Aile çeşmesi

İnsanı olması gerektiği yerde ve şehirlerin ortasında da birer köy çeşmesi görmek istiyorum. Doğa ile iç içe yaşam alanları, gökdelenlerin örtmediği ufuklar görmek, yaşamı dolu dolu ve herkesin eşit, tok, özgür ve mutlu yaşamasını istiyorum.

NE de huzurla akıyorsun ey çeşme!..

Çobanlar ve çobanın gezdirdiği hayvanlar için köylük alanlar etrafına serpiştirilmiş köy çeşmeleri, sanki toprağa değil, şiire akıyorlar.

Ömrü şehirde geçmiş biri olarak yıllık iznimi geçirmek üzere gittiğim köyde, öğretmen bacanağım Ömer ağabey ile sabah yürüyüşlerine çıkıyorduk. Her sabah farklı yönlere doğru yaptığımız doğa yürüyüşleri, hem köyün sakinliği ve sabahın dinginliği, hem de temiz hava ve doğanın kucaklayan sevgisi ile insanın rûhunu bambaşka boyutlara taşıyordu.

Bir köy çeşmesine denk geldiğimizde sadece elimizi yüzümüzü serinletmiyor, hayata bir mola verip muhabbetimizi de serinletiyor, kana kana şiir içiyorduk. Zihnim bu çeşmelere akıl erdiremiyordu. Dolu dolu ve serince bu su, devamlı akıyordu. Oluktan beton havuzuna, oradan taşarak toprağa yayılıyor, akıp gidiyordu. Şehirli aklım şehirdeki muslukları sıkı sıkı kapatmaya bilinçlendiği için bu manzaraya da uyum sağlamaya zorlanıyordu: “Bitmez mi böyle aka aka bu su? İsraf olur mu böyle? Şehirde evimde olacaktı ki şimdi bedava oluk oluk suyla yaşardık…”

Sordum: “Ey çeşme, anlatsana kendinden bana biraz?”

“Aile çeşmesiyim… İşte gördüğün bu dağların, ovaların, çimenlerin, ağaçların, kuzuların ve kedilerin sesiyim. Bana geleni, bana koymadan, üstüne bilgimi ve sevgimi ekleyerek geri verenim. Su gökten yere düşer, toprakta bin bir cana değer ve hayat olur nice cana, sonra kıvrım kıvrım bana gelir. Misafirlerime bol bol ikram eder, onlar sevinince ben sevinirim. Gerisini toprağa tekrar veririm. Biz bir aileyiz her biri diğeri için daha önemli olan.

Bizde almak değil, vermek esastır. Bir yarış vardır; kim daha çok gönlünü açacak, kim daha çok verecek… Biter mi toprak ananın yeşili, börtü böceği? Biter mi göğün ışığı, yağmuru? Biter mi vermek sevgi ile olunca bir garip çeşmenin suyu?

İnsanların bizi anlamasını isterdik. Üzülüyoruz. Kendilerine o kadar çok zulmediyorlar ki gerçekten sahip oldukları akıl nimetini yanlış anladıkları için hem çok üzülüyor, hem de çok duâ ediyoruz. İnsan kendini almaya adamış. Bildiğini baş tâcı etmiş ki bildiği bilmediğine perde… Ne varsa elinde, hep kendine saklıyor, hep kendinin sanıyor. Meşgûliyetlerde, bildiklerimizde, haklılıklarımızda bir ömrü çok ucuza harcayıp gidiyoruz. Bir ömür boyu koşulmaz ki bir şeylerin peşinden. Hep hesap yapılmaz ki...”

İnsanların çok büyük bir kısmı ömrünün neredeyse tamamını maddî ihtiyaç hissi içerisinde geçiriyor. Yapacak devamlı bir iş var. Bu iş, boş boş vakit geçirmek bile olsa… Şikâyet ediyorsam, kendimi şikâyet ediyorum. Kimsenin şahsına değil kelimelerim. Televizyona, cep telefonuna, işe, gezmeye, hesap kitaba, oyuna biraz ara vermek vakti gelmedi mi?

