“AİLE topluluğu çöktü,
ev diye bir şey kalmadı. Kadınlar pazarda iş aramağa başladılar. Feminizm,
eskiden hayatını evinde kazanan kadınlara pazarlarda iş bulma dâvâsıdır.”
(Cemil Meriç, Bir Facianın Hikâyesi)
Aileyi
fertler teşkil eder. Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk,
torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Yani insan
merkezli sosyal yapı...
Aile,
ataerkil veya anaerkil oluşuna göre ikiye ayrılmaktadır. Onu meydana getiren
fertler de değişmektedir. Dar veya çekirdek aile ise bir karı-koca ile
çocuklardan meydana gelmektedir. Ailedeki hâkimiyetin baba veya annede oluşuna
göre aileler ikiye ayrılmaktadır. Baba hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve
yakınlarını içine alan aileye ataerkil (pederşâhî-patriarcal), anne
hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarının teşkil ettiği aileye de
anaerkil (mâderşâhî-matriarcal) aile denir.
Ataerkil
aile daha yaygın olmakla birlikte, bazı toplumlarda her iki tip aileye de
rastlanmaktadır. Ayrıca aile, eşlerin sayısına göre de tek eşliliğe (monogami)
dayanan aile, çok eşliliğe (poligami) dayanan aile olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. (İslâm Ansiklopedisi, Aile, 2. Cilt, 196)
İslâm’da
aile son derece önemli bir sosyal kurumdur. Tarihi ilk insan ve ilk peygamber
Hazreti Âdem’e kadar uzanmaktadır. Daha açık ifadeyle aile, insanlık tarihi
kadar eski ve zengin bir geçmişe sahiptir. Aile, sosyal dokunun önemli bir
hücresidir. Ailenin sağlam ve kutsal yapısı korunduğu sürece toplum diri ve
ayaktadır. Aile, günlük siyâsî polemik ve çıkarlar uğruna fedâ edildiği ve görmezlikten
gelindiğinde toplumsal ve sosyal sorunlar baş göstermektedir. Aile yapısının
sarsıldığı ve bozulduğunda topyekûn bir çöküş başlar.
Ailenin
temelini evlilik teşkil etmektedir. Evlilik, aynı zamanda sağlıklı nesiller,
milletlerin geleceği ve güveni için kutsal bir bağdır. Evlilik kurumuna sahip
olmayan toplumlar çökmeye mahkûmdurlar. Bunun en çarpıcı örneğini bugün Avrupa
yaşamaktadır. Çünkü Avrupa ülkelerinde nüfus artışı hızla sıfırın altında seyretmektedir.
Din
ve toplumlarda aile
Yahudilikte
aile sadece sosyal değil, aynı zamanda dinî bir topluluktur. Atalar kültü, bir
aile ibadetidir. Geleneksel ibadeti muhafaza eden ve onu yeni nesillere aktarma
görevini üstlenen aile ve onun reisi olan babadır. İlk metinlere göre Yahudilerin
ataları (İbrâhim, İshak, Ya’kūb) kurban yerleri hazırlamışlar ve Tanrı’ya
kurban takdim etmişlerdir (Tekvîn, 12/7 vd.; 13/18; 26/25; 37/5). Aynı zamanda
baba, bir aile ibadeti olarak evde icra edilen Fısıh (Pesah) Bayramı’na da
başkanlık etmektedir (Çıkış, 12/1-51). Bu yüzden babanın rûhânî bir hüviyeti
vardır ve sınırsız otoritesi de buradan gelmektedir. Aile bağlarını koparan
kimse, atalarının himayesinden mahrum olur. Evlenmeyerek ailenin ortadan
kalkmasına sebep olan kimse ise, sadece bir sosyal birimin değil, bir kültün
yok olmasına da sebep olmaktadır. Bu yüzden Yahudilikte bekâr kalmak büyük
günahtır.
