Aile politikası “panik” odasında

Toplumsal kodlar açısından ise aile önceliklidir. Değilse, bence ekonomi politikaları evin içinde ise, aile politikası çoktan “panik” odasındadır. Aile panik odasında ise eğer, toplumsal kodlar (çocuk, genç, kadın) üzerinden üretilen siyasetten kopuş olmuş ve devlet kodları üzerinden toplumsal kodları konumlandırma programı devreye girmiş demektir.

Cins siyaset

SİYASETİ “alternatif/muhalif” kılan, toplumsal kodlar üzerinden yürütülen dilidir. Çocuk, genç ve kadın için “gelecek” senaryoları üretmek ve iktidarı çocuk, genç ve kadını tehdit eden etkilere karşı sorumsuzlukla suçlamak, “toplumsal kodlar üzerinden siyaset üretme” stratejisidir. Bu stratejiyi kullanarak iktidar olan hareketler (kısa sürede) devletin kodları üzerinden algı yönetimine yöneldiğinden, toplumsal kodlardan bir kopuş yaşar. Çocuk, genç ve kadın için toplumsal projeler üretmeyi bırakıp devlet kodları üzerinden “konumlandırma programları” uygulamaya başlar.

Bir başka okuma ile söylersek; toplumsal kodlar üzerinden var olan siyasal hareketler devlet kodlarına yöneldiğinde, kendi geliş parkurundan kopar. Bu kopuş, çocuk, genç ve kadın kodları üzerinden üretilecek politikalar yerine, devlet kodları (ekonomi-demokrasi-politik katılım-askeri güç) üzerinden çocuğu, genci ve kadını “konumlandırma programlarına” yönelişle sonuçlanır. Çünkü devlet kodları üzerinden yürütülen politika, algı yönetimi eksenlidir ve toplumsal kodları konumlandırma ile kendini sorumlu hisseder.

Bir sefer devletin kadın-ekonomi diyalektiği, “konumlandırma programları” üzerinden yürütülür. Nüfus, istihdam, verimlilik, cinsiyet dengesi ekonomi-demokrasi-politik katılım-askeri güç parametrelerine uygun çözümlenir ve programlanır.

Devlet kodları üzerinden yürütülen toplumsal kodları konumlandırma programında “edilgen-dezavantaj-eksi akış-risk alanları-direnç noktaları…” sözlüğü kullanılır. Oysa toplumsal kodların (çocuk, genç ve kadın odaklı) dilinde  “etkin, eşleşme, tamamlayıcılık, öznellik…” esastır.

Çocukları, gençleri ve kadınları tehdit eden iç ve dış etkilere/risklere karşı güçlendirilecek “bağışıklık sistemi”, devletin kodlarının güvence altına alınması üzerinden değil, toplumsal değerlere yaslanan tabiî hayatın muhafazası üzerinden yapılır. “İyi” cinsi siyaset, “cins” muhafazası üzerinden konumlandırılan siyasettir. Yani toplumsal kodları merkeze alır. Muhafazakârlık da bu değil midir? Devleti toplumsal kodlara göre konumlandırmak…

Panik odası

28 Şubat süreci, devlet kodlarını aşan bir hareket algısı üzerine ülkeyi panik odasına kapatma sürecidir. Şimdi ülke bu panik odasından çıkıyorken, odada geride kalanlarsa yarattıkları odada mahsur kalıyorlar. Devletin kodlarına yönelmiş politik güç, algı yönetiminin kontrol odasında ve ekonomi, demokrasi, politik katılım, askeri güç eksenli konumlandırma programları hazırlayıp uyguluyor.

Kuşkusuz bu programların en kırılgan olanı “Aile Politikaları” ürünü olan programlardır. Çünkü toplumsal kodlar üzerinden siyaset ve hatta ahlak üretenler, iktidar sahibi olduklarında kod transferi yaşamaktadırlar. Bunun en tipik örneği “üç çocuk”, “güvenlik butonu”, “kadın istihdamı” üçgeninde geliştirilen aileyi konumlandırma programlarıdır.

