BİR gece vakti
penceremi açıp da gözlerimi yıldızlara çevirdiğimde yüreğim, kâinat evimin
ihtişamı karşısında heyecanla çarpıyor.
Aile
yapısı sadece ebeveyn ve çocuktan oluşmaz. Aile olmak demek, kendini bir yere
ait hissetmek de demek aynı zamanda. Uçsuz bucaksız kâinat içinde milyarlarca
galaksinin milyarlarca yıldızından biri olan Güneş’in yörüngesinde dönüp duran
küçük bir gezegen olan Dünya’nın bir ülkesinin bir şehrinde yüzlerce sokağının
içindeki onlarca apartmanın birinde, onlarca daire içinden üç artı bir daire
içine kapansın diye var edilmedi insan.
Evren
insandır, insan bir kâinattır. Ne insan, ne de aile kurumu yüz yirmi metrekare
içine sıkıştırılacak kadar basit bir kurum değildir. Kadın ve erkek önce
birbirinden başlamak suretiyle çatısı altında bulunduğu yuvadan ve genişleyerek
tüm evrenden sorumludur. Evet, insan yıldızlardan da sorumlu bence. Yaratılmış
olan milyarlarca yıldızdan her bir tanesi ile yaratılmış olan milyarlarca
insandan her birinin arasında bir bağ olduğuna inanıyorum.
İnanç
laboratuvarlarda test edilip onaylanmaz sonuçta. O güvenle inanıyorum ki, yine
yaratılmış sonsuz sayıda her bir parçanın diğer sonsuz sayıdaki diğer
parçalarla bir ilişkisi var. Var edici Yüce Mevlâ, yarattığı hiçbir şeyi
öylesine yaratmamıştır. Yaratmışsa, onu diğer yarattıklarından ayrı
kılmamıştır. Ve bence bu, aile olmayı tanımlar.
Ailede
böyle bir şey değil miydi? Birlikte olmak, beraber olmak, birbirine hizmet
etmek…
Aile,
korunması gereken, ilgi gösterilmesi ve uğruna emek verilmesi gereken bir
yapıdır. Bu yapının gelişimi ve sağlığı, toplumun gelişimi ve yarının
sağlığıdır.
Yaşam
ve toplum iç içe geçmiş kavramlardır. Yaşam var olmak, varlık âleminde bir yer
ediniyor olmak demektir. Var olan her canlı türü içinde bir topluluk oluşturur.
Var olmak, toplumu oluşturmak, bir beden olmaktır. Bedende de bir iletişim
vardır. İletişim olmayan yerde hayat olmaz. Sözlü ya da sözsüz canlılar
birbirleriyle iletişim kurarlar.
İletişimde
esas ve sağlıklı olan, kendinde gerçek ve değerli olanı vermektir. İşbu
sebeplerden kişiler, iletişim esnasında ister aile, ister toplumsal yapıda
içlerinde ne olduğunu ve dışarıya ne vereceklerini tahlil etmelidirler. Bende
olana odaklanmam gerek bu aşamada. Bendekini tanımalı, sahip çıkmalı,
geliştirmeliyim ki verdiğim zengin ve faydalı olsun. İnsanın yaşarken dışarıdan
alacağı şey, dışarıya verdiklerinin bir karşılığı olacaktır.
İnsan
her şeye önce kendinden başlamalı. Önce kendini tanımalı, kendine sahip
çıkmalı, kendini geliştirmeli, sevmeli ve korumalıdır kendini. Eşine, çocuğuna,
dâhil olduğu topluma ne kadarsa o kadar katkı sağlar.
Şu
soruyu her aklımıza geldiğimizde sormalıyız: “Ne durumdayım, ne kadarım?”
Dolayısıyla aileye sahip çıkmak, onu korumak için kendinde olmak, donanımlı
olmak ve ne kadar olduğunu bilmek gerek.
Bir
insan için bedenini oluşturan her bir hücre ne ise, toplum için de aile odur.
