Ah sen

“Beni genç yazar sanıyorlar” sözü, kafamda dönüp durdu. Babasıyla dostluğumuz, ablasının dünyaya gelişinden de önce başlamıştı. Yıllarca ekmek peşinde beraber koştuk. Ara sıra ekmeğin yanına zeytin peynir bulduğumuz da oldu hani. Ahsen öyle söyleyince, neler geçti içimden bilseniz…

ÜSKÜDAR’da, Abbara Kafe’de buluştuk. Hava sıcak mı sıcak. Gölgedeki masalardan birini seçtik. Yıllar öncesinden kalma bir emanet vardı, onu teslim edecektim. Yazı çizi üzerine konuştuk biraz.

“Beni genç yazar sanıyorlar” dedi.

Yaşını sordum, “Otuz altıya geldim” dedi. Maşallah. Bana sorulsa, on yıl noksanını söylerdim. Hâlbuki gayet iyi biliyorum. Yılları saymayınca, yaş tam sezilmiyor.

Karşımda oturan, Ahsen İlhan. Çok kıymetli arkadaşım merhum Selman Cahit’in kızı.

Demek otuz altı ha! Vay canına!

Yazar şair milleti için gençlik ve ihtiyarlık, nüfus cüzdanına göre tayin edilmiyor sanki. Yayınladıklarına bakılıyor galiba.

Selman dört yıl önce vefat ettikten sonra, onun gazetemizdeki (Yeni Şafak) bulmaca hazırlama görevini Ahsen üstlendi. Başarıyla yürütüyor. Ayrıca “Düşünce Günlüğü” sayfasında ayda birkaç defa yazıları yayınlanıyor. Bir yayınevinde editörlük görevi var. Haber Ajanda ve Kültür Ajanda’daki -düzenli ve elbette kaliteli- yazılarını zaten biliyorsunuz.

Bunlar yetmezmiş gibi bir de senaryo işine başladı. Rabbim kolaylık versin. Bir koltukta birçok karpuz taşıyanlardan. Selman bugünleri görseydi…

“Beni genç yazar sanıyorlar” sözü, kafamda dönüp durdu.

Babasıyla dostluğumuz, ablasının dünyaya gelişinden de önce başlamıştı. Yıllarca ekmek peşinde beraber koştuk. Ara sıra ekmeğin yanına zeytin peynir bulduğumuz da oldu hani.

Ahsen öyle söyleyince, neler geçti içimden bilseniz.

Babası ondan on yıl daha gençken, kırk altı yıldan fazla yaşamayacağını düşünüyordu. Tuhaftır ama öyle. Sebep, babası Önal Vasıf, o yaşta vefat etti.

İyi ama herkes babası kadar yaşamıyor ki.

Çok da yanılmış sayılmaz, elli altı yaşında kalp krizi neticesi, dünyadaki hayatına nokta konuldu.

Bir yazar için “nokta konuldu” ifadesi gayet uygun geldi şimdi. Belki virgüldür de bize göründüğü şekliyle söylüyoruz. Bazen virgülün kuyruğu görülmez, nokta sanılır.

Yukarıda öz yeğenim bildiğim Ahsen İlhan’ın meşguliyetlerinden bahsetmiştim. Bir hususu özellikle sona bıraktım. O da şiir…

Evet, şiir de yazıyor. Hem de bir güzel ki şiirleri…

Güzelliği tarif etmek zor. İnandırıcı olmak için ispat gerekir. Onu da en iyi şiirin kendi yapar.

O hâlde çok hoş bir şiirine burada yer verelim ve kararı kendiniz verin.

Söz Ahsen İlhan’ın…

*

YOL

Korkularım yoldur benim,

Hüzünlerim de…

Sevgilerim, telaşlarım, kaygılarım… Hep yoldur.

Özlemlerim de…

Sonra sızılarım da yoldur,

Ümitlerim de…

Yoldur benim fikirlerim; gündüzlerim, gecelerim…

Hem mevsimlerim…

Gittiğimde de yoldur, geldiğimde de…

Unuttuğum da yoldur, beklediğim de…

Bildiklerim, duyduklarım, sakladıklarım

Kaybettiklerim ve bulduklarım…

Hep yoldur…

Yol sırdır bende, söze dökülmez.

Yol birdir bende, ikiletilmez.

Yol hardır bende, çaresi yoktur.

Yol vardır bende, dermanı çoktur.

Yolum ümittir,

Yolum ağıttır,

Yolum bir kalem; bir de kâğıttır.

Düşümdür, aşımdır, işimdir yolum…

Sabahtan yatsıya beşimdir yolum…

Ahdımdır, imdadımdır,

Hem muradımdır.

Zamanımdır yol benim;

Dakikam, saatlerim, haftalarımdır.

Yol ‘ar’dır bende, saklı gizlidir.

Yol ‘yâr’dır bende, tatlı sözlüdür.

Yol sancıdır hem; iflah olunmaz…

Yol hancıdır hem; mihman bulunmaz…

Yolum şükürdür,

Yolum zikirdir,

Yolum bir kelâm; bir de fikirdir.

Aşkımdır, sevgimdir, tutkumdur yolum…

Ağacım, toprağım, bitkimdir yolum…

Kâh ağlarım ben, o gülümsetir,

Kâh gülümserim, derdi söyletir.

Yolu bilmeyen, bülbülse ötmez.

Yola gelmeyen, bin ölse bitmez.

Yolda kalmayan, kederden mahrum,

Yolcu olmayan, içinde mahkûm…

Yol bir türküdür,

Söylenir sazla…

Yol bir ibadet,

Binbir niyazla…

Yol bir nakıştır,

Sırmalı süslü…

Yol bir yokuştur,

Yağmurlu sisli…

Yol benim yolum, ben onun başı…

Yol benim yüzüm, ben onun kaşı…

Yol bende bir düş, gecemi yoklar,

Yol bende güneş, sabahı bekler.

Yol her defa çeker beni kendi indine,

Ben kaçarım korkularla, o ‘Gel!’ der yine…

Ben severim, yol benimdir; ben onun özü,

Yol bunca keder içinde, bir ‘imdat’ sözü…

Yol O’ndandır hikmetiyle,

Yürüyorum hürmetiyle,

Yolda kalmak gayretiyle;

Yolcu olan bu rüyadan geçmesin eyvah!

Yolculuk bir ibadettir, yol bir namazgâh.

Hâra düşmek kaygısıyla yansa da insan;

Yusuf’u Çâh-ı Yusuf’tan çıkaran Allah,

Seni de darda koymaz, Elhamdülillah!