
İSLÂM düşmanlarının, milletimizin temel dinamiği olan
aileye saldırmaları tesadüf eseri değildir. Bu saldırı, düşman karargâhında
hazırlanan plânlı ve projeli bir oluşumun eseridir.
Kur’ân’da defaten lânetlenen, günümüzde de gayr-i
ahlâkî ve hastalıklı bir akım olan aile içi/akraba arası (Kur’ân’ın
yasakladığı) ilişki, zorla cinsel ilişki, fuhuş ve aynı cinslerin evliliği gibi
“sapkınlıklar”, Müslüman milletler ve bazı kavimler içerisinde doğal hâle
getirilmeye çalışılıyor.
Lût Nebî’nin (as) kavminin helâkine sebep olan
fiillerin günümüzdeki uzantısı LGBT dernekleri ve onları himaye eden yerli ve
yabancı kuvvetler, aile kutsiyetine, temiz ve helâl hayata saldırmaktadır.
Hatta kimi siyâsî partilerin programlarında övgüyle bahsedilen o tip mihraklar,
o partilerce önemle (!) kollanması gereken kirliliğin kutsandığı yerler olarak
isimlendiriliyorlar.
İster aile babası, ister devlet mekanizması olsun, bizim
için şart olan, inancımızın nişanı neyi söylüyor ise ona göre hareket
edenlerden olmaktır. Şüphe yoktur ki, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhatabı
insandır. Gayesi ise, insanoğlunun yeryüzünde, insanlık şerefine yaraşır bir
hayat sürmesini istemek ve bu gayesini gerçekleştirmenin yollarını göstermektir.
O, insanın yeryüzünde gerçekleştirmek zorunda olduğu yüce idealleri yerine
getirebilmesi için yardımcı olmaya çalışır. Ama insanla yerine getireceği
idealler arasına giren büyük engellerin varlığı unutulmamalıdır.
Aklıselimi ile doğru yolu, Hakk’ı bulmaya yeterli
olan insanoğlu, tarihin seyri içerisinde meydana gelen yozlaşmalar ve manevî
erozyonlar yüzünden birçok engelle karşılaşabilir. İşte bu noktada Yüce
Rabbimiz, “Vahiy yolu ile insanlar arasından seçtiği peygamberleri vasıtasıyla
doğru yolu göstererek, insanoğluna yardımcı olur”.
Sağlam ve şerefli bir millet veya toplum sağlam ve
şerefli ailelerden, sağlam ve şerefli aileler de sağlam karakterli ve şahsiyet
sahibi fertlerden meydana gelir. Bu sebeptendir ki, Kur’ân, ideal bir toplumun
inşâsı için yirmi üç yılda nazil olmanın hikmetlerinden biri olarak, bilhassa
Mekke döneminde, sağlam karakterde insan yetiştirme yoluna gitmiştir.
Bidayetteki menfi kurum ve yapıları İslâm, dinî
esaslara göre inşâ edilmesi için bireylerden meydana gelen aile kurumunun
temelini atmıştır. Orada erkek-kadın ayırt edilmeksizin, ferdin toplumun esası
olduğu noktasından hareket edilerek, onun aşırılıklardan kaçınması istenmiştir.
Kur’ân, Mekkî sûrelerin hepsinde (ki bu sûre-i güzinler çoğu kez direkt insana
hitap etmektedir) kısa ve veciz ifadelerle fertleri tedricî olarak ıslah
yoluna gittiğini ve sağlam karakterli insan yetiştirme yoluna girildiğini
görmekteyiz. Bu konuda Kur’ân’da daima bir denge unsuru müşahede edilir. İbadet
için normal hayatî fonksiyonlarını yerine getirmeyenleri, hayatiyetten uzaklaşanları
Kur’ân “haddi aşanlar” olarak vasıflandırmış, “Hâddi aşmayın” ve “Allah haddi
aşanları sevmez” (Bakara 190, Tevbe 10) buyurmuştur. Tabiî hakları asla iptal
etmeyerek, ferdin beden ve ruh sağlığını bozacak her türlü aşırılıksa yasaklanmıştır.
***
Allah-u Teâlâ’nın şeraitine göre toplumların ahengini
ifsat eden günahlardan biri olan bir konuyu olarak zinayı yazmadan geçmek,
meseleye nâkısa/eksiklik getirir.
Kur’ân-ı Kerim’de toplumların ahengini bozan ve nesillerin
tahribatına sebep olan zina haram kılınmış, kadın-erkek münasebetlerinin helâl
yolları belirtilmiştir (Bakara, 222-223).
Ferdin hürriyetine saygı esas alınmış, kasten
öldürülenin velisine aşırılığa kaçılmadan kısas hakkı verilirken (İsrâ, 33)
toplum düzenini bozma ve ifsat gibi hareketler, cana kıymaktan daha kötü olarak
belirlenmiştir (Bakara, 191). Gerek fert hayatında, gerekse toplum düzeninde
bozukluklara sebep bütün unsurlar ya yasaklanmış veya ıslah edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde O’nun bütün
emir, tavsiye ve yasaklarının nihaî hedefinin, insanî toplumdaki ahengin temini
olduğu görülüyor.
İslâm ve Kur’ân, başlangıçtan itibaren fıtratı,
karakteri sağlamlaştırmaya, şahsiyetli fertler yetiştirmeye gayret göstermiş,
sağlam şahsiyetli kimselerin tutarlı olduklarını belirtmiştir. Yaratılışındaki
zaaf noktalarının esiri olan şahsiyetsiz kişiler, girdikleri kabın şeklini alan
sıvıya benzetilmiş, onlar hakkında “Her an çeşitli görünüm içindedirler,
şuursuzdurlar” denilmiştir. Şahsiyeti inkişaf etmemiş, sağlamlığına erişmemiş
insanların beraberliğinden veya böyle insanların aile kurmalarından ne hayır
gelir? Sosyal bir varlık olan insan, fıtratının icabı olan şahsiyeti ile insandır.
