Aile toplumun aynasıdır (1)

Millî var¬lık ve ahlâkın bekası, sağlam bir aile yapısına bağlıdır. Örf, âdet, anane ve ahlâk gibi millî haslet ve değerlerin muhafaza ve intikalinde en önemli rolü aile müessesesi oynamaktadır. İslâm aileye, Hıristiyanlıkta olduğu gibi tamamen dinî bir ku¬rum olarak bakmaz. Onun nazarında aile, sağlam esaslara dayalı kutsal ve hukukî bir müessesedir.

İSLÂM düşmanlarının, milletimizin temel dinamiği olan aileye saldırmaları tesadüf eseri değildir. Bu saldırı, düşman karargâhında hazırlanan plânlı ve projeli bir oluşumun eseridir.

Kur’ân’da defaten lânetlenen, günümüzde de gayr-i ahlâkî ve hastalıklı bir akım olan aile içi/akraba arası (Kur’ân’ın yasakladığı) ilişki, zorla cinsel ilişki, fuhuş ve aynı cinslerin evliliği gibi “sapkınlıklar”, Müslüman milletler ve bazı kavimler içerisinde doğal hâle getirilmeye çalışılıyor.

Lût Nebî’nin (as) kavminin helâkine sebep olan fiillerin günümüzdeki uzantısı LGBT dernekleri ve onları himaye eden yerli ve yabancı kuvvetler, aile kutsiyetine, temiz ve helâl hayata saldırmaktadır. Hatta kimi siyâsî partilerin programlarında övgüyle bahsedilen o tip mihraklar, o partilerce önemle (!) kollanması gereken kirliliğin kutsandığı yerler olarak isimlendiriliyorlar. 

İster aile babası, ister devlet mekanizması olsun, bizim için şart olan, inancımızın nişanı neyi söylüyor ise ona göre hareket edenlerden olmaktır. Şüphe yoktur ki, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhatabı insandır. Gayesi ise, insanoğlunun yeryüzünde, insanlık şerefine yaraşır bir hayat sürmesini istemek ve bu gayesini gerçekleştirmenin yollarını göstermektir. O, insanın yeryüzünde gerçek­leştirmek zorunda olduğu yüce idealleri yerine getirebilmesi için yardımcı olmaya çalışır. Ama insanla yerine getireceği idealler arasına giren büyük engellerin varlığı unutulmamalıdır.

Aklıse­limi ile doğru yolu, Hakk’ı bulmaya yeterli olan insanoğlu, tarihin seyri içerisinde meydana gelen yozlaşmalar ve manevî erozyonlar yüzünden birçok engelle karşılaşabilir. İşte bu noktada Yüce Rabbimiz, “Vahiy yolu ile insanlar arasından seçtiği peygamberleri vasıtasıyla doğru yolu göstererek, insanoğluna yardımcı olur”.

Sağlam ve şerefli bir millet veya toplum sağlam ve şerefli aile­lerden, sağlam ve şerefli aileler de sağlam karakterli ve şahsiyet sa­hibi fertlerden meydana gelir. Bu sebeptendir ki, Kur’ân, ideal bir toplumun inşâsı için yirmi üç yılda nazil olmanın hikmetlerinden biri olarak, bilhassa Mekke döneminde, sağlam karakterde insan yetiştirme yoluna gitmiş­tir.

