KAHRAMANLAR, kahraman
olduklarını bilmeden yaşarlar. Kahramanlık onlar için özel/kazanılan bir şey
değil, doğaldır/kendiliğindendir zira. Mithat Cemal, “Mehmet Âkif, büyük bir
şair olduğunu bilmeden yaşadı; sorulmazsa şairliğini hatırlamazdı” der ya hani,
aynen öyle.
Böyle
kahramanlar, hatta halk kahramanlarından birisini ben tanıyorum: Emekli
öğretmen Ahmet İşsever…
Asıl
mesleği sınıf öğretmenliği. O tarafı, öğretmenliği de kahramanca. Anlatırım.
Ama asıl takdir edilesi yönü, 1967’den beri Sakarya halk oyunlarının görünmeyen,
bilinmeyen, fark edilmeyen kahramanı, “esas aktörü” olması. Abartısız söylüyorum,
öyle!
Ahmet
İşsever, Ahmet Eğitimsever, Ahmet Kültürsever, Ahmet Halksever, Ahmet Halkoyunusever…
Beşibiryerde Ahmet… Beş katı normal bir insanın yani. Diyeyim size…
Sakarya
Taraklı’da Hayta Hâfızlardan Ormancı Şevket’in 1944 yılında doğan büyük oğludur
Ahmet. Küçüğü de var, Mehmet. İlkokulu Taraklı’da bitiriyor, sene 1956. Ne
yapmalı şimdi bu Ahmet? Taraklı, Geyve’ye bağlı bir nahiye o zamanlar. İlkokulu
bitiren her çocuk, bir ustanın hanına çırak veriliyor. Gelenek görenek böyle
yani. Küçük Ahmet kime çırak olacak bakalım. Derken, öğretmeni Avni Erdoğan ile
okul müdürü Faik Cücen, o sene okulu bitiren ve istikbâl vaat eden altı
öğrenciyi -kendileri gibi öğretmen olsun arzusuyla- Arifiye İlköğretmen Okulu
sınavlarına sokuyorlar. Parasız yatılıyı kazanan acar öğrencilerden birisi de
Hayta Hâfızların Ahmet…
Gel
zaman git zaman, altı sene eğitimin sonunda sınıf öğretmeni olarak mezun oluyor
bizim Ahmet. İlk tayini Urfa Halfeti Aram/Durak köyü. Ardından Sivas’ta askerlik.
Sonra da Kars Arpaçay Oğuzlu… Sonraysa memleketi Sakarya’ya tayin istiyor. Ve
çıkıyor. Şimdi, onun karakterinin ve hayatının ipuçlarını verecek olay da
burada başlıyor!
Tayini
Sakarya Geyve’ye, kendi ilçesine çıkınca, bir Cuma günü, dönemin İl Millî
Eğitim Müdürü, “İlçende öğretmen açığı olan beş köy var. Hangisini istiyorsun?”
diye soruyor, köylerin isimlerini söylüyor. Bizimkisi, “Bir araştırsam,
Pazartesi gelip tercihimi yapsam?” diye cevap veriyor. “Tamam” diyor Müdür. Sonraki
gün, günlerden Cumartesi. Taraklı’nın pazarı… Çarşıda, bir kahvehanede çay
içiyor arkadaşlarıyla Ahmet Öğretmen. Karşı masada dostlarıyla çay içmekte
olan, Taraklı’nın sevilen şahsiyetlerinden İrfan Özen, “Ahmet Hoca, tayinin
nereye çıktı?” diye soruyor. “Beş köy var İrfan Amca, birini seçeceğim
Pazartesi İl Müdürüne gidip” deyince, “Sen şu Bakkal Hüseyin Kömürcü’den bir
çizgili kâğıtla bir zarf al gel bakalım Ahmet!” diyor. Ahmet İşsever, denileni
yapıyor. Eski Türkçeyle bir mektup yazıyor İrfan Özen, zarfa koyup, “Bunu İl
Müdürüne ver, sonra tercih yap” diye de tembih ediyor.
Pazartesi
mektubu İl Müdürüne ulaştıran Ahmet İşsever, “Tercihim Akdoğan köyü” diyor. İl
Müdürü, “Olmaz, Akdoğan Geyve’ye çok uzak. Yolu izi yok. Eşekle gidip gelirsin.
Hem tek öğretmenli! Sen ilçeye yakın olan Umurbey’i tercih et Ahmet Öğretmenim.
Beş öğretmenli, büyük, zengin köy. Yolu da iyi” diye cevap veriyor. “Olsun
efendim, ben zoru severim. Beni en uzak ve en ücra köye verin” diyor tekrar.
