“Ah yar, ah!”

“Ben daha küçüktüm, yaralı eve getirdiler. Fakat fazla yaşamadı. Ben anama doyamadan vefat etti. Anamı benden ayıran o yardır. Kızgınlığım hep o yaradır. Hayvanları otlatmaya gittiğim her zaman o yarı gördükçe anam aklıma gelir ve orayı paramparça etmek gelir içimden. Evlat, yar ‘uçurum’ demektir...”

“HAYATIMI kararttın! Yaşama arzumu bitirdin! Ne zaman yüzümü güldürdün, işte beni öldürdün?!” diye söyleniyordu Sülemen Emmi. Ne intizarlar ediyordu ki bedduaların bini birden dökülüyordu dudaklarından. Sülemen Emmi’nin öyle dokunaklı yakarışı vardı ki, duyanların içine burgu gibi işliyor ve gözleri nemleniyordu. “Ben sana nettim, neyledim? Sana bir garaz mı eyledim? Ne zararım dokundu da bana bunu yaptın? Ulan yar, paramparça, un ufak olasın! Allah’ından bulasın! Hiç Allah’tan korkmaz mısın?” diyerek adeta inliyordu.

Sülemen Emmi, Torosların eteğindeki küçük bir dağ köyünde üç beş hayvanıyla geçinip gidiyordu. Her konuşmasında içli içli yardan bahsederdi. “Yar” deyince göz bebekleri büyür, nefes alışı değişir ve bir titreme alırdı ellerini. Zararsız bir adamdı. Hayvanlarını her gün İnekçi Kayası etrafında otlatır, günbatımıyla evine dönerdi. Bir öküz, bir inek, üç de koyunu, yalnız kalan Sülemen Emmi’ye meşgale olarak fazlaydı bile. Misafiri sever, hoş sohbeti olan biriydi. Köylüler alışmıştı Sülemen Emmi’nin “Ah yar, ah!” diyerek inlemesine. Onun için pek de kâle almıyorlardı bu feryadını.

Bir gün Gıdış Memmed’in oğlu Ali, köy yolunda Sülemen Emmi’yle karşılaştı. Selam kelam ile hoş beşten sonra Sülemen Emmi yine “Ah yar, ah!” diye inledi. Ali, Sülemen Emmi’nin içten ah çekişinden öyle etkilenmişti ki, sevdiği kıza bir türlü açılamadığından için için yanıyor ve o ahı sanki kendi çekiyordu. Bu ahın hikâyesini hep merak edip sormak istemiş, fakat bir türlü yolunu bulamamıştı. Çünkü böyle gönül işleri köyde sır gibi saklanır, öyle ulu orta yerlerde konuşulmazdı.

Güneş tepelerden süzülürken Ali’yi bir hüzün sarmıştı. Çünkü Ali, Zeynep’i uzaktan da olsa günde bir kez görüyordu. Bu da Ali’ye yetiyordu. Fakat o gün hiç görememişti. Günün bitişi Ali’yi son derece hüzünlendiriyordu; zira artık o gün için Zeynep’i görme şansı da kalmamıştı. Sülemen’in “Ah yar, ah!” diye inlemesi de Ali’nin hüznünü bir kat daha arttırıyordu.

“Yar” sesini her duyuşunda Ali’nin aklına Zeynep geliyordu. O arada bir çift üveyik, altında oturdukları çınarın dalına kondu. Üveyikler akşamüstü yuvalarına dönüyorlardı. Kuşların beraberliği dahi Ali’nin aşkını ateşliyordu. “Tam zamanıdır!” diye düşündü Ali. Sülemen Emmi’ye kuşları göstererek, “Bak, şu kuşlar birbirini ne çok seviyor ki hiç ayrılmıyorlar” dedi.

Ali’nin bu sözüne Sülemen Emmi oralı bile olmadı. Ali, Sülemen’i kendi yerine koyuyor ve “Gençliğinde nasıl büyük bir aşk yaşamıştır da bu yaşına rağmen hâlâ onu unutamıyordur? Acaba benim sonum da mı böyle olacak?” diye içinden tereddütler geçiriyordu. “Belki kuşlarla konuya bir giriş yaparım da şu aşk hikâyesini dinlerim” diye düşünmüştü ama olmadı.

Ali bir dert ortağı bulduğunu sanıyordu. Sülemen Emmi’nin derdini dinlese kendi de anlatmaya başlayacak ve rahatlayacaktı. “Sülemen Emmi bu yaşta âşık olamaz! Bu, olsa olsa gençliğindeki aşkı… Ya yüz vermedi ya da yüz üstü bıraktı. Sülemen Emmi onun için inliyor” diye fikir yürüttü. Sonunda direkt sormaya karar verdi.

“Sülemen Emmi, çok mu seviyordun onu, adı neydi?” diye soruverdi. Sülemen Emmi şaşkınlık içinde, “Kimi sevmişim? Kimin adı ne? Sen ne diyorsun?” dedi. “Hani hep ‘Ah yar, ah!’ diye diye feryat ediyorsun ya, ne yaptı sana da unutamıyorsun onu?” dedi Ali. Sülemen Emmi, “Evlat, sen neden bahsediyorsun?” diye çıkıştı. Ali şaşırmıştı, bu sefer daha açık sordu: “Sülemen Emmi, seni bildim bileli ‘Ah yar, ah!’ diyorsun, bunu neden söylüyorsun?”

“Ha şu mesele… O anam… Anamdır o…” dedi Sülemen Emmi. Ali şaşkınlıkla “Nasıl? Anlayamadım!” dedi.

“Anlatayım evladım” diye başladı söze Sülemen Emmi: “Duymuşsundur, ‘Öküzü yardan atan bir tutam ottur’ derler. Fakat o yardan düşen öküz değil de anamdır. Ben çocukken anam hayvanları İnekçi Kayası çevresine otlatmaya götürmüş, öküzlerden biri yarın ucundaki bir tutam otu yemek için uzanmış; anamın, hayvan düşmesin diye onu oradan uzaklaştırayım derken ayağı kaymış ve yardan aşağı düşmüş. Ben daha küçüktüm, yaralı eve getirdiler. Fakat fazla yaşamadı. Ben anama doyamadan vefat etti. Anamı benden ayıran o yardır. Kızgınlığım hep o yaradır. Hayvanları otlatmaya gittiğim her zaman o yarı gördükçe anam aklıma gelir ve orayı paramparça etmek gelir içimden. Evlat, yar ‘uçurum’ demektir...”