Bidayetteki menfi kurum ve yapıları İslâm, dinî esaslara göre inşâ edilmesi için bireylerden meydana gelen aile kurumunun temelini atmıştır. Orada erkek-kadın ayırt edilmeksizin, ferdin toplumun esası olduğu noktasından hareket edilerek, onun aşırılıklardan kaçınması istenmiştir. Kur’ân, Mekkî sûrelerin hepsinde (ki bu sûre-i güzinler çoğu kez direkt insana hitap etmektedir) kısa ve veciz ifade­lerle fertleri tedricî olarak ıslah yoluna gittiğini ve sağlam karak­terli insan yetiştirme yoluna girildiğini görmekteyiz. Bu konuda Kur’ân’da daima bir denge unsuru müşahede edilir. İbadet için normal hayatî fonksiyonlarını yerine getirmeyenleri, hayatiyetten uzaklaşanları Kur’ân “haddi aşanlar” olarak vasıflandırmış, “Hâddi aşmayın” ve “Allah haddi aşanları sevmez” (Bakara 190, Tevbe 10) buyurmuştur. Tabiî hakları asla iptal etmeyerek, ferdin beden ve ruh sağlığını bozacak her türlü aşırılıksa yasaklanmıştır.

***

Allah-u Teâlâ’nın şeraitine göre toplumların ahengini ifsat eden günahlardan biri olan bir konuyu olarak zinayı yazmadan geçmek, meseleye nâkısa/eksiklik getirir.

Kur’ân-ı Kerim’de toplumların ahengini bozan ve nesillerin tahribatına sebep olan zi­na haram kılınmış, kadın-erkek münasebetlerinin helâl yol­ları belirtilmiştir (Bakara, 222-223).

Ferdin hürriyetine saygı esas alınmış, kasten öldürülenin velisine aşırılığa kaçılmadan kısas hakkı verilirken (İsrâ, 33) toplum düzenini bozma ve ifsat gibi hareketler, cana kıymaktan daha kötü olarak belirlenmiştir (Bakara, 191). Gerek fert hayatında, gerekse toplum düzeninde bozukluklara sebep bütün unsurlar ya yasaklanmış veya ıslah edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’in bü­tünlüğü içerisinde O’nun bütün emir, tavsiye ve yasaklarının nihaî hedefinin, insanî toplumdaki ahengin temini olduğu görülüyor.

İslâm ve Kur’ân, başlangıçtan itibaren fıtratı, karakteri sağlamlaştırmaya, şahsiyetli fertler yetiştirmeye gayret göstermiş, sağlam şahsiyetli kim­selerin tutarlı olduklarını belirtmiştir. Yaratılışındaki zaaf noktalarının esiri olan şahsiyetsiz kişiler, girdikleri kabın şeklini alan sıvıya benzetilmiş, onlar hakkında “Her an çeşitli görünüm içindedirler, şuursuzdurlar” denilmiştir. Şahsiyeti inkişaf etmemiş, sağlamlığına erişmemiş insanların beraberliğinden veya böyle insanların aile kurmalarından ne hayır gelir? Sosyal bir varlık olan insan, fıt­ratının icabı olan şahsiyeti ile insandır. Eğer böyle bir insan olmazsa, diğer varlıklardan bir farkı kalmaz. Zira Allah-u Teâlâ, Tin Sûresi’nde insanın yaratılışındaki iksiri ve güzelliği övmüş ve aksi hâlini ikaz etmiştir.

Karaktersiz, şahsiyetsiz insan çok şeye benzer ama hiçbir şey değildir. Kur’ân, şahsiyet sağlamlığının şekil olarak değil, me­seleler üzerinde derin derin düşünüp, düşündüğünü ihlâs ile uygulamakla mümkün olduğunu işaret etmektedir, Beşer plânında ihlâslı ve karakterli iki cinsin meydana getireceği aile, toplu­mun temelini oluşturan kutsal ve hukukî bir müessesedir. Millet­lerin varlığı ve yükselmesi buna bağlıdır. Aileye değer vermeyen ve onu sağlam ahlâk kaideleri üzerine oturtmayan toplumlar, kısa zamanda çözülüp dağılmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar.