Tek tek her aile, toplum için hayatî öneme sahiptir. Birey, içinde bulunduğu
yuvadan ve toplumdan sorumlu olduğu gibi toplum ve idareciler de fert ve aile
kurumunun sağlıklı işleyiş sürecinden sorumludur. İlişkiler iki taraflı bir
dengede ilerlerse faydalı bir sonuca ulaşır.
Dünyamız
zor bir sürçten geçmekte. Geçen yıl başlayan virüs salgını sağlık olarak
insanlığı zor bir dönemece yaklaştırmıştır. Burada konu sağlık olduğu için,
ortak bir sorun karşısında ülkelerin birlikte hareket etmesini gerektiren, iş
birliği içinde yürütülmesi gereken bir durum oluşmuştur. Akıl sahibi insanın
buradan güzel dersler çıkarabilmesini umardım. Zira salgın sadece bir virüsle
olmaz. Çoğu ülkenin başında bulunan idarecilerin politikaları da dünyanın en
önemli sorunlarından ve hastalıklarındandır aynı zamanda. İnsan denen türün
insanca, birlikte, huzur içinde yaşamasına engeldir politika. Siyâset, güç,
zenginlik, din, dil, ırk gibi kavramlar bahane gösterilerek insanlık ailesi
önce parçalanmış, sonra birbirine düşman yapılmaya çalışılmıştır.
Daha
aile içinde oluşturulamayan birliğin insanlığın tümünde oluşmasını beklemek şu
aşamada hayâl gibi görünse de insan için her zaman bir umut vardır. Türkiye’nin
her alanda olduğu gibi bu alanda da örnek ve önder olması gerektiğini
düşünüyorum. Ülkemin çabasını ve aile kavramına verdiği önemi gösteren en önemli
gösterge, aile yapısı adına bir bakanlık kurulmasıdır. Aile ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı, aile ve toplumun gelişimi ve sağlığı için gece gündüz çalışmaktadır.
Fakat bir bakanlığın ve güzel çalışmaların yapılması yeterli gelir mi? Elbette
hayır! Akşam haberleri, çevremizde tanık olduğumuz hâdiseler ve nihayetinde
aile içi yaşadığımız çeşitli problemler bunu gösteriyor. Bir kurum tek başına
çözüm değildir.
Çaba, bir çeşit zincirin halkaları gibidir. Her birey, her aile, çabanın bir halkasını oluşturur. Zincirin sağlığı ve gücü verilen emeğe, her bir halkanın diğeri için gösterdiği çabaya bağlığıdır. Zararsız olmak, kendi ailesi için çabalayıp gerisini dışarıda bırakmak da zincire olumsuz etki yapar. Yuvamızın içine dönersek neler yapabileceğimizi konuşmalıyız bu aşamada…
Aile
sağlığını bozan virüslere karşı hangi aşıyı vurulmalı?
Bireyin
de, ailenin de hem sağılığının, hem gelişiminin önündeki en büyük engellerden
birisi, yetersiz bir eğitim, yetersiz bir kitap okuma ve gelişimi destekleyecek
ilgi alanlarının azlığıdır. Dijital çağ ve hızla akan zaman, insanın bilinç
durumunu, farkındalık seviyesini oldukça düşürmüştür. Elimizi hızlı tutmamız gerekiyor.
Hızlanan ve bizim önümüzde bizim için gelişir gibi görünen yaşam araçları
olarak teknoloji ve sosyal medya, farkında olmadan farkındalığımızı ve bizi tüketen
çağın virüsleridir ve kimse bunlar için ciddî bir aşılama arayışında değildir.
Gençler
ve çocukların büyük kısmında okuma kültürü hızla kan kaybediyor. Bir değeri
elde tutacak olan şey, ona olan ilgidir. İlgiyi belirleyen şey ise
çekiciliktir. Cep telefonu, bilgisayar ve tablet gibi cihazların içinde sunulan
dijital ve renkli dünyanın, bir kitabın sayfalarından daha çekici göründüğü tartışılmazdır.
