“AYLARDAN Ağustos, günlerden Cuma,/ Gün doğmadan evvel
İklîm-i Rum’a/ Bozkurtlar ordusu geçti hücuma./ Yeni bir şevk ile gürledi
gökler:/ ‘Ya Allah… Bismillah… Allah-u Ekber!’”
Destan
şairi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Malazgirt Marşı” adlı bu şiiri,
Osmanlı sonrası Mehter marşları repertuvarına girmiş özel eserlerdendir. Adeta
Malazgirt’i o günden yansıtarak anlatır. Tekbirlere kulak verir, siz de
sesinizi karıştırırsınız.
Yine
bir Ağustos’tayız. Malazgirt’ten Büyük Taarruz’a necip milletimizin zafer ayına
kavuştuk. Dünyanın yeni bir düzen alıştırması yaptığı son gelişmeler gösteriyor
ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yepyeni bir çehreyle yeni binyıla
hazırlanırken bu yeni düzenin merkezi hâline geliyor.
Ancak
şu soruya cevap vermek çok önemli: Türkiye yeni bir çehre bürünürken, biz bu
çehreye ne denli katkıda bulunabileceğiz?
“İnsanın önünde ve
arkasında, Allah’ın var ettiği ve koruduğu düzenin gereği olarak, kendisini
koruyan kanunlar, korumalar ve davranışlarını zapta geçirmek için nöbet tutan
melekler vardır. Bir millet, sahip olduğu ilâhî-insanî değerleri, benliğini,
kendilerindeki yüksek hasletleri değiştirmedikçe, Allah o milletin elinde olan
nimetleri değiştirmez, sosyal, siyâsî ve ekonomik düzenlerini bozmaz. Allah
toplumların başına hak ettikleri bir felâket getirmek, onları cezalandırmak
istediği zaman da, artık bu felâketin, bu cezanın geri çevrilme imkânı yoktur.
Onların Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden velileri, koruyucuları,
yardım edenleri de bulunmaz.” (Rad, 11)
Bu
işaretle sabittir ki, Allah, iyi olan bir toplum kötülüğü tercih ederek zulme
yönelmedikçe o toplumu zalim bir toplum hâline getirmez. Ancak bunun tam tersi
daha mühim. Yani Allah, bir toplum iyiliği tercih ederek ahlâka ve erdeme
yönelmedikçe, o toplumu kendiliğinden ahlâklı ve erdemli kılmaz.
Dedik
ya, Ağustos bizim için zafer ayı. Haber Ajanda’nın 189’uncu sayısı olarak
2022’nin Ağustos’una hazırladığımız bu sayının elinize geçtiği demde
Türkiye’nin ve dünyanın neyi konuştuğunu elbette bilemeyeceğiz. Ancak zafer
ayının hangi yeni zaferlerle donanacağına dair ümitlerimiz var. Fakat bu ümidin
gerçeğe dönüşüp yıllar yılı baki kalması için Türkiye’nin yepyeni bir
sosyolojiye de ihtiyacı var.
Bu
yeni sosyoloji, evrensel referansları bünyesinde barındırarak yeni bir kültür,
yeni bir siyaset, yeni bir hukuk, yeni bir medya, yeni bir sanat, yeni bir
üretim anlayışı, yeni bir eğitim, yeni bir sağlık, yeni bir müfredat ve yeni
bir mevzuat getirmeli bize. Yeni ve sivil bir anayasayı konuşurken daha ne
kadar yargı dilinin sözde hukuk normlarına dayalı kelimeler kullanacağımızı son
kez düşünmeliyiz.
Sokaktaki
cinnet hâlini tamir etmek için, “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” için
daha ne kadar düşüneceğiz?
Aslında
yukarıda zikrettiğimiz Rad Suresi’nin 11’inci ayeti, bir müjdeyi yaşatıyor
içeriğinde. Zira erdem için mücadele edenlerin iradesini Kendi İradesiyle
bütünleyerek tamama erdireceğinden bahsediyor. Öyleyse yeni bir sosyoloji inşâ
etmek adına erdemli ilkelerle evrensel bir mesaj verelim ve kulluğun merkezine
doğru tüm dünyaya müthiş bir çekim gücü uygulayalım.
İnsanlık,
fiber optik kablolar, uydu sistemleri yahut kızılötesi cereyanla çalışmayan
fakat kendi elektromanyetik alanını oluşturan bir dinamoya sahip: Ahlâk…
Ahlâkın
döndürdüğü motor, milyonlarca beygirlik motorlardan daha kuvvetlidir. Meydanda
ve masada kazandığımız tüm zaferler, ancak ahlâk ve adalet merkezli yeni
sosyolojiyle zafer olarak kalmaya devam edebilirler.
Türkiye’nin
dünyaya sunacağı yeni sosyolojiyi merak ediyoruz. Acaba Avrupa hakkındaki
“Tekniğini alacak, ahlâkını bırakacaksın” telkini bizim için de yapılır mı?
Yoksa “Türkler gibi olmalıyız! Hem tekniklerini, hem ahlâklarını almalıyız” mı
denilecek?
Yeni sosyoloji ile yeni zaferlere inşallah!