
YAŞ kemâle erince gecelerini ziyan etmezmiş insan kendine. Öyle derler. Sözü geçen yaş otuz mudur, kırk mıdır, bahsetmezler. Çünkü olgunlaşma süreci herkesin öğrendiği ölçüde ilerler. Olgunluk, öğrenilen ve uygulama sahalarıyla gelişebilen, tecrübelerin ışık tuttuğu bir kazanımdır.
“Ahlâkî olgunluk” dediğimizde ise akla gelen ilk şey, bir inanç ve düşünce sistemi içerisinde bulunan insandır. Onu diğer canlılardan ayıran; duygu, düşünce ve davranışlarıdır. Ruhsal ve zihinsel bir dinginlik üzere büyümek, fiziksel ve biyolojik büyümeden çok daha fazla yol kat ettirir insana.
Kimdir olgun insan? Verdiği sözleri tutan, hatalarından ders çıkaran, Narsisizmden uzak duran kişidir. Şikâyet etmek yerine çözüm üreten, olayları kişiselleştirmeyen, korku ve kaygılardan münezzeh, güzele meyyâl kimsedir. Harekete geçen eylemlerin sarf edilen sözcüklerden daha kıymetli olduğunu bilir. Sosyal çevre içerisinde diğer insanlar ile kendisi arasında yer alan tüm farklara rağmen uyumlu ve barışık olmayı tercih eder. Beklentiye göre değil, değerlere göre yaşar. Sahip olduğu özellikler için minnettardır. Bilmediğini bilir, haddini bilir, kendini bilir, takdir etmeyi bilir. Bir misafir edasında kabul eder karşılaştığı ahvalleri, ağırlar ve uğurlar. Duygularını kontrol edebilir, öfkesine hâkimdir. Tevazu, en nezih makamıdır.
Bütün bunları edinebilmek için illâ acı ve kedere duçar olmaya gerek yoktur, eğitime gerek vardır. Bireyin ahlâken olgunlaşması, kültürlü ve iyi insan olması, eğitimin en önemli hedeflerinden biri olmalıdır.
Geçmişten günümüze bütün toplumlar ahlâkî kuralları öğretmeyi kendilerine önemli bir vazife olarak görmüşlerdir. Her nesil kendinden önceki nesilden devraldığı kültürel mirası toplumun ihtiyaçları doğrultusunda, teknolojik gelişimleri, âdet, gelenek ve görenekleri zemin alarak zenginleştirmiştir. Ahlâkın öğrenilmesi doğrudan doğruya eğitimle mümkün gibi görünse de soyaçekim, irsî aktarımlar, iklim ve coğrafya, ahlâkın şekil almasında dolaylı birer etken olmuştur. Kıl çadırlarda minimal yaşam sürenlerin, köy yaylalarında hayvan güdenlerin ve apartman dairelerinde dijital yayınlara hapsedilenlerin manevî değerlerinde farklılıklar oluşmaktadır. Bu sebeple ihtiyaç odaklı ahlâkî normlara gereksinim vardır.
Ahlâk eğitiminin Türkiye’deki genel manzarasına bakıldığında ise, konunun ihmâle uğradığı gün yüzü gibi apaçık ortadadır. Hayatı anlama gayesinden uzak, mutlu ve huzurlu yaşamayı öğreten değil kuru bilgilerle dolu ezber odaklı bir eğitim metodu, çocuklara ve gençlere işlerlik kazandırmamaktadır. İlkokul ve ortaöğretim ders müfredatında zorunlu olarak yerini alan “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” adlı dersin yeni stratejilere, pedagojik ve teknik yöntemlere ihtiyacı vardır. Meslek liselerinde yer alan uygulama atölyeleri nasıl teorik bilgiyi pratiğe dönüştürmek için bir alansa, ahlâk dersi için de böylesi atölyeler ders programı dâhilinde bilginin kalıcılığını sağlamak için bir metot olarak düşünülmelidir. Camiler ideal bir toplumu hazırlayacak gençlere ve her yaştan okul öğrencilerine beş vakit açılıyor olsa da konuşma adâbı, oturma adâbı, giyinme adâbı, yemek yeme adâbı gibi dinî perspektifi uzak gibi görünen ancak insanı kendi kültürüyle insanileştiren muaşeret kurallarını uygulama salonları ve etüt odaları çoğaltılabilmelidir.
Ahlâkî olgunluğa erişme macerası
Ahlâkî olgunluğu “zihinsel” ve “içsel” olarak iki yönlü ele alabiliriz. Zihinsel olgunluk; muhakeme yeteneği, analitik düşünme, mantık yürütme gibi bilimsel başarıları içerisine alır. İçsel olgunluk ise vicdanın en pak sesidir. İletişim ve duygudaşlık becerileri, iyi olanı tercih etme, sorumlulukların farkında olma gibi ahlâkî başarıları içerisine alır. Bu her iki olgunluk arası kurulan denge, bir bardak su içerisinde homojen dağılan şeker veya tuz gibidir. Suyun içerisindeki şekeri göremeyiz ancak tadına varabiliriz. Suya tuz karışsa onu da göremeyiz; gördüğümüz ancak etikettir. Bardağın kristal oluşu, plastik oluşu bir yana dursun, mühim olan, hangi meziyetlerle dolu oluşudur. İnsan ahlâk çerçevesinde var olan hayatı hangi renge boyuyor, kalbinden hangi tatları taşırıyor ise olgunluk seviyesi de ona göre bir hâl alır. Kravatı ve döpiyesiyle karşılanan insanlar geride bıraktıkları hislerle uğurlanırlar.