***

Millî var­lık ve ahlâkın bekası, sağlam bir aile yapısına bağlıdır. Örf, âdet, anane ve ahlâk gibi millî haslet ve değerlerin muhafaza ve intikalinde en önemli rolü aile müessesesi oynamaktadır. İslâm aileye, Hıristiyanlıkta olduğu gibi tamamen dinî bir ku­rum olarak bakmaz. Onun nazarında aile, sağlam esaslara dayalı kutsal ve hukukî bir müessesedir. O, toplumun varlığının esası kabul edilmiştir. Dinimizin asıl kaynağı olan Kur’ân ve hadislerde, insanların aile kurmaları teşvik edilmiştir. İslâm’da aile öyle bir nirengi noktasıdır ki, hem Müslümanların fert olarak huzur içinde yaşa­maları ve çeşitli kötülüklerden korunmaları, hem de sağlıklı bir ne­sil yetiştirmek ve toplumun devamı için en mühim vasıta kılınmış­tır. Kur’ân-ı Kerîm’den sunacağımız şu birkaç âyet meali, bu hususu teyit edecektir:

“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eş­ler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığın belgelerindendir. Bunlarda düşünen millet için dersler var­dır.” (Rum, 21)

“Allah size, ken­dinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızık verir. Öyle iken bâtıla inanıyor ve Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Rum, 72)

“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yok­sul iseler Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olan­dır, bilendir.” (Nur, 32)

Evlilik, insanın gözünü önüne eğdirir ve tenasül organ­larını meşru olmayan işler yapmaktan korur. Evlenmeye muktedir olamayanlar ise oruç tutsunlar.

Bir hadiste şöyle buyurulur: “Nikâh Benim sünnetimdendir. Kim Benim sünnetimi uygulamazsa Benden değildir. Ev­leniniz; Ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm.”

Kur’ân ve hadis gibi iki kaynağın hâricinde, İslâm âlimleri ve hukukçuları evlenmenin ve ailenin hukukî ve dinî hükümlerini bü­tün teferruatı ile anlatmışlardır. Zira günümüzde bu konu, en çok istismar edilir konulardan olmuştur. Toplumun esası aile olduğu gibi, ailenin temeli de nikâh (ev­lilik) müessesesidir. İslâm’da evlilik akdi (nikâh); alışveriş, icâre ve diğer akitler gibi basit bir akit değildir. İslâm, insanlığın mut­luluğa, sağlıklı nesiller yetiştirilerek fertlerin ve toplumun devamı­nı sağlamak için evlilik bağının, nikâh müessesesinin gerekliliğine ve kutsiyetine vurgu yapar. Kadın-erkek ilişkilerine ait hükümleri en ayrıntılı noktalarına kadar belirterek, kadını toplumda bulun­ması gereken şerefli yerine oturtmuştur İslâm. Nikâhı sert bir misak olarak vasıflandırmış ve evliliği şerefli bir akit hâline getirmiştir.

İslâm’ın aile yapısı, pek çok toplumda olduğu gibi ataerkildir. İslâm’da aile bir huzursuzluk ve eza kaynağı değil, aksine bir saadet yuvası ve neşe membaıdır. Karı-koca arasında meydana ge­lecek anlaşmazlıkların giderilmesine ait yollar gösterilmiş, birbirleriyle uyuşamayan eşlerin anlaşabilme usulleri denendikten sonra, birleşmeleri imkân dâhilinde görülemiyorsa ayrılmaları kolaylaştırılmıştır. Olur olmaz sebeplerle aile birliğinin bozulmasına izin verilmemiştir. Uyuşma yolları açık bir şekilde gösterilmiş, ama uyuşma imkânı olmayan eşlerin ömür boyu cehennem hayatı yaşamaları da istenmemiştir.

Teşebbüsler, tavsiyeler ve nasihatler yapıldıktan sonra, belirli şartlar dâhilinde aile birliğinin bozul­masına müsaade eder İslâm. Böyle olmasına rağmen bir hadisinde Hazreti Peygamber, “Allah’ın helâl kıldığı en kötü şey, boşanmadır” (Ebu Davut, Talâk 3) buyurmaktadır. 

(Devam edecek…)