İl
Müdürü sinirinden yerinden fırlıyor: “Madem en kötü yeri, mahrumiyet bölgesini
seçecektin, sınıf arkadaşım İrfan Bey’den niye mektup getirdin bana?”
Cevap veriyor Ahmet Öğretmen: “Mektupta ne yazdığından benim haberim yok. Ama ülkemin en mahrum yerlerinde öğretmenlik yapmak, benim felsefem ve idealimdir efendim.”
Ve
kervan geçmez, kuş konmaz denilen Geyve Akdoğan köyünde dört yıl öğretmenlik
yapıyor Ahmet Hocamız. Ama ne öğretmenlik! Tâ dağın başında, dağ köyünde
jimnastik takımı, mandolin kursu, sağlık ocağı derneği, halk oyunları ekibi
kuruyor. İlçe merkezindeki öğretmenlerin kıskanıp merkezde gösteri yapmasını
engelleyecek kadar başarılara imza atıyor öğrencileri.
1968
yılında ilk halk oyunları ekibini de bu köyde kuruyor Ahmet Öğretmen. Geçen
elli üç senede, sayısını kendisinin de bilmediği belki, elli üç ekip yetiştiriyor
saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca çalıştırarak. Beş kuruş para almadan
üstelik.
Halk
oyunu eğitmenliğinin yanı sıra ne mi çalıyor Ahmet İşsever? Ne gerekiyorsa o!
Cümbüş, klarnet, davul, ritm vesaire. Eksik nerede, Ahmet Hoca orada… Onlarca organizasyon,
yüzlerce gösteri… Elli üç yıllık emek, alın teri, fedakârlık ve gururun sonunda
gelinen nokta: Sakarya’da halk oyunları varsa hâlâ, yirmi iki farklı ezgiyle,
yirmi iki farklı türküyle karşılaması, konak getirmesi, zeybeğiyle, sarısı,
kırmızısı, yeşiliyle Taraklı Geyve yöresi halk oyunları hâlen yaşıyorsa, bu en
başta Ahmet İşsever sayesindedir. Her vicdan ve insaf sahibi de bunu ifade eder
zaten. Diğer bütün emekleri toplasanız, bir Ahmet İşsever emeği etmez, edemez!
Sadece
Geyve Taraklı değil, Silifke yöresini de çalıştırmış, Artvin yöresi müzikleri
de çalmış, ekipleri ödüller almıştır. Hatırlayamadığı kadar il birinciliği, on
kadar Türkiye birinciliği mevcuttur. Şimdi ise en ilginç birinciliğini
anlatmanın yeridir…
“Ümitsiz
olmayın!”
2006
yılıdır. Kültür Bakanlığımız “doğaçlama” bir yarışma açar. Yeni seçilen Taraklı
Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman, İşsever’den bir ekip hazırlamasını rica
eder. Ahmet Hoca, kendisi gibi öğretmen kökenli olan ve çok sevdiği Tacettin
Başkanı kırmaz, Taraklı’nın köylerinden yaşları altmış civarında sekiz kişi
bulur, doğru dürüst de hazırlanamadan Türkiye Şampiyonası için Ankara’nın yolu
tutulur.
Beştepe’deki
öğretmen evine yerleşilir. Kahvaltıdan sonra öğretmen evinin bahçesinde ekip,
ilk defa birlikte çalışmaya başlayacaktır Ahmet Hoca nezaretinde. Onlar
çalışırken, orta yaşlı bir bey de dikkat ve zevkle çalışmayı izlemektedir. Ara
verildiğinde o izleyici bey, Ahmet Hoca’ya sormadan edemez: “Hangi bölgenin bu
ekip?”
-Sakarya
Taraklı…
-Hayrola, niçin
buradasınız?
-Yarın
Türkiye Halk Oyunları Yarışması var da… Hiç çalışamadık, ona hazırlanıyoruz?
-Ümitli misiniz? Birincilik
şansınız var mı peki?
-Jüri
bölgecilik yapar diye korkuyorum. Yapmazsa ilk üçe gireriz inşallah…
-Ümitsiz olmayın,
çalışın siz! Belki de torpil olmaz. Hadi kolay gelsin…
Ertesi
gün olur. Salonda şampiyona başlar. Türkiye’nin yedi bölgesinden otuz kadar
ekip salonda sırayla sahne almaktadır. Sıra Taraklı ekibine gelir. Sahneye bir
çıkarlar, Ahmet İşsever bir bakar ki o da ne? Bir gün önce onları dikkat ve
zevkle seyreden ve “Ümitsiz olmayın” diyen zat, yarışmanın jüri başkanıdır.