İlâhî
vasfını yitirmiş ve dejenere olmuş Hıristiyanlıkta aile yapısı, Yahudi
ailesinden çok farklı değildir. Esasen İncil’de de belirtildiği gibi Hazreti
Îsâ önceki şeriatları lağvetmek için değil, tamamlamak için gelmiştir (Matta,
5/17). Bu bakımdan burada Hıristiyanlıktaki aileden bahsedilirken sadece
Yahudilikten farklı olan noktalar üzerinde durulacaktır.
Hıristiyanlık aileyi sosyal veya medenî bir kurum olarak değil, tamamen dinî
bir kurum olarak kabul etmektedir. Bu bir ölçüde Yahudilikteki maddeci anlayışa
bir tepkidir. Hazreti Îsâ’ya göre aile fertleri arasındaki ilişki, insanla
Allah arasındaki ilişkinin bir aynası ve insanın rûhî-mânevî alandaki
gelişmesinin vazgeçilmez bir unsurudur.
Aileyi meydana getiren evliliğe, Hıristiyanlıkta o ölçüde kutsî bir mahiyet
verilmiştir ki evlenmekle karı-kocanın tek bir beden hâline geldiği ve artık
ayrılmalarının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır (Markos, 10/8-12). Buna
göre boşanıp başkasıyla evlenen eş, zina etmiş olmaktadır (Matta, 19/9; Luka,
16/18). Çünkü önceki evliliği henüz devam etmektedir. Her ne kadar bu yasak
Yahudilikteki boşanmaların aşırılığına bir tepki olarak ortaya çıkmışsa da
boşanmayı bütünüyle reddettiği için bu defa da bir başka aşırılığa sebebiyet
vermiştir. Hıristiyan dünyasında yaşanan çeşitli sosyal çalkantıların bir
sebebi de bu yasak olmalıdır. Zira bu durum bir taraftan kilise dışındaki
evlenme ve boşanmalara yol açmış, kilisede boşanıp ikinci defa evlenemeyenler
bunu kilise dışında yapma yoluna gitmişlerdir.
Eski
Türk ailesinin de çağdaşı birçok toplumdaki gibi ataerkil bir yapıda olduğu
görülmektedir. Yalnız bu ataerkil aile yapısı Yahudilerde veya Roma toplumunda
olduğu gibi aile reisine geniş yetkiler veren, eş ve çocukları âdeta bir
mülkiyet ilişkisiyle babaya bağlayan bir aile değildir. İlk zamanlarda göçebe
ve genellikle savaşçı bir toplum olmanın gereği olarak erkeğin aile ve toplum
içerisindeki yeri, kadına göre daha önemlidir. Fazla yaygın olmamakla birlikte
çok evlilik uygulamasının eski Türk toplumunda var olduğu ve buna özellikle
zengin tâcirler arasında rastlandığı bilinmektedir.
İslâm’da
aile, Hıristiyanlıkta olduğu gibi tamamen dinî bir kurum değilse de, yine de bu
birliğe büyük önem verilmiş ve insanların aile kurmaları muhtelif âyet ve hadîslerle
teşvik edilmiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin
devamı için bir vesîle, hem de kişiyi dince günah sayılan çeşitli kötülüklerden
alıkoyan bir vâsıtadır.
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız
eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının
belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” (Rûm 21;
ayrıca bk. Nahl 72, Nûr 32)
“Nikâh Benim
Sünnetimdendir. Kim Benim Sünnetimi uygulamazsa Benden değildir. Evleniniz, Ben
diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim...” (İbn Mâce, Nikâḥ,
1; ayrıca bk. Miftâḥu Künûzi’s-Sünne, “Nikâḥ” md.)
Bunun
yanı sıra İslâm hukukçuları, evlenmenin dinî hükmünün çeşitli durumlara göre
farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olduğunu belirtmişlerdir.