İyi bir okurunun kitap hakkındaki bilgi ve düşüncelerinin genç bir kardeşimin
bilincine faydası yoktur. Kitabın değerini ve faydasını herkes bilir ama az
kişi yaşar. Kitapları topluma doğru şekilde ve farklı yollarla aşılamalıyız.
Burada
acilen tedbir alınıp kurtarma plânları devreye sokulmalıdır. Bu anlamda, şu
anda yapılmakta olan birçok çabanın yetersiz kaldığını, herkes çevresini tahlil
ederek görebilir. Hangi çabanın doğru ve yeterli geleceğini tartışmak niyetinde
değilim bu aşamada.
Önümüze
almamız gereken ilk konu, fark etmektir. Neler olup bittiğini, neleri
kaybetmekte olduğumuzu, hayatımızın nasıl bir şeye dönüşmekte olduğunu, nasıl bir
insana evrildiğimizi görmeli ve analiz etmeliyiz ki bir sorun olduğu net olarak
anlaşılsın. Bunu herkes fark etsin. Milletçe sahiplenip yine milletçe el ele
vermek suretiyle ortak çözümler üretilebilsin, ortak dayanışma ve çabalar
gösterilebilsin. Yoksa “Bir kurum oturup sorunları araştırsın, kendince
çözümler üretip yine kendince uygulamalarla çözmeye çalışsın” denirse, bu
yöntem bir yerde tıkanacaktır. Çözümün ne olduğundan ve gücünden daha önemlidir
sorunun toplumca net olarak anlaşılması.
Kendi
evimde de bizzat şahit oluyorum aile yapısının geçirdiği aşamalara. Ev içi
sohbet ve oyunların yerini herkesin bir köşeye çekilip aile üyelerinden
birisinin televizyonda, birisinin bilgisayarda, diğerinin mutfakta, bir
diğerinin cep telefonunda aile içi zamanı tükettiğini görüyorum. Çocukların
çeşit çeşit, rengârenk oyuncaklarının, sokakta ve parkta oynarken kurdukları
arkadaşlıklarının, toprağın kokusunun, bisikletin, topun, saklambacın ve daha
nice aktivitenin yerini sadece bir tabletin, bir telefonun alması sizce de
korkunç bir durum değil mi? Neden kimse pencereyi açıp çığlık atarak isyan
etmiyor bu duruma?
Biz
nasıl göreceğiz ki bu uçurum kenarındaki dansı? Bizim de elimizde cep telefonu
var. Düşüneceğimiz bir gelir-gider meselesi var. Akşam haberlerini yorumlama,
emeklilik hesabı gibi birçok konuda işimiz var. Dolayısıyla kafamız çok meşgul
zaten.
Aile
ve toplum denen yapının geçmiş ve geleceği konusunda tez yürütme gayreti zaten
bir bakanlığın ve akademisyenlerin görevi olmalı değil mi? Evde oturup da “Ailemi
ve toplumu nasıl kurtarırım?” derdine düşecek değilim ya. Bunun için ne
kapasitem, ne tecrübem, ne de zamanım var. Bize ilk lâzım olan şey, bu
konularda yetkili olan idarecilerin çağın iletişim araçları olan ve aslında
yanlış yönde kullanılan TV ve sosyal medyayı lehimize çevirmeleridir. Acilen
büyük yatırımların yönünün değerlerimize, özellikle aile kurumunun kurtarılmasına
çevrilmesi, kamu spotu, film, belgesel ne olursa olur, bizi uyandıracak
yapımlarla desteklenmesidir. Burada amaç bizimle değil, beynimizle iletişim
kurulmasıdır. Beden kabul ettiği zaman bilinç uyarılır ve kişinin iradesi doğru
kararları almaya başlar.
Yazımı
hazırlamaya devam ettiğim şu dakikalarda kızım salonda bir oyana bir bu yana
hızla koşturup duruyor. Koşmayı çok seviyor. Kendini iyi hissettiği her ânı ya
koşarak, ya kahkahalarıyla ifade ediyor. Oğlum da aynı şekilde; bazen
gülmelerini seyrediyorum öylece ve kendi kendime sormadan edemiyorum: Büyüdükçe
azalacak ve kaybolacak mı bu harika gülüşler?