Ekiplerin gösterileri tamamlanır. Puanlamalar, hesaplamalar… Sonuç açıklanır:
Ahmet İşsever’in sadece bir gün tam ekiple çalıştırdığı ekip, Türkiye birincisi
olmuştur. Ahmet Hocamızın böyle birincilikleri de, başarıları da, hikâyeleri de
çoktur.
1990 yılında Bulgaristan, Yugoslavya, İtalya ve Fransa’da Türkiye’yi temsil ederler. Ertesi yıl da Romanya’da bir festivaldedirler. 23 Nisan 2005’te, Ali Sami Yen Stadı’nda, 44 ülkenin katıldığı Çocuk Şenliği’nde, ertesi yıl Türkmenbaşı’nın isteğiyle Türkmenistan’da on gün süreyle Türkiye’yi temsil eder yine Sakarya Geyve yöresi oyunlarıyla. Birçok ulusal televizyon programında da sahne alırlar. Gülben Ergen’den Esra Özmen’in programlarına konuk olurlar meselâ defalarca…
Bir
yerde Ahmet İşsever varsa, orada disiplin, ciddiyet, eğitim ve başarı vardır.
Zorlukların üzerinden bir bir gelinir. Halkla, halkıyla, halkının değerleriyle
bütünleşme vardır. Bayrakla, milletle, devletle kaynaşma vardır. Ay-yıldız
sevgisi her şeyin önünde gelir onun için. Şöhret, mâkâm, para, ödül peşinde hiç
olmamıştır. Yetmiş yedi yıllık ömründe hep verdiği, hiç almadığı hâlde heyecan
ve enerjisini azaltmamıştır. Veren, öğreten, geliştiren ve başaran adamdır o. Dedikodusu,
gıybeti yoktur. Şaklabanlıktan, dalkavukluktan nefret eder. Hep çalışır, hep
ciddidir. Tam bir disiplin ve tedbir abidesidir Ahmet Öğretmen; evinde,
arabasında tek eksik olmaz, olamaz. Her yere, her işe, her organizasyona yarım
saat önceden gider.
Yine
bir gün, müzisyen arkadaşı Sabri İlter’i zar zor bulmuştur. Öfkeli ve
gergindir. Ekip çalıştırmak için Ahmet Hoca’nın arabasıyla Adapazarı’na
gidilmektedir. Beşiktaş mevkiinde trafik polisi onları durdurur, sonra da devam
işareti yapar. Gergin olan Ahmet İşsever, polise çıkışır: “Madem geç
diyecektin, neden dur işareti yaptın?” Polis memurunun canı sıkılır öfkeli
hocaya, ehliyet ruhsat sorar. Bakar, tamamdır. Şunu bunu sorar, tamamdır. Ceza
kesmeye kararlıdır ama polis. Halat sorar, “Üç tane birden var” der, gösterir
bizimkisi. Polis, doksandan golü atmak arzusuyla “Tebeşir var mı?” diye sorar,
hayatının özü özeti disiplin ve tedbir olan Ahmet Öğretmen soruyla cevap verir:
“Kırmızı, sarı, mavi, beyaz, yeşil… Beş çeşit var. Hangisini istiyorsun?” Hepsini
arabasının kaputunun üzerine serer ve bir tane daha çıkarır: “Bu katranlı siyah
tebeşir de rahmetli babam, Ormancı Şevket’ten bana miras. Al bu da benden sana
hediye olsun memur bey!”
Ahmet
İşsever budur işte, tam da budur! Eksiksiz gediksiz budur!
Daha
Geyve ve Taraklı sözlüğü, oyunları, türküleri, lakapları, bilmeceleri, gelenek
ve görenekleri, kıyafetleri, deyimleri, atasözleri, giyim ve kuşamını içeren
kitaplarından söz etmedim. Onlar da var. Ve yeni yeni kitap hazırlıkları da...
Eşi
Fatma Hanım’la tek çocukları Murat, zaman zaman “Yeter artık parasız pulsuz bu
fedakârlık!” diye takılsalar da ona, o biteviye hem onlara, hem herkese aynı
cevabı verir: “Çocuklara ve halk oyunlarına âşığım ben. Çocuklar benim her
şeyim. Bir daha dünyaya gelsem yine öğretmenliği seçerim!”
Ahmet İşsever, kalbi, özü, sözü eğitim ve halk oyunları olan bir kahramanımızdır bizim. O bir halk kahramanıdır. Hem de halk oyunları kahramanı… Ömrünü şehrinin, halkının değerlerine adamış örnek bir kahraman…