Ahsen-i Takvîm

Aşk ile yaratılmış olmamızın, bize aşk ile verilen bu hayatı en güzel şekilde yaşamamızın, aşk tohumu ekilmiş yüreğimizin gayesi yine aşk olsa gerek. Zorlaştımamak, kolaylaştırmak, nefret ettirmemek, müjdelemek olmalı yolumuz. Hayatı seversek, yüreğimizi sevip farkında olursak bize ihsan edilenlerin, kendimizi o vakit keşfedebiliriz ancak.

İNSANIZ; her canlı gibi doğar, büyür, yaşar ve zamanı gelince ebedî yurda döneriz yeniden. Dün bir filmi izlerken kendi açımdan dehşete düştüğüm sorularla karşılaştım. İnsanoğlu yaratılışından beri doğup, büyüyüp, yerine soyunu devam ettirecek birini ya da birilerini bırakıp gidiyor. Peki, bu mudur olay? Bütün her şey bu kadar mı? Görünmeyen bir kısmı yok mudur bu kısacık konaklamanın?

Farkındalık ve bilinç… Hem ağır sorumluluklar getiriyor insana, hem de bir derin huzur, bir mutluluk… “İyilik, bu dünyadaki en ucuz ama en pahalı erdemdir.”[i]

Her doğan günün bir mucize olduğunu fark edince insan, iyiliğe koşuyor sol yanı. Farkındalık gerektiriyor bu mucize. Bu konuda biraz düşününce neredeyse hepimizin söyleyecek bazı şeyleri vardır. Çoğu aynı şeylerdir. Hepimiz farkındaysak, nedendir her gün gazetelerdeki haberlerde gördüğümüz kötülükler? Belki de unutuyoruzdur, gözlerimizi, daha da önemlisi yüreklerimizi kapatıyor, karartıyoruzdur iyi yanımızı; iyi yanımızı öldürüyoruzdur beşer olarak. Oysa o kadar kolay, o kadar ucuz ki iyi olmak, insan olmak, erdemli olmak. Belki de sık sık hatırlatılması gerekiyordur bize insan olduğumuz.

“Aşkperest” bunu hatırlatıyor bize…

“Düşünelim: Yolda yürürken gülümsemek ve selâm vermek iyiliktir. Para gerektirir mi? Hayır!

Anne babamıza sahip çıkmak, onlara güzel davranmak, iyiliktir. Para gerektirir mi? Hayır!

Hayvanlara, bitkilere, canlılara eziyet etmemek, onlara sahip çıkmak iyiliktir. Para gerektirir mi? Hayır!

İbadet etmek, en büyük iyiliktir. Para gerektirir mi? Hayır!

Allah’ı sevmek, iyiliklerin baş tacıdır. Para gerektirir mi? Hayır!

Bu örnekleri dilediğimiz kadar çoğaltabiliriz. İyilik, böylesine hayatımızın içinde olan ve bizim doğal fıtratımıza uygun bir davranışlar bütünüdür.

Küçük bir çocukken de, doksan yaşında bir ihtiyarken de içimizde hep iyilik meşalesi yanmaktadır.”[ii]

İyiliklerimiz bizi biz yapar, “Ahsen-i Takvîm” eyler. Merhamet etmez isek rahmete ulaşamayız. Güzel insanlardan olmak olmalıdır düsturumuz.

“Biz insanlar için üstünlük, takvadadır. İyi insan olmaktadır yani. Merhamet etmede, paylaşmada, imanın hakkını vermede, haksızlık etmemededir.

Komşusu açken tok yatmamaktır üstün insan olmak.

Yetimi koruyup kollamaktır üstün insan olmak.

Anneye babaya ‘üf’ bile dememektir üstün insan olmak.

İhtiyaçlarından fazlasını kendi hakkı değil, dünyadaki tüm ihtiyaç sahiplerinin hakkı görmektir üstün insan olmak.

Güzel yaşamaktır vesselâm…”[iii]


İnsanız ya, beşeriz ya, unutuyor, gaflete düşüyor, ağrıyor, acıyoruz ya… En çok da yüreğimiz acıyor. En çok da görünmez yanımız sızlıyor. Ya Medet! Ya Şâfi! Ya Rahîm!

“En çok ruhumuzun yaraları acı verir bize.

En çok kalbimizin derdi perişan eder bizi.

Gönül yaraları kapanmak bilmez.

Ne zaman Rabbimizin merhameti ve şefkati dokunur bize, iyileşiriz tüm yaralarımızdan.”[iv]

Farkına varmalıyız yüreğimizin, kalbimizin... Her şey, ama her şey iyi ya da kötü, acı ya da sevinç, buğz ve yakınlık, acıma hissiyatımız, huzurumuz, huzursuzluğumuz hep orada birikiyor; sol yanında göğüs kafesimizin… Öyleyse farkına varalım sahip olduğumuz şeyin!

Ve bir de sevmeliyiz kalbimizi, yüreğimizi. Kibri atıp içimizden, kibri yakıp şefkati doldurmalıyız, şefkate açmalıyız yüreğimizi. İnsanın yüreği yüzüne yansır. İnsanın yüreği diline yansır. İnsanın yüreği hâline, hareketlerine yansır. Rahmetle yıkanmışsa yürek, şefkatle kucaklar insanları, tanıdığımız ya da tanımadığımız bütün insanları, hayvanları, dilsiz kullarını Rabbin… Ve bitkileri… Hayy Hakk!

