat penceresinden? Bütün bu muazzam hazırlık boşu boşuna mı? Tüm âlemlerde milyonlarca var olan canlıya değil de niçin insanoğluna böyle sistemli bir birliktelik hediye edilmiş? Sadece soluk alıp yaşamak, yemek içmek, uyuyup büyümek, yaşlanıp ölmek için mi? Tüm mahlûkatın yaşam döngüsü bu ve bu döngü içinde her bir varlığın vazifesi var. Tüm varlıklar Allah’ın onlara hilm ettiği görevlerini eksiksiz, isyansız, şikâyetsiz yerine getirirken ve tamamen amacı insana hizmet etmekken insanoğlu niçin bunun künhüne varmaz?

Ailenin toplumun çekirdeği olduğu malûm. Meyveye duracak bir ağaç misâli insanoğlu. İşte insan olmanın, kul olmanın Rab tarafından hazırlanan ilk okuluna, ilk durağa göz dikti bâtılın tanrıcılığa soyunan sinsi güçleri. Çünkü biliyorlar; aile bozulursa tamamlanmaz çocuğun ruhsal bütünlüğü, varamaz dosdoğru yolu bulup sonsuz menzile. Bizi oyalıyor, bizi aldatıyor, bizi dönüştürüyorlar insan siluetindeki farklı varlıklara. Zaten neredeyse genel geçer tüm toplum kurallarının ve kasaba, mahalle, köy ve tüm küçük şehir kültürlerinin içini boşaltıp, yerine istedikleri düzenin yapıtaşlarını oluşturdular.

Kimsenin kimseyi tanımadığı, selâmlaşmaya gerek görmediği sitelerde yaşanıyor büyük ya da küçük tüm şehirlerde. Işık, gürültü ve çeşitli illüzyonlarla cazip hâle getiriliyor AVM’ler. Akraba bağları bir bir kesiliyor modern özentilerle.

Şimdi yalnızlaşan ailelere geldi sıra, genelden özele doğru uyguluyorlar sistematize edilmiş plânlarını. Süsledikleri zehirli senaryolarını bal tadında yutturuyorlar sırasıyla. Evet, şimdi gündemlerinde anne, baba ve çocuklar var. Dağılan yuvalar, ayrılan eşler, vasfını kaybetmiş fıtratlarda yalnızlaştırılıyoruz. İnsanoğlu mahkûmu oluyor baskın güçlerin dayatmalarının.

Bir an dönün geçmişinize; her birimizin geçmiş anıları içinde sıkıntı, zorluk, darlık, hastalık olsa da daha güçlü değil miydi aile bağlarımız? Evin direği baba, düzenin kurucusu anne, birbirini takip ve taklit ederek büyüyen kardeşler… Bazen neşe, bazen hüzün kokan, ocağında sıcak aş kaynayan, “yuva” vasfında evlerimiz vardı. Ve “Biz aileyiz” diyerek aşardık bütün sıkıntıları. Şimdiki gibi konforlu değildi belki evlerimiz; sobada sırayla ısınır, sığırcık kuşları gibi birbirimize sokulur uyurduk. Yün yatağın sıcak koynunda hayâller kurar, gülüşürdük.

Camlar sobada kaynayan su nedeniyle ıslak ve buğulu olurdu. Kâğıt ile kalemin kıymetinden devşirdiğimiz alışkanlıklarımızla camlara çizerdik hayâllerimizi. Yaz geldi mi, hayâllerimizi toprağa bir erik çubuğu ile resmederdik. Oyunlarımız da hayâllerimiz gibi sınırsızdı. Kâğıttan uçurtmalar uçururduk gökyüzünün mavisine, tebeşirden çizgileri çizer toprağa, seksek oynardık. Sahici hayatlarımız vardı. Şeksiz, şüphesiz, yalansız dolansızdık.

Kırkikindi yağmurlarıyla yıkanırdık yaza hazırlanırken. Lâstik çizmelerimiz korurdu bizi hasta olmaktan. Sudan çıkmış sıçana dönerdi zayıf bedenlerimiz. Öksürüğümüzü hatmi çiçeği, ateşimizi sirkeli su ile savardı annelerimiz. “Yaz” demek, “ortak yaşam” demekti; kapıları açılırdı evlerin hayata. Kışın soğuğundan sakınmak için sıkı sıkı kapatılan naylonlarla beslenen tüm camlarla birlikte… Çoluk çocuk, genç yaşlı tüm mahalleliyle bir arada geçerdi günler. Hafta sonu sokak yetmez, kamyonetlere doluşup pikniğe giderdik kocaman bir aile gibi.

Kimse ayrı gayrı değildi birbirinden. Herkes birbirine yakındı. Dost, can yoldaşıydı. Kavga eder, ardından barışırdık sarmaş dolaş. Seherle öten horozlar vardı. Göğe yükselip yüreklere inen salâlarla uyanırdık güne. Babalar besmele ile işe yollanırdı. Sokaklar sulanıp kapıların önü süpürülür, kilimler yayılırdı çatıların gölgesine. Birbirine yaslanmış kerpiç evlerden şamata ile dökülürdük sokaklara. Islanmış yufka ekmeği kokusuna karışırdı çayın rayihası. Kim evinde neyi varsa dökerdi ortaya. Erkekleri erkenden işe gitmiş evlerden sokağa en son evin gelini çıkardı kahvaltı için hazırladığı nevalesiyle. Yaşlılar aralarında fısıldaşır, birbirlerinden akıl alır, birbirlerine güç verirlerdi. Gençler gülüşür, şakalaşır, bir yandan çocuklarını kollardı. İkramları önce büyüklere, sonra çocuklara dağıtır, en son otururlardı yer sofralarına.

Yedikleri içtikleri, hatta oturdukları dar sokak araları değildi değerli olan. Paylaştıklarıydı. İnsan olmanın ilk basamağı olan ailenin yanında yer alırdı tüm mahalle. Bebeklikten çıkmış çocuklar birbirleriyle büyürlerdi. Komşu teyze, bakkal amca kızardı bir yanlışta çocuğunuza, ama gerektiğinde korurdu da. İşte böylece vakti gelince çocuk, ikinci rahmeti, ana-baba kucağından “insanlık ailesi” diyebileceğimiz çevrenin kucağına inerdi. Halalar, teyzeler, komşu anneler, komşu dedeler dâhil olurdu hayata. Akıl almaz enerjisini artık özgürce koştuğu sokaklarda, bazen didiştiği, bazen seviştiği akranlarında, oyunlarında, kavgalarında tüketirdi. Ana-baba soluk alır ve birbirlerini görecek zaman bulurlardı.

Şimdiyse her şey kitaplarda yazılı reçete hâlinde sunuluyor ailelere. Tüm zamanlar ve olanaklar çocuğa anbean sağlanıyor. Yaşam, çocuğa özel imkân sahası hâline getirilmiş sanki, sadece çocuk önceleniyor. Uykusu, beslenmesi, banyosu, oyunu, gazı, giyimi, odanın ısısı, havanın nemi, evin sesi… Çocuğa özel bu listelerin arasında tatminsizlik ve mutsuzluk boy atıyor ve ana-baba olmanın, aile olmanın tadı tuz buz oluyor.