Birçok toplumda olduğu gibi İslâm aile yapısı da ataerkildir. Fakat bu aile Yahudilikte,
Roma ve eski Arap toplumunda var olanlardan farklı bir yapıdadır. Aile reisinin
onu meydana getiren fertler üzerindeki yetkisi, öncekilere nispetle son derece
sınırlıdır. Meselâ bir aile reisi olarak babanın, çocuklarının şahısları ve mal
varlıkları üzerinde onların yararıyla sınırlı bir velâyet hakkı vardır.
Çocuklarını satma veya onların hayat ve ölümleriyle ilgili bir karar verme
yetkileri yoktur.
Hıristiyan
inancına göre ilk günahkâr kadındır. İslâm’da ise kadın, ilk günahın vebalini
taşımamaktadır. Din ve cemiyet nazarındaki durumu da buna göre
şekillenmektedir. O, kocası karşısında bağımsız bir kişiliğe sahip olduğu gibi
iktisâdî bakımdan da bağımsızdır; İslâm hukukundaki tek kanunî mal rejimi olan
mal ayrılığının tabiî sonucu olarak karı ve kocanın mal varlıkları birbirinden
ayrıdır. Hâkim görüşe göre kadın, kendi mal varlığında dilediği gibi tasarruf
edebilir. Bunun için kocasının rızâsına muhtaç değildir. Ayrıca kadın, erkekler
gibi mirasa ehildir. Bu mallar üzerinde de kocasının bir müdahalesi söz konusu
değildir.
Tek
eş ve boşanma meselesine bakış
İslâm
hukuku bakımından kadın ve erkek, esas itibariyle eşittir. İslâm belli bir
dereceye kadar kan, süt ve sıhrî hısımlarla evlenme yasağı koyarak (bk. Nisâ 23)
esas itibariyle bir aile egzogamisi uygulamıştır.
Evlenme
sırasında erkek, kadına “mehir” adıyla belirli bir para veya mal öder veya
ödeme borcu altına girer. İsim olarak mehir, İslâm öncesi Arap toplumunda aynen,
Yahudilikte benzer şekilde (mohar) var ise de mahiyetleri farklıdır. İslâm
hukukunda mehir, evlenecek kadının ailesine değil, bizzat kendisine verilir ve
kadın, diğer mallarında olduğu gibi onda da dilediği gibi tasarrufta bulunur.
Bu durum, ödenen mehrin satış bedeli, nikâhın da bir satış akdi olduğu
iddialarını çürütmektedir. Bir kimsenin bir akde hem taraf olup satış bedelini
alması, hem de akde konu olması mümkün değildir. Gerçekte mehrin amacı, kadına
iktisâdî bir güç kazandırma ve boşanmanın suistimal edilmesini önlemektir.
Özellikle boşanmalara sıkça başvurulduğu dönem ve bölgelerde yüksek tutulan ve
çoğu kez boşanma ânında ödenmesi kararlaştırılan mehrin bu nevi sebepsiz
boşanmalara önemli ölçüde engel olduğu bir gerçektir.
İslâm’da aile, esas itibariyle tek evlilik (monogami) üzerine kurulmuştur.
Fakat belirli durumlarda kocanın dörde kadar evlenmesine izin verilmiştir.
Ancak bunun bir emir değil, belirli şartlarla başvurulan bir ruhsat olduğu
unutulmamalıdır. Böyle bir evliliğe izin veren Nisâ Sûresi’nin üçüncü âyetinin
devamında, “(...) Şayet adaleti gözetmekten korkarsanız, o zaman bir tane ile
veya câriyenizle yetinin. Doğru yoldan ayrılmamak için bu daha elverişlidir”
buyrularak tek evlilik teşvik edilmiştir.
Boşanma konusunda kabul edilen sistem, boşanmayı yozlaştıran Yahudi
uygulamasıyla onu asla kabul etmeyen Hıristiyan tatbikatı arasında yer alan orta
bir yol görünümündedir. Hazreti Peygamber’in, eşlerin birbirlerine iyi
davranmaları ve aile birliğini devam ettirmeleri hakkında çeşitli emir ve
tavsiyeleri bulunmaktadır.
