HEP geleceğe yatırım yapmanın, ayakları üzerine sağlam basmanın, bugün harcarken yarını da garanti altına almanın plânları yapılır ve hatta bu yönde bir dizi nasihatlerle yakın çevrenin de aklı çelinir. Geleceği dizayn etmenin, elinde varken kenara atmanın ve her menfi vaziyete hazırlıklı olmanın şuuru zihinlerden zihinlere aktarılır. Ekseri “tasarruf” ve “israf etmeme” gibi akılcı ve hatta imanî meziyetler de geleceğe yatırım kapsamında güçlü dayanaklar olarak seçilir.
Yalnız, kusuruma bakmayın, bu süslü sıfatların altında gizlenmiş gerçek suretleri birer birer yazacağım. Çünkü bir nesne veya süjenin üzeri sıfat tamlamaları veya isimden türemiş gösterişli fiillerle örtüldüğünde, alttan sızan kokusu ve zamanla dışa zuhur eden biçimi, örtücü kelimelerin de şahsiyetini bozuyor.
Evvelâ büyük bir gönül serbestliğiyle ve akılcı verilere hürmetle şunu söyleyebilirim ki, “geleceği garanti altına almak” olarak fısıldanan tezahürat geçersizdir. Bu maddî anlamda yok hükmünde olduğu gibi, hayata temas eden diğer aksiyonlar açısından da hükümsüzdür.
Hiçbir mahlûk, kendi geleceğini ya da evlatlarının geleceğini garanti altına alamaz. Burada garanti altına almaktan kasıt “maddeye bağlı bir saadet iklimi” ise, bilinmeli ki maddenin bolluğunda dahi saadeti yerle yeksan edecek bir dolu ihtimâl vardır. Ki bu ihtimâller hiçbir akıl tarafından öngörülemez. Evvelden sezilebilen ve saptanabilen kazalar, belâlar ve aksilikler olsa dahi öncül bir savunma sistemi kurmak ve en üst düzey önlemleri hayata geçirmek yoluyla da bertaraf edilemez.
Ama diyelim ki para, mal ve servet birikimi dışında geleceğin huzurdan saatlerine tesir edebilecek hiçbir aksama olmasın; bu varsayımla bile yine iddiama devam ederim, zira birikimin hacimce ve sayıca fazlalığı, onun geleceği de kapsayan devasa bir küme olarak var olacağı teminatını vermez.
Özetle, ister maddeyle, isterse refah seviyesine, gönül rahatlığına ve huzura katkı sağlayacak bütün eklentiler yoluyla olsun, hiç kimse kendinin ya da bir başkasının bir an sonrasını bile garanti altına alamaz.
Bu, geleceği tasarlama ya da önlem alma yollarını tıkayacak bir hakikat değil. Bu, insan her ne yaparsa yapsın, başa gelebilecekleri önceden tasavvur edip geliş yollarına barikatlar kuramayacağı gerçeğinin altını çizmek.
İnsan sadece çalışmak ve çabalamakla yükümlüdür. Ama hiçbir gayret bir sonraki zamanın teminatı olamaz. Bu insanı yanıltan tezahüratların ne kadar vahim olduğunu sezebilseydik, böyle bir anlam yıkımına başlamamın halis bir niyetle temellendiğini ispat edebilirdim. Ama şimdi kendimi ispat ve tespitin gerekliliği üzerine düşünecek ve buna satır feda edecek bir hâlet-i ruhiye içinde bulunmuyorum.
Şayet aklı bu içi boş ve mesnetsiz eylem plânlarına ikna ederseniz, son nefese kadar sürecek bir yanılgıya hem dünyanın huzurunu, hem de ahiretteki zenginliği heba etmiş olursunuz. Çünkü bugün elde olanı sürekli kenara atma, yok sayma, tasarruf yapma ve geleceği garanti altına alma(!) gibi ilk bakışta yumuşak başlı sayılabilecek kavramlar, insanı cimri, hasis ve paylaşmayı bilmeyen bir hüviyete çok çabuk kavuşturur.