Keşke
insan gerçek bir kuyumcu olsa da neyin daha değerli ve paha biçilemez olduğunu
görebilseydi. O zaman paranın değil, bir çocuğun neşesinin kaybolmaması için
elinde geleni yapardı.
Çocuklarımızın
en önemli yaşam ve enerji belirtisi kahkahaları ve koşmalarıdır bence. Nasıl ki
yediğimiz ve içtiğimiz şeyler bedenimizde bir dönüşüme ve etkiye yol açıyorsa,
aynı şekilde, yaşadığımız her an bizde bir şeye dönüşür ve bunun sonucunda da
davranışlarımız ve düşünce yapımız şekillenir. Bizim için de geçerli sanırım
duygu ölçümleri. Büyüklerin büyüdükçe neşe ve pozitif enerjileri azalır.
Yapacak işleri ve düşünecek şeyleri çoktur ve diğer yandan bu durumların
çoğunun duygu olarak çıktısı koşu ve neşe değil, strestir maalesef.
Çoğu
zaman stresliyiz. Tabiî, böyle bir zamanda nasıl olacaktık ki? Diğer yandan, yaşananların
can sıkıcı şeyler olduğunu düşünmek basit ve çok dar bir görüşün göstergesidir.
Sonsuz büyüklükte bir evimiz var ve yaratılmış olan sayısız mahlûkatla büyük bir
aileyiz. İnsan denen varlık için yaşam, sadece gün içinde yaşadıkları değildir.
İnsan
yaratılmış en büyük amaç ve en büyük sevgidir. Yaratıcı, sevgisi ile yarattığı
insana eşsiz bir ilim ve güzellikte bir ev inşâ etmiş ve onu sayısız mahlûkatla
bir aile içine yerleştirmiştir. Hayatı dar, sıkıcı, stresli, zor ve anlamsız hâle
dönüştüren şey, insanın sadece önüne bakması ve anlık düşünme biçimini benimsemesidir.
İlimden, okumaktan, sanattan, toplumsal yapının gerekliliği ve yaşamın en özel
hediyesi olan koşulsuz paylaşımdan uzaklaşan insan, kâinat denen sonsuzlukta
bir sokak ve o sokakta bir apartmanın üç artı bir dairesinde kendini evinde
hissetmek gibi anlayışlar sergileyerek bakış açısının ne kadar eksik olduğunu
göstermektedir.
Yönümüzü
kitaplara, inanca, birlikteliğe, tefekküre çevirerek, önce yuva çatısı altında
bir çalışmaya başlayarak, sonra ülkenin ve insanların iyiliği ve gelişimi için
elinden geleni yapmaya davet ediyorum herkesi.
Aile
ve sanat
Kendimiz
ve sorumlusu olduğumuz aile fertleri için çeşitli ilgi alanlarına sahip
olmalıyız. Sanat, insanı nakış nakış işleyerek onun ince bir ruh yapısı
kazanmasını sağlar. Bireyler böylece daha güzel bir iletişim süreci
sergileyebilirler.
Çevreme
herhangi bir sanat dalı tavsiye ettiğimde, resim olabilir, yazı olabilir, fark
etmez, sağlıklı bir dönüş almam mümkün olmuyor genelde. Öylesine bir hobi olayı
olarak görmemeleri gerektiğini ısrarla anlatmaya çalışsam da, malûmunuz, kapı
dışarıdan değil, içeriden açılırsa bir anlamı oluyor ve kapıyı içeriden
açmaları çok zor oluyor. Alınan eğitimler, aile içi yaşam ve genler bireyleri
doğru şekilde işleyemediği için kavramlara yüzeysel bakabiliyorlar.