Aile kurumunun içi gerçekten karışık bir hâl aldı. Devlet dairesi gibi oldu. Yapılması ve söylenmesi gerekenler, ayrıca hiyerarşik bir sistemle… Birçok eve saygı ve sevgi uğramaz olmuş. Zorunluluklar yuvası olmuş. Sevgi çeşmesi sadece köylerde ya da tarihin tozlu raflarında kalmış. Oysa “vatan” denen yuvada, bir çatının altında, anne ve baba çeşmesi gökten ve yerden, kitaplardan, bilgelerden, Hakk’tan, Kur’ân’dan, sevgiden, aşktan hep toplamalı, yoğurmalı ve akmalı, taşmalı, yaşamın ciğeri olmalıydı.

Bir aile kurumunun en büyük işi ve uğraşı, ilim, birlik beraberlik ve vatan sevgisi, evlâtlarını kucaklayıp çeşme yapmanın derdi ile dertlenmek olmalıydı. Bunu gâye edinmiş yuvalar da var muhakkak. Benim yuvam, maalesef istenen düzeyde değil. Eşine, dostuna, çoluk çocuğuna, komşusuna, vatanına, milletine, ahiretine yatırım yapanı, sevgiyle fedakârlık yapıp karşılığında sadece mutluluk ve paylaşmayı arayanı az kaldı. Veren az kaldı.

 

Aldığını çoğaltarak ver ey insan! Verirsen verir Hakk. Verirsen verir gökler, verir toprak, verirsen verir evlât. Verirsen, çoğaltırsan çoğalır sevgiler. Verirsen yeşerir topraklar, gelecek. Verirsen, çalışırsan, sabırla fedakârlık yaparsan yücelir bu vatan. Zamanın, paranın israfı olur da sevginin olmaz. Yaşam, istesek de, istemesek de bir alışveriş, bir tarladır. Bilsek de, bilmesek de bir şeyler ekiyoruz her an. Farkında olmasak da sürekli bir alışveriş içindeyiz. Konuşsak da, konuşmasak da, yazsak da, yazmasak da yaşam şeklimiz, düşünce, duygu ve davranışlarımız, hayata sunduğumuz sermayemizdir. Karşılığında alacağımız şey, verdiğimiz ücrete göredir.

Biraz mola verin ve aile üyelerinize gerçekten içten gelerek ne verdiğinize bir bakın. Gereklilikleri çıkarın aradan ve geriye gönlünüzce, sevgiyle fedakârca verdiğiniz ne var, onu koyun bir teraziye.

Bağrına, zihnine, midene, gözlerine girene dikkat etmezsen, bağrından çıkandan da haberin olmaz. Bir yuva sadece bir anne ve baba, giyecek, yiyecek, çocukların karın tokluğu, okulu, hastalığı, geçimi değil. Kimin sözü geçiyorsa onun dümene oturduğu bir gemi değil. Bir yuva, o kadar, boş değil!

Bir çatı altında kurulur bir devlet, imparatorluk ve gelecek. Ecdâdımız bir çağ açıp bir çağ kapadı. Sağlam bir yuva, sağlam bir imparatorluk inşâ ediyordu. Bütün dünyaya örnek olan kültür ve ilim yuvası özümüz, Batı başta olmak üzere dış kaynaklı özentiler altında kaldı. Bir köy çeşmesi gibi yeniden çağlamamak için hiçbir neden yok. İçimizde her şey hazır. Üstümüzdeki tozları da bir anda atmak işten bile değil. Neyi bekliyoruz? Kimi bekliyoruz? Sen şimdi içinden başla!

“İnsan” kavramı koca bir kâinatı ve onun içinde sonsuzluğu barındırır. Bir tek atomdaki/elektrondaki enerjinin ne kadar büyük olduğunu veya atom bombasını hepimiz biliriz de insan kavramının içindeki sonsuz enerjiden hiç konuşmayız.

