Ağırnas’tan Payitaht’a Koca Sinan

En ince detayına kadar yapılan hesaplamalar, depreme dayanıklı olacak şekilde inşâ edilen yapılar, Osmanlının çini ve hat gibi sanatlarını yaşatan camiler ve daha nicesi... Böyle büyük bir mimarın Anadolu’nun zengin topraklarında yetişmesinden ve dünyada da bizi temsil etmesinden gurur duyuyor ve 21’inci yüzyılda daha çok Mimar Sinan’lar yetişmesini gönülden ümit ediyoruz.

OSMANLI topraklarında, döneminin en önemli mimarlarından olmayı ve adını da tüm dünyaya duyurmayı başaran Koca Sinan Ağa, nâm-ı diğer Mimar Sinan’dan bahsedeceğiz bu yazımızda.
Bir asra yakın hayırlı ömrüne Osmanlı gibi bir medeniyetin ihtişamını, gücünü ve büyüklüğünü, yapmış olduğu eserlerle yansıtan usta bir mimardı Sinan. 49 yıl süren hassa başmimarlığı süresince Birinci Süleyman, İkinci Selim ve Üçüncü Murat dönemlerine eserleriyle ışık tutan bir çınardı.
29 Mayıs 1489 tarihinde, Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğan bu usta çınar, daha çocukluk zamanlarında zekâsı ile dinamizmi ve çalışkanlığıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Gençlik yıllarının başlarında orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı’na alınmış ve burada yapı işlerinde görev alıp dönemin önde gelen mimarlarından da önemli tecrübeler edinmiştir. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından İstanbul’a getirilen Mimar Sinan, Yeniçeri Ocağı’nda gösterdiği yetenekleri ile hızla yükselmiştir. Hem savaş meydanlarındaki görevleri, hem padişahlarla olan seferlerin tecrübeleri ile mimarî hayatına şekil vermiştir. Bunu da şöyle dile dökmüştür:
“Ustamın hizmetinde, tıpkı bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı bir biçimde çalıştım, merkezi ve çevreyi gözlemledim. Sonra da yine pergelin gezen ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Bir zaman padişah hizmetinde, Arap ve Acem diyarlarında gezip dolaşarak her yüksek eyvandan bir köşe ve her viran tekkeden bir kırıntı belleyip yine İstanbul’a döndüm.”
1514’te Çaldıran Savaşı ve 1516-1520 arasında yapılan Mısır Seferlerinden sonra İstanbul’a dönüşünün ardından Yeniçeri Ocağı’na alınan Sinan, Kanunî döneminde, 1521’de katıldığı Belgrad,1522’de Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükselmiştir. 1526 yılında yayabaşı olarak çıktığı Mohaç Seferi’nden sonra cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529’da Viyana, 1529-1532 arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen Bağdat ve Tebriz Seferlerine katılmıştır. Son Bağdat Seferi’nde Van gölünün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması da Sinan’a “Haseki” unvanını kazandırmıştır.
Mimarlık dehasını gösterdiği olaysa 1538 yılında yaşanmıştır. Osmanlı ordusunun Prut nehrini geçmesi için bataklık alanın üzerine 10 gün içinde yüksek bir köprü inşâ ederek ordunun karşı kıyıya geçmesini sağlamış ve böylece 49 yaşında sarayın baş mimarlık görevine atanmıştır. Bu olayı da şöyle yorumlamıştır: “Mimarlığın camiler inşâ edip birçok dünya ve ahiret muradına vesile olacağını düşünüp kabul ettim.”