Kitap
okuma, not tutma, sanat ile ilgilenme de çoğu kişi için gereksiz ya da sadece
yetenek gerektiren uğraşlar olarak görülmekte. Oysa insanın gelişimi çok
yönlüdür. Sanat, insanın içsel yapısına bir ahenk ve denge getirirken, aynı
zamanda yaşamını pencere balkonlarını süsleyen çiçekler gibi güzelleştirir. İçi
süslenen insanın aile yaşamı ve günleri de süslenir. Aile içi zamana inanılmaz
bir değer katan ilmî ve sanatsal uğraşlar, üzülerek görüyorum ki, çoğu aile içinde
kendine yer edinememekte. Evlerin birçoğu yemek yenen, uyunan, televizyon
seyredilen, büyüklerin cep telefonunda zamanı değerlendirdiği ya da
düşüncelerinde kaybolmak suretiyle diğer aile fertlerinin yanında ama onlara
çok uzakta vakitler geçirdiği yerlere dönüşmüş durumda. Böyle bir ortamda
yetişen çocuğun durumu nasıl olur sizce?
Çocuk
nedir? Dünya denen evini ve kendini tanıma çabasında, merakında olan, sürekli
kayıt yapan ve bu kayıtların birleşiminden bir kişiliği oluşan insanın ilk
dönem canlılığı... O bir saksı değil yani; sadece beslenme, barınma ve koruma
yetmez. Zihinsel, duygusal ve bilişsel yapısının sağlam ve yeterli bir ilgiye
ihtiyacı vardır. Ev ortamı çocuğu zaman her alanda sağlıklı bir içsel yapı
oluşturacak zemini sunamayacaktır. Bu aşamada okul ve öğretmen devreye girer.
Ne yazık ki burada da sınırlı düşünce yapısının bir ürünü olan müfredat konusu,
çocuğun çok yönlü gelişimine engel olur.
Altı
yaşındaki bir çocuğun öğrenmesi gereken ilk şeyler okuma, yazma ve kurallar
gibi belirli konu anlatımları değildir. Karşınızda duran ve merakla sizden ne
geleceğini bekleyen bu küçük canlının önce kendini bulmasına yardımcı
olmalıyız. Önce aile içinde yerini bulmalı, sonra sınıf içinde bir yolculuğa
çıkmalıdır. Kendini tanımaya başlamadan, gerek ailenin diğer üyeleriyle, gerek
okulda öğretmen ve arkadaşlarıyla doğru şekilde bir bağ kuramayacağı için ona
vereceğiniz de, alacağınız da bir şey olmayacaktır. Olan tek şey, yaşamın
dalgalı denizinde rastgele bir balık avına çıkmaktır. Suçlu her zaman çocuk
olacaktır. Kapasitesi, ilgi ve merakı ölçüsünde ya kendinden istenenleri
verecek ve başarılı sayılacak ya da veremeyerek başarısız ve yetersiz olarak
değerlendirilecektir. Sonuç olarak kendi ellerimizle bir insanın kaybetme
yolculuğunun başlamasına neden olacağız.
Anne
ve babanın birbiri ile iletişimi çok önemlidir. Aile kurumu bütün konularda hemfikir
olma yeri değildir. Çatısı altında bulunan bireylerin birbirlerine sahip
çıkmaları ve hayat yolculuklarında birbirlerine destek olmaları gerekir.
Bireylerin aile içindeki sağlıklı gelişimi direkt toplumu etkiler. Toplum ve
idareciler de aile kurumunun sağlığına dikkat etmelidir. İdareciler ve eğitim
kurumları bireyi doğru şekilde işlerlerse toplum dengeli bir yapıya
kavuşacaktır.
İdareciler,
eğitim kurumları, akademisyenler, insanı inceleyen ve insanla alâkalı olan tüm
yapılar el ele vererek insanı geri kazanmak suretiyle aile yapısını en doğru
biçimde şekillendirmeli, toplumu gelişen ve sağlıklı bir yapıya
kavuşturmalıdırlar.
Önce
kendimize, sonra ailemize ve vatanımıza sahip çıkalım. Yaşam bizim yuvamız, kâinat
ise her canıyla bizim ailemiz; gelin ayrılıkları ortadan kaldırıp can cana, yan
yana huzurla yaşayalım.