Meselâ tasarruf yapmak da çok rizikolu bir tabir. Çünkü “neden” ve “neyden” tasarruf edilmesi gerektiği sorularının cevabı insanın çıkarına göre pekâlâ dizayn edilebilir. Deyim yerindeyse çok elverişli bir elementtir. Kolay şekil alır, istenen renge girebilir ama ömrü uzun ve dayanıklıdır. Yaşamak ve hatta bir üst seviyede bulunan “rahat yaşamak” hedefinin gerekleri arasında bulunmayanlardan tasarruf edilir. Ancak aşırı harcamadan ve kişinin yalnızca kendi zevkine hitap eden metalardan tasarruf edilir. Ama neyden tasarruf edilmez, hemen söyleyeyim: Hayatî değerdeki harcamalardan tasarruf edilmez.
E bu da çok ucu açık bir tanımlama olduğuna göre, “Hayatî değerde ne olabilir?” sorusunun cevabına da değinmeli.
Elbette kişiye göre değişir ama şöyle söyleyeyim: Bazen bir ekmek almak hayatiyken, bazen de 100 ekmeği paylaşmak hayatidir. Bazen bir yudum su hayatiyken, bazen bir yerlere çeşme yapmak, su kuyusu açmak, açtırmak hayatidir. Tabiî ki kişinin bütçesine ve durumuna göre değişen bir anlam bulamacı içindeyiz. Net ve keskin cevaplar vermek elbette kolay değil; akılcı ve adaletli de olmaz. Ama sanırım insanın kendi kalbini yoklaması gereken bir vaziyet. Çünkü kendisi sofrasında kuş sütünü eksik etmeyip de vereceği sadakayı keserken tasarruf kılıfına sığınıyor ve bir insana çare olabilecekken elindeki fazlalığı “geleceğe yatırım” adı altında yastık altına atıyorsa, burada hesap edilmesi gereken şey madde değil, insanın kendi kalbi ve vicdanıdır.
Çünkü rızkı veren Yaradan’dır. İnsanın “Ben aldım, ben yaptım” sandığı ne varsa O’nun verdikleridir. Elbette Allah her şeyi bir sebebe bağladığı gibi verdiklerini de insanın gayretine ve alın terine bağlamıştır. Ama bu, verenin kendisi olduğu hakikatini bertaraf edemez. İnsan bırakın geleceği garanti altına almayı, yaşadığı zamanı bile elde tutacak, mühürleyecek ve istediği biçimce tüketecek bir ehliyette değildir.
Öyleyse zekât verirken köşesinden bucağından kırpan bir insanın geleceğe yatırım yaptığı safsatasını bana kimse anlatmasın. Ya da kurban kesecekken paraya kıyamayıp da bu cimriliğini tasarruf başlığı altındaki paragraflara sığdırma gayretini kimse güzellemesin. Bir insanın, hatta hayvanın açlıktan büzülmüş midesine bir lokma ekmekle derman olabilecekken “Birikim yapıyorum” diyerek geri duranın akılla hareket ettiği yalanına vicdanları da inandırmaya kalkmasın.
Bunları bir kenara bırakalım; elbette insan çalışmalı, gayret etmeli ki kazandığı helâl olsun. Yani “Çok çalışınca çok kazanılır, çok biriktirince gelecek garanti altına alınır” anlamında değil. Çok çalışınca bereketlenir, gayret edene yediği helâl olur. Allah’ın verdiği nimetlerin şükrü de ancak helâl yolla çalışmak, alın teri dökmektir. Biriktiren de yine biriktirsin ama bunun geleceği garantilemek olmadığını bilecek kadar haddini, hududunu, kulluğunu fark etsin.
Bir de ahiret zenginleri var ki, onlar sırrı keşfetmişler. “Köşeye atıp da geleceği dizayn ediyorum” zannedenlerin aksine, köşeye bir miktar atsalar da, atmasalar da Allah yolunda mallarını harcayanlar, ahiretin en zenginleridir. Onların kazandıkları, bu dünyanın bütün servetiyle bile hesap edilemez. Çünkü ahiretin zenginliğiyle dünyanın metaı boy ölçüşemez.
“Onlar (takva sahipleri) bollukta da, darlıkta da Allah yolunda harcarlar…” (Âl-i İmrân, 134)