Ah bu sebepler!

Bir “meyve” veya bir “süt”, hiçbir fabrikanın doğal olarak yapamayacağı çok kıymetli neticelerdir. Meyveyi ağaçtan, sütü koyun, keçi veya inekten bilmek, aldanmanın en üst düzeyidir. Günümüz dünyasında ağaç, mevsim, gübre, sıcak hava, su ve benzeri şartlar, meyvenin oluşmasındaki asıl etkenmiş gibi gösterilmektedir. Bu ise Yüce Yaratıcı’nın vasıflarını sebeplere dağıtmak olarak görülebilir.

FENCİLER bilir, bilimsel sonuçları açıklamak için sıklıkla “sebeplere” müracaat edilir. Zira sonuç, sebepler üzerinden açıklanır. Bu açıklama, aslında mevcuttaki sorunu “o an için anlamak” şeklinde düşünülmelidir. Meselenin özü veya hakikati ise sebeplerin perde arkasında gizlidir.

Sebep, insanın olayları açıklamak için kullandığı ve takip ettiği iyi bir yoldur. Ancak sonuçların oluşmasında sebeplere tesir etkisi vermek tehlikelidir. Böyle bir tehlikenin farkına varmak zordur. Çünkü sonuçlar sebeplerden ya sonra ya da birlikte aşikâr olmaktadırlar.

Sonuçların veya olayların sebepsiz olarak vuku bulması imtihan sırrına aykırıdır. Zira hiçbir sınav sorusunun cevabı soruyla birlikte verilmez. En basit sınavda bile cevaplar sınav süresi bitince açıklanır. Hâl böyleyken, hayat imtihanında ölümlü dünyada her şeye müptelâ insanın sorumlu tutulduğu hayat imtihanında cevapların açık edilmesi düşünülemez. 

Sebep-sonuç ilişkisi işte böyle dehşetli bir imtihan sırrıdır. Bu dünyada insanların en büyük sınavlarından biridir. Zira bilimsel çalışmalar yapıp insanlığın tekâmül etmesi için sebepler üzerinden yürümek zehirli bal yemek gibidir.

Ahzâb Sûresi’nin 72’nci ayetinde, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor” ifadesi yer almaktadır. Sebeplere başvurulup perde arkasındaki emaneti sahibine teslim etmenin önemi burada ortaya çıkıyor.

İnsan, sebepleri perde yapan Yüce Yaratıcı’yı tanımak ve sebeplere tesir vermemekle yükümlüdür. Bu yüzden insanoğlu sebeplere müracaat ederek bilim yapmalı, ortaya çıkan mükemmel neticeyi kör, sağır ve dilsiz sebepten bilmemelidir. Bu nedenle ortaya çıkan netice, sebeplere verilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bir “meyve” veya bir “süt”, hiçbir fabrikanın doğal olarak yapamayacağı çok kıymetli neticelerdir. Meyveyi ağaçtan, sütü koyun, keçi veya inekten bilmek, aldanmanın en üst düzeyidir. Günümüz dünyasında ağaç, mevsim, gübre, sıcak hava, su ve benzeri şartlar, meyvenin oluşmasındaki asıl etkenmiş gibi gösterilmektedir. Bu ise Yüce Yaratıcı’nın vasıflarını sebeplere dağıtmak olarak görülebilir.

Böyle bir durum, bedeli ağır olan en büyük cehalettin başında gelir. Bir de bir olayın oluşmasında sebep olarak gösterilemeyecek hâller vardır. Bunlar ise tam olarak hangi kefeye konur, inanın, ifade etmekte güçlük çekiyorum. Bunları yaparken, bunun “Sünnet” ekseninde gittiğinin ifade edilmesi de ayrı bir büyük derttir.

Bir olayın neticesinin belirli sebepler ile açıklanması, hem bilimsel olarak tekâmüle bir kapı aralaması, hem de İlâhî hikmete ilticada bir ilk muharriktir. Şiddetli bir imtihanın da içinde olduğu, titizlik gerektiren bir düşünce sistemidir bu. Bir olayın sebebi olmayan işleri sebep gibi görmek ve göstermek ise akıl, mantık veya bilimsel bir yol değil, sadece his, duygu ve tarafgirliğin bir sonucudur. Asla bilimsel, ilmî ve makbul bir karşılığı olmayan bir görüştür.