Daha açık söyleyelim: Devlet kodları üzerinden bir konumlandırma programıdır olup bitenler. Konumlandırma sırasında riski azaltıcı tedbirler “aile politikası” olarak tanımlanmaktadır. Aslında aile, toplumsal model, medeniyet evi, cinsiyet rolleri, bütünleşik akıl ve tamamlayıcı algı temalı, programlanması gereken bir toplumsal kodlar alanı iken; istihdam-fırsat eşitliği-verimlilik-pozitif cinslik vb. gibi “koruyucu” dinamiklerin parçası haline getirilen/getirtilen bir “dolaylı tümleç” konumlandırılması söz konusu.

Çocuk, genç ve kadın algısı, tarihte şekillenmiş bir toplumda, bir dönem “değerler-refleksler” algı yönetimi sahibi siyasi bir hareketin, devletin kodları ile karşılaşınca (derin devletin ağına takılmış toplumsal kodları da fark edince) “Gücün elini gören, gücün diline evrilir” riskine yakalanmış olması açıkça gösteriyor ki, bir “panik” hali var. Üstelik aile politikaları “panik” odasında gibi…

O zaman insan “Aile politikası yok aslında!” demek durumunda kalıyor. Devletin kodları için yürütülen politikalara ailenin konumlandırılması çabası var gibi. Dil de, strateji de, konuşlandırılma da hep bu devlet dili içinde geliştiriliyor çünkü. Aile politikaları ile ilgili tüm konuşmaları, çabaları, programları, analizleri dikkatlice inceleyin. İstisnasız hepsinde “ekonomik gösterge”, “istatistiksel görgü”, “performans algı yönetimi”, “üretimde cinsiyet dalgalanmaları” gibi “konumlandırma programları” dili/tekniği var. Bunun çok basit bir nedeni var: Toplumun çekirdeği olan aile için, bir alan bırakmayacak kadar toplumsal çeperin tamamına hükmeden devlet ve onun algı yönetimindeki “cins ekonomi” stratejisi, aileyi medeniyet ile ilgili değil, devlet ile ilgili bir “unsur” kılmaktadır.

Aile politikalarında bahsedilen “aile” kavramı, “ihtiyaç kalemi” işlevselliğinde bir istihdam ve güvenlik nesnesi olarak konumlandırılmaktadır. Bunun en tipik ele verici örneği, aileden bahsedilirken, ülkelerle kıyaslar yapılmasıdır. Oysa aile kavramı kıyaslamayı iptal eden, düzlem ve derinlik farkı oluşturan, toplumsal kodların özgün-öznel imkanıdır. Toplumların aile algısı ve aile merkezli üretilen kültür farkını “devlet bütün dinlere eşit mesafededir” içeriğindeki laiklik tanımı gibi, “devlet nezdinde tek tip aile vardır” parametresi içinde konumlandırma gayreti, aileyi toplumsal kodların alanından çıkarıp devletin kodları üzerinden konumlandırma göstergesi haline getirmesi demektir. Aile devlete göre (çekirdek aile tanımı içinde eritilmiş tek tip aile olarak), devlet kodları açısından bir gösterge haline getiriliyorsa eğer, iki ihtimal vardır: Ya siyaset panikte veya aile panik odasında.

Ekonomik gelişmişlik göstergesi içinde kadın istihdam sayısı, ekonomik değer eşitliği diline hapsedilmiş bir aileden bahseden politikaya ya “politika nedir, bilinmiyor” ya da “aile kavramı hakkında hizmet içi eğitime ihtiyaç duyan bir görgü sorunu var” demek durumundayız.

Medeniyet haritasındaki aile farklarını, aynı medeniyet ikliminde bile her ailenin biricik ve öznel duruşunu unutan bir politika, “devlet tüm dinlere eşit mesafededir” algısındaki (tüm dinler zaten tek tiptir, bu tanım bir konumlandırma metodudur) gibi, “aile zaten çekirdek ailedir ve tüm aileler ‘aynı’dır” varsayımı üzerinden hareket eden, ekonomik gösterge alanı haline getirilmiş bir aile algısından bahsediyoruz demektir.