Ahlâkî olgunluk, duygu ve düşünce bakımından en doygunluğu, tutum ve davranış bakımından en nitelikli vasıfları kapsar. Hedef ve idealler doğrultusunda geliştirilecek olan vizyonel düşünce boyut değiştirerek bir fazilete dönüşür. Zihnini ve dilini kontrol edebilen, kendini ahlâk dışılığına karşın hıfz edebilen insan, tam bir olgunluğa erişebilir.
Ahlâkî olgunluk kavramı, bilindiği üzere literatüre Kohlberg tarafından girmiştir. Kohlberg, ahlâkî ikilemler karşısındaki akıl yürütmeyi puanlayarak değerlendirmiştir. İkilemler bir kişinin ahlâkî bir karar vermesi gereken durumları tanımlayan kurgusal hikâyelerdir. Örneğin, Kohlberg’in ahlâkî gelişim tablosuna baktığımızda, “Kırmızı ışıkta neden durulur?” sorusuna verilen cevaplar bireyin ahlâkî gelişiminin hangi aşamada olduğunu ve ahlâkî eğiliminin hangi evrede yer aldığını gösterir. Bu soruya verilen cevaplar üzerinden, “Arabasının zarar göreceğini düşünen kişi çıkarcı bir eğilime sahipken, bir insanın ölümüne sebep vermekten imtina eden kişi evrensel ahlâk ilkeleri eğilimine sahiptir” denilir.[i]
İnsan sosyal bir varlıktır. Kişilik yapısı ve eylemleri toplumdan ayrı tutulamaz. Bu bağlamda, ahlâkın hem bireysel, hem de toplumsal yönü bulunmaktadır. Türk düşünce hayatının son dönemlerinde yaşamış mütefekkiri Erol Güngör’e göre ahlâk, bir toplumun refahı ve huzuru için vazgeçilmez bir sistemdir. Hatta toplumsal düzenin sağlanması için sosyal ahlâk, ferdî ahlâktan daha önce gelir.[ii] İbn Miskeveyh’e göre ahlâk, “Nefisin düşünüp taşınmasına gerek kalmadan kendi eylemlerini ortaya koymasını sağlayan durumdur”[iii].
Gazalî’ye göre ise ahlâk, “nefiste köklü bir şekilde yerleşip meleke hâline gelen, kendisinden eylem ve teamüllerin hiçbir zorlama olmaksızın ve düşünüp taşınmadan rahatça ortaya çıktığı heyet-i rasihadır”[iv].
Ahlâkî olgunluk, değerlerin vicdanda içselleştirilmesiyle kökleşir. Duygu ve düşünceyi taşımak yetmez, tutum ve davranışa dönüşerek ahlâkî bir forma gidilir. Bilinç düzeyinde meydana gelen alışkanlıklar sosyolojik olgunluğu meydana getirir. Herkes bilir ki, yol üzerinde rahatsız eden bir taşı kenara çekmek gerekir. Gelip giden insanlar arasında taşı kaldıran ancak bir kişidir. Ruhsal kabiliyetler güzel bir şahsiyetin parıldayan elementleri gibidir. Basit görünen bu ve benzeri alışkanlıklar ahlâk erozyonunu durdurabilir. Her geçen gün kan kaybeden dil kuralları, ihlâl edilen toplum ve din kuralları, haysiyet, hak ve adalet çabaları, ancak uygulandığı müddetçe yeterliliğini koruyabilir. Eyleme geçmeyen kuramlar çürümeye mahkûmdurlar.
Hem klasik felsefenin, hem de İslam ahlâk felsefesinin konu başlıkları arasında yer alan erdem merkezli ahlâk anlayışı, insanı yaratılışına ters düşen tutum ve yönelişlerden ayırır. Fıtrîdir, sosyaldir ve devamlılığı vardır. Doğruluk, dürüstlük, adalet ve alçakgönüllülük gibi nitelikleri ifade eden ve toplum tarafından benimsenen, herhangi bir baskıya maruz kalmaksızın hür irade ile sergilenen ahlâkî davranışlara uygun yaşanması, millî ve manevî değerlere sahip çıkılması ve ayrıca sosyal ve ekonomik faaliyetler altında insanların ezilmesine sebep olan çarpık düzenlemelerin önüne geçilmesi, Türk toplumunun ahlâkî sağlığı için elzem bir durumdur.
[i] Kohlberg, Lawrence (1958). 10-16. Yıllarda Düşünme ve Seçme Modlarının Geliştirilmesi (Doktora tezi). Chicago Üniversitesi.
[ii] Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk
[iii] İbn Miskeveyh, Tehzîbu-l Ahlâk, çev. Abdulkadir Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihat Tunç (İstanbul: Büyüyenay
[iv] Gazali, İhyâu Ulumud Din-3, çev. Mehmed A. Müftüoğlu (İstanbul: Tuğra Neşriyat Yayınları, 2000), 120.