
DİZİ ve filmlerin
hayatımızda yadsınamaz bir yeri var. En dizi izlemeyenimiz bile gündemdeki
dizilerin en azından konusundan ve kahramanlarından haberdar. Hâl böyle olunca,
havalar soğumuş ve evlerimizde daha fazla vakit geçirmeye başlayacağımız bir
mevsime de girerken dizilere şöyle bir göz atmadan edemedim.
Dizi
filmlerin toplumumuzu ve ailemizi doğru yansıttığı konusundaki endişelerimizi
yıllardır konuşuyoruz. Ve hatta bununla ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum:
2017 yılında, Lübnan’da bir eğitim için iki ay kadar bulunmuştum. Hâlâ
görüştüğüm bir komşumuz, Türk dizilerini ve Türkleri çok seviyordu. Benim
Türkiye’de bîhaber olduğum dizilerin hepsini biliyor, severek takip ediyordu.
Ve bir gün bana şunu sordu: Müslüman bir ülkesiniz ama neden sofranızdan içki
eksik olmuyor?
Soruyu
doğru anladığımdan emin olmak için arkadaşıma da sormasını istedim. Ve evet,
doğru anlamıştık. Türkler her akşam yemeğinde mutlaka içkilerinden yudumluyor
ve Lübnanlı arkadaşım bunun nedenini merak ediyordu. Soru karşısında oldukça
şaşırdım ve elbette derhâl bir izaha giriştim. Ancak o gün anladım ki, etkisini
hayâl dahi edemeyeceğim bir unsur hâline gelmiş dizilerimiz.
Dizilerin
hayatımıza etkisi ayrıca tartışılacak bir konu, fakat bizi başka toplumlara ne
kadar güçlü bir şekilde yansıtabiliyor olduğuna o soru ile şahit olmuş ve hayli
üzülmüştüm. Demem o ki, diziler sadece kendi toplumumuzda değil, başka
toplumlarda da menşei olan ülke hakkında derin izlenimler oluşturuyor. Bunun
üzerine şöyle bir televizyonda gezinip hangi dizinin Lübnan’da mutlaka takip
edilmesini isteyebileceğimi düşündüm. O zamanlar pek iç açıcı bir tablo çıkmadı
karşıma. Tabiî bir yandan da her girdiğim dükkânda Ertuğrul’a selâm
gönderiliyordu. Bunu göz ardı edemeyeceğim. Ertuğrul’u neredeyse tüm
Lübnanlılar biliyor ve ondan hayranlıkla bahsediyorlardı. Ertuğrul’a gerçekten
selâm söyleyebilecek yakınlıkta olduğumuzu da zannediyorlardı sanırım. Millî ve
manevî değerlerimizi o kadar kapsamlı bir şekilde şaha kaldırmış olacak ki
Ertuğrul ile onlar da gururlanıyor ve “biz”e dâhil edip içselleştiriyorlardı.
Belki de bu yüzyılda hasretini çektiğimiz bazı kahramanlıkları izlemek bizlere
de, onlara da iyi geliyordu.
Velhâsılıkelâm,
o komşumuzla hâlâ görüşürüm. Ona o zamanlar tavsiye edecek pek dizi bulamasam
da şimdi tavsiye ettiğim dizilere bakınca TRT reklâmı yapıyor gibi hissediyorum
kendimi. TRT’nin birçok dizisinde artık kendi aile ortamımı ya da komşumu, bir
akrabamın başına gelen olayı, hasretini çektiğim duyguları (samimiyet, iyi
niyet, fedakârlık, komşuluk vesaire) görebiliyorum. Ailecek izlenebilecek
dizilerin sayısı arttıkça, salonda hep birlikte oturma hasletini de yeniden
kazanabildiğimizi gözlemliyorum. Çünkü bu zamana kadar akşamları televizyon
izlemeyen yahut izleyecek bir şey bulamayan çocuklar odalarında telefon ile
oynuyor, ebeveynler ezbere bir şekilde haber kanallarını takip ediyorlardı. Hangi
kanalı açsak içimiz daha da kararmıyor mu zaten?
Ancak
şimdi hiç değilse Cumartesi akşamları hep birlikte televizyon izlendiğine kendi
evimizden de şahit olabiliyorum. Bir arada bulunabilme yetimizi televizyon
başındayken de koruyabilmek hayli zorlaşmıştı. Çünkü takip ettiğimiz dizileri
babalarımızın yanında izlemek hiç de güven verici değildi. Bununla birlikte,
kişisel bir gözlem olarak, hayatımızda eksik kalan duygularımızı izlediğimiz
dizi ve filmlerle zaman zaman tamamlamaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Bazılarımızın
komedi filmlerine, bazılarımızınsa dram filmlerine bu kadar tutkun olmasının
sebebini psikolojik bir yoruma açık buluyorum. Buluşma noktası olarak
belirleyebileceğimiz şeyler listesine dizilerin eklenebiliyor olması umutlandırıcı
bir haber. “Çünkü epey zamandır diziler ve televizyon kanallarındaki
içeriklerin birçoğu ayrışmaya sebebiyet veriyordu” desem abartmış olmam sanırım.
Buluşacak
paydalarımızın artması dileğiyle…