Bir ailenin, hatta biricik bir ailenin bile fertleri arasındaki istihdam-verimlilik-fırsat eşitliği algısı, sadece o aileye aittir ve öyle kalmalıdır. Bir aileyi oluşturan fertler arasında verimlilik-fırsat eşitliği-istihdam tanımlarını düzleştirici, dahası fertlerin kendi aralarındaki özgür tercihini bile reddeden evi bir “işçi kulübesi”, fertleri fırsat eşitliği içinde olan “eşit işe eşit maaş” der gibi, her ferdi rakamla ifade etmek çabası da “aileden” bahsediyor olmasa gerek.

İhtiyaçlarını karşılayan mutlu ve huzurlu bir ailenin reisi erkek olursa ve aile fertleri arasında kadın olanı istihdamdan uzak tutarak aile içi rol paylaşımı yapılmışsa eğer, devlet gelip “aile bir kamu alanıdır ve aile fertleri şikayetçi olmasa bile devlet bu alanı kamu alanı saydığından istihdama girmemiş kadını ‘edilgen-ilkel’, kadını istihdamdan uzak tutan aile içi rolleri de  ‘gelişmişliğe engel sosyal duruşlar’ sayar” diyerek aileyi dağıtacak mıyız? O zaman hatırlatalım; ailenin -onu oluşturanların “parmak izi” gibi- kendi içinde, onu özel ve öznel kılan bir kültürü vardır.

Kadın-istihdam sorunsalı “üretim” ile ilgili değil, aileyi tehdit eden ekonomik girdi düzeyi ile ilgili bir toplumsal kod güvenliğidir. Yani ihtiyaç sahibi durumuna düşmüş ailede kadının da iş sahibi olması, toplumsal kodların güvenliğinin göstergesidir.

Toplumsal kodlar üzerinden değil de devlet kodları üzerinden yapılandırmaya kalkarsanız eğer aileyi, bu sefer aile kendi farkını, ihtiyaç düzeyini, kadın rollerini, ailenin bütünlük içinde kalmasını unutan, “kadın” sayısı ve  “erkek” sayısı üzerinden ekonomik göstergeler okuyan ve -ihtiyaç olsun, olmasın- erkek ve kadını “eşit iş gücü” kaynağına dönüştüren bir ekonomiden sorumlu bakan gibi konuşmuş olursunuz.

Hadi olabildiğince sadeleştirip ironik bir cümle kuralım: Ekonomiden sorumlu bakandan aileyi koruyacak olan, aileden sorumlu bakanlıktır. Denge böyle sağlanır. Aileden sorumlu bakanlık, ailesi parçalanmak üzere olan aileler için, ekonomiden sorumlu bakandan bazı uygulamalar isteyebilir. Fakat ekonomiden sorumlu bakan, aileyi konumlandırmak ve ekonomik gösterge için, aileye pozisyon aldırma noktasında, aileden sorumlu bakandan ricada bile bulunamaz. Bulunmamalıdır.

Aileden sorumlu bakanlık, ekonomiden sorumlu bakanlığın alt istihdam araştırma birimi değildir. Türkiye’de şahıslardan önce, hatta bakanlığın misyonundan önce daha temel bir sorun var: “Toplumsal kodlardan olan çocuk, genç, kadın ve hatta erkeği, devlet kodları üzerinden gösterge unsuru haline getirmek”. Oysa toplumsal kodlar üzerinden siyaset üreten hareketler için, tüm bakanlıklar eşit mesafede ve aynı değerde değildir. Her biri sorumluluk alanındaki görevlerini yerine getirmek noktasındaki başarısına göre değerlidir veya değildir. Fakat hepsi eşit değildir.

Devlet kodları üzerinden ekonomi esas olabilir. Toplumsal kodlar açısından ise aile önceliklidir. Değilse, bence ekonomi politikaları evin içinde ise, aile politikası çoktan “panik” odasındadır. Aile panik odasında ise eğer, toplumsal kodlar (çocuk, genç, kadın) üzerinden üretilen siyasetten kopuş olmuş ve devlet kodları üzerinden toplumsal kodları konumlandırma programı devreye girmiş demektir. Unutmayalım ki, devletin panik odasında olduğu bir dönem yoktur. Aile küçük bir devlet sayılabilir, fakat devlet asla büyük bir aile değildir.