Bu görevi de hakkıyla yerine getirmiş, dönemin gücüne güç katmış ve birçok padişahın gözdesi olmuştur Mimar Sinan. Bu durumu da şu şiiri ile dile getirmiştir: “Diledim ki mimar olayım/ Usta olup dünyada eserler bırakayım/ Dedim ki bağışlasa da Hakk/ Nasip olsa da bana yüce bir cami yapmak/ Olacağı varmış, hikmet Allah’ın/ Gelip gözdesi oldum Padişah’ın…”
Son seferine giderken yaptığı Büyükçekmece Köprüsü’nün Sultan Selim Han zamanında bitirilmesini de şöyle anlatmıştır: “Çünkü bir köprüdür dünya, geçmektedir ne insanlar/ Ne dilenci kalır burada, mutluluğa ermiş hükümdar/ Bu fani dünya, yok oluş seli üstünde bir köprüdür/ Bugün ondan geçen boyun eğmeyi bilir, özgürdür…”
Mimar Sinan yaptığı eserleri, “çıraklık dönemi”, “kalfalık dönemi” ve “ustalık dönemi eserleri” olarak ayırmıştır. Bir asra yakın bu hayırlı ömürde 81 cami, 51 mescit, 55 medrese, 26 darü’l-kurra (camilerin yanında bulunan Kur’ân okuma yeri), 17 türbe, 17 imarethane (yoksullara ve medrese öğrencilerine yiyecek dağıtan hayır kurumu), 3 darüşşifa (hastane), 5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen, 48 hamam olmak üzere 375 eseri bulunmaktadır. 
Mimar Sinan’ın 86 yaşındayken inşâ ettiği ve “ustalık eseri” olarak tanımladığı, Dünya Kültür Miras Listesi’nde de bulunan Edirne Selimiye Camiî’nin hikâyesi de oldukça ilginçtir.
Bu değerli cami, İkinci Selim adına yaptırılmış olan önemli bir Osmanlı mimarî eseridir. Bir tepe üzerine inşâ edilen Selimiye Camiî’nde, daha önce hiçbir yapıda uygulanmayan teknikler kullanılmıştır. Sekiz sütun üzerine oturtulmuş olan muazzam kubbesi, caminin hem dış hatlarını oluşturmuş, hem de iç ortama ferahlık ve genişlik sağlamıştır. Sayısı dört olan minarelerin yüksekliği 84 metredir (bazı kaynaklara göre 85 metre). Muazzam bir işçilik yapılmış olan camide hat, çini ve mermer işlemeciliği gibi çeşitli sanat dallarını da görmek mümkündür.
Selimiye Camiî ile ilgili bilinmesi gereken diğer bir detay ise, “ters lâle” motifleridir. Müezzin mahfilinin ayaklarının birinin altında yer alan ters lâle motifininse bir anlam ve hikâyesi vardır. Rivayete göre, caminin yapılacağı yerde bir lâle bahçesi bulunmaktadır. Ancak bahçe sahibi bir türlü arsasını satmak istemiyordur. En son Mimar Sinan, caminin bir yerine lâle motifi işleyeceğine dair bahçe sahibini ikna eder. Lâlenin ters şekilde yapılması ise, bahçe sahibinin ters biri olduğuna bir atıftır.
Mimar Sinan’ın dört yüzyıl sonra camiden çıkan şişedeki notu da ilginçtir. Mimar Sinan’ın eseri olan Şehzadebaşı Camiî’nin 1990’lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, restorasyon sırasında yaşadıkları bir olayı şöyle anlatmaktadır:
“Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik, fakat taş kemer inşâsı ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda, hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde, dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu: ‘Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık dört yüz senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından, siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimâlle yapı teknikleri de değişeceğinden, bu kemeri nasıl yeniden inşâ edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşâ edeceğinizi anlatmak için yazıyorum!’ 
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra, o kemeri inşâ ettikleri taşları Anadolu’nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşâsını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşânın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü ve yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, dört yüz sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olanı, dört yüz sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.”
Günümüzün teknolojisine, imkân ve şartlarına baktığımızda, Mimar Sinan’ın o dönemde yaptığı eserlere hayran olmamak mümkün değildir. Yaptığı mimarî eserler ile üstün zekâsını ve ince zevkini ortaya koymayı başarmıştır. En ince detayına kadar yapılan hesaplamalar, depreme dayanıklı olacak şekilde inşâ edilen yapılar, Osmanlının çini ve hat gibi sanatlarını yaşatan camiler ve daha nicesi... Böyle büyük bir mimarın Anadolu’nun zengin topraklarında yetişmesinden ve dünyada da bizi temsil etmesinden gurur duyuyor ve 21’inci yüzyılda daha çok Mimar Sinan’lar yetişmesini gönülden ümit ediyoruz.