“Allah insana kalbi hediye etti.

O kalp ki, insana sevmeyi öğretir. Onunla severiz hayatı, kendimizi, dostlarımızı, insanları, evreni, canlıları… Açan bir çiçeğin yaptığı o harika dansı, uçan bir kuşun kanatlarının zarifliğini, doğan güneşin muhteşemliğini, hepsini kalbimiz hissettirir bize.”[v]

Güneşi ve ayı ve yıldızları ve kâinatı belli bir düzende tutana hamdolsun! Bizi bir kan pıhtısından yaratana, bize kalemle yazmayı öğretene, bize bilmediğimizi öğretene, bizi her gece öldürüp her sabah yeniden diriltene hamdolsun! Uçan kuşa rızkını verene hamdolsun! Balığı suda yaşatana hamdolsun! Bize gökte ve yeryüzünde misâller gösterene hamdolsun! Bizi imtihan edene, bizi affedene, bizi doğru yola iletene hamdolsun!

“Sevgili dostum! Allah’a olan aşk yolculuğu kapılardan ibarettir. Biri kapanır ve biri açılır. Sen durmadan, yılmadan, bıkmadan, kapıdan kapıya geçmelisin. Bazen de önüne kocaman duvarlar çıkar. Eğer aşkında samimi isen, her duvar bir kapı olur sana.”[vi]

Aşk ile yaratılmış olmamızın, bize aşk ile verilen bu hayatı en güzel şekilde yaşamamızın, aşk tohumu ekilmiş yüreğimizin gayesi yine aşk olsa gerek. Zorlaştımamak, kolaylaştırmak, nefret ettirmemek, müjdelemek olmalı yolumuz. Hayatı seversek, yüreğimizi sevip farkında olursak bize ihsan edilenlerin, kendimizi o vakit keşfedebiliriz ancak.

“Hayatın anlamını keşfetmek, kalbi keşfetmekle ilgilidir.

Seven, sevilen, iyilik yapan, iyilik gören, huzurlu olan bir kalp, hayatın anlamını çoktan keşfetmiştir. Tüm hatalarla birlikte yolculuk yaparak hem de…

Lütfen pes etmeyin, devam edin!

Arayışınız kutlu olsun!”[vii]

Ve en çok da okuyun dostlar... Okumak, yeni ufuklar açmaktır kalbimize. Çünkü kalbimizdir bizi biz yapan. Ve okunmayan kitaplar, kapağı uzun süre açılmayan kitaplar, öksüz çocuklar gibidirler. Kitaplara küsmemek, kitapları öksüz bırakmamak gerek. Ve dahası, ölür kitaplar da… Kitapların da ömürleri vardır. İnsanın onlara ayırdığı zamandır kitapların ömrü.

“Harflerinin her birinde hayatlar vardır, çiçeklerin kokusu vardır, kuşların cıvıltısı, rüzgârın sesi vardır. Bizim kalbimize dokunup geçerken hatıralarımıza dokunurlar. Üzülürüz, seviniriz, içleniriz, kederleniriz ama küsmeyiz asla kitaba. Biliriz ki kitap her zaman arkadaştır, can yoldaşıdır. İstediğimiz anda yüreğini açar bize. Unutup kitaplığın içine hapsetsek de asla bunu bir küslük nedeni yapmaz. ‘Merhaba’mıza içten gülüşleri ile hemen eşlik eder ve buyur eder sayfalarına bizi.”[viii]

Ve birkaç nasihat hayata dair…

“Samimi olun! Samimiyet en büyük zenginliktir.

Doğal olun! Yapma bebek gibi davranırsanız bir gün kırılıp köşeye atılırsınız.

Hem yüzünüzle, hem kelimelerinizle, hem de kalbinizle gülümseyin!

Paranın peşinden değil, insanın peşinden gidin!

Zamanı, son dakikanız kalmış gibi kullanın!

Sevgiye giden yolun insanların midesinden değil, kalbinden geçtiğini unutmayın!

Ailenize, dostunuza, arkadaşınıza; kendinize davranır gibi davranın!

Aşkı sev, onu koruyup kolla!”[ix]

***

Adem Özbay kimdir?

Maden şehri Zonguldak’ta, bir madenci oğlu olarak doğdu. Yaşadığı Çaycuma ilçesi küçük ve sevimli bir ilçeydi; toprağın kokusu, rüzgârın sesi ile büyüdü. Bunlar, onun için çok güzel bir çocukluk dönemi geçirmesine sebep oldu. 

Sonra üniversite için Ankara’ya gitti. ODTÜ ve Hacettepe’de biraz okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü kazanarak İstanbul’a gitti. Şimdi yurtdışında bir okulda, dil ve edebiyat üzerine öğrenim görüyor.
Özbay’ın deyimiyle, “öğrenme süreci onun için hayat boyu sürecek bir yolculuk”; yaşadığı son güne kadar okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi sürdüreceğini belirtiyor.



[i] Aşkperest / Adem Özbay

[ii] Aşkperest / Adem Özbay

[iii] Aşkperest / Adem Özbay

[iv] Aşkperest / Adem Özbay

[v] Aşkperest / Adem Özbay

[vi] Aşkperest / Adem Özbay

[vii] Aşkperest / Adem Özbay

[viii] Aşkperest / Adem Özbay

[ix] Aşkperest / Adem Özbay