“HAYATIMI kararttın! Yaşama
arzumu bitirdin! Ne zaman yüzümü güldürdün, işte beni öldürdün?!” diye
söyleniyordu Sülemen Emmi. Ne intizarlar ediyordu ki bedduaların bini birden
dökülüyordu dudaklarından. Sülemen Emmi’nin öyle dokunaklı yakarışı vardı ki,
duyanların içine burgu gibi işliyor ve gözleri nemleniyordu. “Ben sana nettim,
neyledim? Sana bir garaz mı eyledim? Ne zararım dokundu da bana bunu yaptın? Ulan
yar, paramparça, un ufak olasın! Allah’ından bulasın! Hiç Allah’tan korkmaz
mısın?” diyerek adeta inliyordu.
Sülemen
Emmi, Torosların eteğindeki küçük bir dağ köyünde üç beş hayvanıyla geçinip
gidiyordu. Her konuşmasında içli içli yardan bahsederdi. “Yar” deyince göz
bebekleri büyür, nefes alışı değişir ve bir titreme alırdı ellerini. Zararsız
bir adamdı. Hayvanlarını her gün İnekçi Kayası etrafında otlatır, günbatımıyla
evine dönerdi. Bir öküz, bir inek, üç de koyunu, yalnız kalan Sülemen Emmi’ye
meşgale olarak fazlaydı bile. Misafiri sever, hoş sohbeti olan biriydi.
Köylüler alışmıştı Sülemen Emmi’nin “Ah yar, ah!” diyerek inlemesine. Onun için
pek de kâle almıyorlardı bu feryadını.
Bir
gün Gıdış Memmed’in oğlu Ali, köy yolunda Sülemen Emmi’yle karşılaştı. Selam kelam
ile hoş beşten sonra Sülemen Emmi yine “Ah yar, ah!” diye inledi. Ali, Sülemen Emmi’nin
içten ah çekişinden öyle etkilenmişti ki, sevdiği kıza bir türlü
açılamadığından için için yanıyor ve o ahı sanki kendi çekiyordu. Bu ahın
hikâyesini hep merak edip sormak istemiş, fakat bir türlü yolunu bulamamıştı.
Çünkü böyle gönül işleri köyde sır gibi saklanır, öyle ulu orta yerlerde konuşulmazdı.
Güneş
tepelerden süzülürken Ali’yi bir hüzün sarmıştı. Çünkü Ali, Zeynep’i uzaktan da
olsa günde bir kez görüyordu. Bu da Ali’ye yetiyordu. Fakat o gün hiç görememişti.
Günün bitişi Ali’yi son derece hüzünlendiriyordu; zira artık o gün için Zeynep’i
görme şansı da kalmamıştı. Sülemen’in “Ah yar, ah!” diye inlemesi de Ali’nin
hüznünü bir kat daha arttırıyordu.
“Yar”
sesini her duyuşunda Ali’nin aklına Zeynep geliyordu. O arada bir çift üveyik,
altında oturdukları çınarın dalına kondu. Üveyikler akşamüstü yuvalarına
dönüyorlardı. Kuşların beraberliği dahi Ali’nin aşkını ateşliyordu. “Tam
zamanıdır!” diye düşündü Ali. Sülemen Emmi’ye kuşları göstererek, “Bak, şu kuşlar
birbirini ne çok seviyor ki hiç ayrılmıyorlar” dedi.
Ali’nin
bu sözüne Sülemen Emmi oralı bile olmadı. Ali, Sülemen’i kendi yerine koyuyor
ve “Gençliğinde nasıl büyük bir aşk yaşamıştır da bu yaşına rağmen hâlâ onu unutamıyordur?
Acaba benim sonum da mı böyle olacak?” diye içinden tereddütler geçiriyordu. “Belki
kuşlarla konuya bir giriş yaparım da şu aşk hikâyesini dinlerim” diye
düşünmüştü ama olmadı.
Ali
bir dert ortağı bulduğunu sanıyordu. Sülemen Emmi’nin derdini dinlese kendi de
anlatmaya başlayacak ve rahatlayacaktı. “Sülemen Emmi bu yaşta âşık olamaz! Bu,
olsa olsa gençliğindeki aşkı… Ya yüz vermedi ya da yüz üstü bıraktı. Sülemen Emmi
onun için inliyor” diye fikir yürüttü. Sonunda direkt sormaya karar verdi.
“Sülemen
Emmi, çok mu seviyordun onu, adı neydi?” diye soruverdi. Sülemen Emmi şaşkınlık
içinde, “Kimi sevmişim? Kimin adı ne? Sen ne diyorsun?” dedi. “Hani hep ‘Ah yar,
ah!’ diye diye feryat ediyorsun ya, ne yaptı sana da unutamıyorsun onu?” dedi
Ali. Sülemen Emmi, “Evlat, sen neden bahsediyorsun?” diye çıkıştı. Ali şaşırmıştı,
bu sefer daha açık sordu: “Sülemen Emmi, seni bildim bileli ‘Ah yar, ah!’ diyorsun,
bunu neden söylüyorsun?”
“Ha
şu mesele… O anam… Anamdır o…” dedi Sülemen Emmi. Ali şaşkınlıkla “Nasıl? Anlayamadım!”
dedi.
“Anlatayım
evladım” diye başladı söze Sülemen Emmi: “Duymuşsundur, ‘Öküzü yardan atan bir
tutam ottur’ derler. Fakat o yardan düşen öküz değil de anamdır. Ben çocukken
anam hayvanları İnekçi Kayası çevresine otlatmaya götürmüş, öküzlerden biri yarın
ucundaki bir tutam otu yemek için uzanmış; anamın, hayvan düşmesin diye onu oradan
uzaklaştırayım derken ayağı kaymış ve yardan aşağı düşmüş. Ben daha küçüktüm, yaralı
eve getirdiler. Fakat fazla yaşamadı. Ben anama doyamadan vefat etti. Anamı
benden ayıran o yardır. Kızgınlığım hep o yaradır. Hayvanları otlatmaya gittiğim
her zaman o yarı gördükçe anam aklıma gelir ve orayı paramparça etmek gelir
içimden. Evlat, yar ‘uçurum’ demektir...”