Sağlıklı bir çocuğa iyi bakın. Yerinde duramaz. Olması gerekense tam olarak budur. Kahkahaları yeri göğü inletir. Sabahtan akşama kadar koşar, bütün gücü ile ağlar. O yaşamın içinden geçerken hiçbir engele takılmadığı muazzam enerjinin bir göstergesidir. İnsan sonsuzluğa doğmuş inanılmaz bir enerji ve titreşimdir de aslında. Bu muazzam enerjiyi önce aile kurumunda, sonra okul çatısı altında, sonra da yetiştirilememiş sorumluluklar yolculuğunda söndürürüz. Kahkahalarını elinden alırız elinden, “Koşma, düşersin” der ve ağır ağır yürümeyi öğretiriz. “Yapma, etme, sus, dinle, çalış” kurallarıyla çevrili bir hapishane yaşamı dizayn ederiz ki zihin, bunu yaşamın olmazsa olmazı kabul ederek ona göre düşünce ve duygu dünyası oluşturur.

Enerji muhakkak bir şeye dönüşür. Ya emek verilmek ile neşeye, mutluluğa, bilgeliğe, coşkuya, adanmışlığa ya da bilinçsizliğimizden kaynaklı olarak yanlış yönlere kaymasına neden olur. Ve tuzakların kucağına, dertlerin, problemlerin dünyasına kendi ellerimizle teslim etmiş oluruz. Bir imparatorluk kuracak, sürekli keşifler yapabilecek, maratonlar koşabilecek, dağları delecek, okyanusları geçebilecek enerjiyi boşa harcamayalım ne olur! Beklediğimiz, Batı’yı izlediğimiz, sürekli tükettiğimiz, tükendiğimiz yeter! Mini mini yavruları tabletlere, telefonlara, tuzak dolu çizgi filmlere teslim ettiğimiz, özümüzden, tarihimizden, enerjimizden uzak kaldığımız yeter! Bu hasret yeter!

Yepyeni bir gelecek, sadece bir niyete bakıyor. Evet, milletçe yapılacak, tek vücût olup yapılacak bir niyet yeter. Sadece bir niyet! Gerisi Rabbimin yardımı… Gayret gelir, güç gelir, ilim gelir, maddiyat gelir. Hepsi ve daha fazlası içimizde, birliğimizde, dirliğimizde hazır. Yuvasına sahip çıkan her fert, vatanına sahip çıkmış demektir. Eşine, evlâdına yatırım yapan her aile üyesi, gerçek zenginliğe yatırım yapmış demektir. Almanın değil, vermenin sırrına eren her bilinç, büyük bir hazine bulmuş demektir. Sosyal medyayı değil, dinini, tarihini, ilmi, sporu, sanatı takip eden her fert, çoktan varılması gerekene varmış, kazanılması gerekeni kazanmış demektir.

“Hedefin, hayâlin nedir?” diye soruyorlar. Evmiş, arabaymış, geçim derdiymiş… Olur veya olmaz, Allah emekleri zayi etmez. Benim hayâlim emeğe değil, niyete bakar. Bir millet hayâl ediyorum ve bir yuva, bir kutlu gelecek: İlim ve din hurafelerinden kurtulmuş, sevgi sermaye olmuş, kalpler öğrenme ve paylaşma ile yoğrulmuş, “Daha fazla ne verebilirim, daha ileri nasıl gidebilirim?” aşkı ile ter döken beyinleri bir olmuş görmek istiyorum. Uzayda dolaşabiliyor, tıpta, fende, sanatta, sporda, yönetimde devamlı önde, devamlı gelişiyor olmak istiyorum. İnsanı olması gerektiği yerde ve şehirlerin ortasında da birer köy çeşmesi görmek istiyorum. Doğa ile iç içe yaşam alanları, gökdelenlerin örtmediği ufuklar görmek, yaşamı dolu dolu ve herkesin eşit, tok, özgür ve mutlu yaşamasını istiyorum.

Gelin, büyük bir aile olalım, işi kolay kılalım!