Eğer böyle bir insan olmazsa, diğer varlıklardan bir farkı kalmaz. Zira Allah-u
Teâlâ, Tin Sûresi’nde insanın yaratılışındaki iksiri ve güzelliği övmüş ve aksi
hâlini ikaz etmiştir.
Karaktersiz, şahsiyetsiz insan çok şeye benzer ama
hiçbir şey değildir. Kur’ân, şahsiyet sağlamlığının şekil olarak değil, meseleler
üzerinde derin derin düşünüp, düşündüğünü ihlâs ile uygulamakla mümkün olduğunu
işaret etmektedir, Beşer plânında ihlâslı ve karakterli iki cinsin meydana
getireceği aile, toplumun temelini oluşturan kutsal ve hukukî bir müessesedir.
Milletlerin varlığı ve yükselmesi buna bağlıdır. Aileye değer vermeyen ve onu
sağlam ahlâk kaideleri üzerine oturtmayan toplumlar, kısa zamanda çözülüp
dağılmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar.
***
Millî varlık ve ahlâkın bekası, sağlam bir aile
yapısına bağlıdır. Örf, âdet, anane ve ahlâk gibi millî haslet ve değerlerin
muhafaza ve intikalinde en önemli rolü aile müessesesi oynamaktadır. İslâm
aileye, Hıristiyanlıkta olduğu gibi tamamen dinî bir kurum olarak bakmaz. Onun
nazarında aile, sağlam esaslara dayalı kutsal ve hukukî bir müessesedir. O,
toplumun varlığının esası kabul edilmiştir. Dinimizin asıl kaynağı olan Kur’ân
ve hadislerde, insanların aile kurmaları teşvik edilmiştir. İslâm’da aile öyle
bir nirengi noktasıdır ki, hem Müslümanların fert olarak huzur içinde yaşamaları
ve çeşitli kötülüklerden korunmaları, hem de sağlıklı bir nesil yetiştirmek ve
toplumun devamı için en mühim vasıta kılınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’den
sunacağımız şu birkaç âyet meali, bu hususu teyit edecektir:
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler
yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığın
belgelerindendir. Bunlarda düşünen millet için dersler vardır.” (Rum, 21)
“Allah size, kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden
de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızık verir. Öyle iken
bâtıla inanıyor ve Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Rum, 72)
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve
cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler Allah onları
lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bilendir.” (Nur, 32)
Evlilik, insanın gözünü önüne eğdirir ve tenasül organlarını
meşru olmayan işler yapmaktan korur. Evlenmeye muktedir olamayanlar ise oruç
tutsunlar.
Bir hadiste şöyle buyurulur: “Nikâh Benim sünnetimdendir.
Kim Benim sünnetimi uygulamazsa Benden değildir. Evleniniz; Ben diğer ümmetlere
karşı sizin çokluğunuzla övünürüm.”
Kur’ân ve hadis gibi iki kaynağın hâricinde, İslâm
âlimleri ve hukukçuları evlenmenin ve ailenin hukukî ve dinî hükümlerini bütün
teferruatı ile anlatmışlardır. Zira günümüzde bu konu, en çok istismar edilir konulardan
olmuştur. Toplumun esası aile olduğu gibi, ailenin temeli de nikâh (evlilik)
müessesesidir. İslâm’da evlilik akdi (nikâh); alışveriş, icâre ve diğer akitler
gibi basit bir akit değildir. İslâm, insanlığın mutluluğa, sağlıklı nesiller
yetiştirilerek fertlerin ve toplumun devamını sağlamak için evlilik bağının, nikâh
müessesesinin gerekliliğine ve kutsiyetine vurgu yapar. Kadın-erkek
ilişkilerine ait hükümleri en ayrıntılı noktalarına kadar belirterek, kadını
toplumda bulunması gereken şerefli yerine oturtmuştur İslâm. Nikâhı sert bir
misak olarak vasıflandırmış ve evliliği şerefli bir akit hâline getirmiştir.
İslâm’ın aile yapısı, pek çok toplumda olduğu gibi
ataerkildir. İslâm’da aile bir huzursuzluk ve eza kaynağı değil, aksine bir
saadet yuvası ve neşe membaıdır. Karı-koca arasında meydana gelecek
anlaşmazlıkların giderilmesine ait yollar gösterilmiş, birbirleriyle uyuşamayan
eşlerin anlaşabilme usulleri denendikten sonra, birleşmeleri imkân dâhilinde
görülemiyorsa ayrılmaları kolaylaştırılmıştır. Olur olmaz sebeplerle aile
birliğinin bozulmasına izin verilmemiştir. Uyuşma yolları açık bir şekilde
gösterilmiş, ama uyuşma imkânı olmayan eşlerin ömür boyu cehennem hayatı yaşamaları
da istenmemiştir.
Teşebbüsler, tavsiyeler ve nasihatler yapıldıktan
sonra, belirli şartlar dâhilinde aile birliğinin bozulmasına müsaade eder
İslâm. Böyle olmasına rağmen bir hadisinde Hazreti Peygamber, “Allah’ın helâl
kıldığı en kötü şey, boşanmadır” (Ebu Davut, Talâk 3) buyurmaktadır.
(Devam edecek…)