Boşanma konusunda kocanın kadına nispetle daha geniş bir serbestlik içerisinde
bulunduğu görülmektedir. Bu, boşanmanın malî bütün külfetinin kocanın
omuzlarında oluşu ve kocayı boşanma kararından önce dikkatli olmaya iteceği
düşüncesine dayanmaktadır. Aynı zamanda erkeğin kadın kadar hissî olmaması ve
boşanma hakkını genellikle suiistimal etmeyeceği anlayışı da bu hususta rol
oynamıştır. Nitekim kocanın sahip olduğu bu boşanma serbestisi aynı ölçüde
tatbikata yansımamıştır. Bunda kocanın yükleneceği malî külfetin yanı sıra
dinin sebepsiz boşanmayı hoş görmemesi de büyük ölçüde müessir olmuştur.
Kadın,
boşanma konusunda daha sınırlı bir yetkiye sahiptir. O ancak kocasıyla
anlaşarak (muhâlea) veya belirli sebeplerin varlığında bir mahkeme kararıyla
(tefrik) boşanabilir. Aile birliğinin devamı sırasında olduğu gibi bu birliğin
bozulmasından sonra da karı kocanın, özellikle kocanın çocukları üzerinde
belirli sorumlulukları devam etmektedir.
Klâsik fıkıh kitaplarında, konular ibâdât, muâmelât ve ukubât ana bölümleri
içinde incelenmiştir. Münâkehât, bu sistematik içerisinde genel olarak ibâdât
ve muâmelât arasında yer alır. Bu, aile hukukunun hem ibadetlerle, hem de
muâmelâtla olan yakın ilişkisi sebebiyledir. Bu bakımdan bazı hukukçular onu
ibâdât, bazıları muâmelât bölümüne dâhil ederler. Münâkehât da başlıca iki ana
bölüme ayrılır: Nikâh ve talâk…
Nikâh
bölümünde evlenme akdi, bununla ilgili şartlar, evlenme engelleri ile mehir ve
nafaka gibi evlenmenin doğurduğu sonuçlar; talâk bölümünde ise boşanma, boşanma
çeşitleri, sonuçları, iddet, nafaka gibi konular işlenir. Nesep, süt emzirme
(radâ), çocuğun bakım ve terbiyesi (hadâne) ile akrabalık nafakası gibi konular
da yine münâkehât bölümünde incelenmektedir.
Son söz
Sonuç
olarak, büyük bir medeniyete öncülük etmiş İslâm’ın aile yapısı, Tanzimat Fermanı
ve arkasından Cumhuriyet’in ilânı ile büyük bir yıkıma maruz kalmıştır.
Özellikle son 17 sene içinde Avrupa Birliği’ne hoş görünme adına ailenin sağlam
temelleri sarsılmaya başlamıştır. Ailede kadının öne çıktığı açık seçik
görülmektedir. Evden uzaklaştırma yöntemi, beraberinde cinayetleri
tetiklemiştir. Millî bütünlüğün korunması ve devam ettirilmesi, millî hüviyetin
geliştirilerek güçlendirilmesi, aile hayatı açısından çok yönlü adımlar
atılmasını gerektirmektedir.
Dünya küçülmüş ve iletişim hızla ilerlemiştir. Böyle bir ortamda aile hayatı, emperyalizme esir olmak yerine emperyalizme karşı koyacak güce sahip olmalıdır. Sağlıklı yeni nesiller ve güven içinde bir Türkiye geleceği için ailenin, özellikle evliliklerin sağlam temellere oturtulması gerekmektedir. Bu ise öteki dinlerden, özellikle Batılı anlayıştan farklı olan İslâm’ın sosyal hayatı bütünüyle kucaklamasından geçmektedir.