AĞAÇLAR arkasına
gizlenmiştir hayat. Özlem, aşk, umut, doğum, ölüm, sevinç, barış, savaş… Beşikten
okula koşarken, elimize ilk kez kalem alırken, sevdiğimize mektup yazarken, en
yakınlarımızı tahta ata koyup son yolculuklarına uğurlarken ağaçtır tek yoldaş.
Hayatla
ölüm arasındaki ince çizgide yolumuzu aydınlatan, bizi biz yapan değerleri
öğrenmemizi sağlayan kalem, ne kadar kutsal bir araçtır. İlâhî Kelâm insanlara
indirildiğinde, asırlar boyu gönüllere ulaşmasına aracılık etmekle vazifelidir
kalem. O kalem ki, hidâyete, doğruluğa çağrıdır. Bazen sahibinin sırlarını ifşa
eder, bazen de hiç bilinmeyen sırlara sürükler. Onunla nice gizemler çözülmüş, nice
fermanlar yazılmıştır. Nice hayatlar kurtulmuş, nice hayatlar sırra kadem
basmıştır. İnsanlar fark etse de, etmese de o, her şeyi kaydetmiştir,
kaydetmektedir.
Kelâmı
bizim için, bizim mutluluğumuz ve huzurumuz için yaratan Rabbimiz, hiç kuşkusuz
kalemi de biz doğru yola gelelim diye yaratmıştır. Bizlere akıl nimeti vermiş,
düşünme kabiliyeti vermiş, zekâmızı azmimiz ve kabiliyetimizle birleştirip
yazabilme, derdimizi kalemle dile getirme kabiliyeti vermiştir.
Kalem
simgesi her zaman, ilkokul sıralarında elimiz titreyerek yazdığımız kurşun
kalemle özdeşleşmiştir. Ne olursa olsun, asrımızda klavye başında yazıyor olsak
da kalem, bizim için kutsal bir araçtır. Kalemin hammaddesi de ağaçtır. Gönlümüzü
titreten dizeleri, ruhumuzu alıp giden cümleleri kâğıtlara döktüğümüz yegâne
yoldaştır. Ağaç yoksa yazı da yoktur, hayat da yoktur, bilgi de yoktur. Ağaç
yoksa gelecek nesillere anlatılabilecek hikâyelerimiz de yoktur. Ağaç yoksa
edebiyat, bilim, sanat da yoktur. Bir ressam ki, hayâllerini fırça yardımıyla
tuvale dökerken, burnuna buram buram ağaç kokusu gelir. Şair ki, ilhamını dile
getirirken en çarpıcı imgeleri ağaç, orman ve doğadan taşır dizelere. Müzisyen,
en dokunaklı ezgileri doğayı taklit ederek günümüze kadar geliştirilmiş enstrümanlarla
döker notalara. İçli bir ney sesi gönülleri titretirken, ağaç kokusu gelir,
ağacın şefkati kucaklar yaralı gönülleri…
Dağlarda
geçmemiş masal yoktur; kutsal atfedilen ağaçların yer aldığı masallar, hikâyeler,
Kafdağı’na yapılan seyahatler hayâlleri süsler. Masum kahramanları kovuğuna
gizleyen ağaçlar hikâyeye can katarlar.
Dervişler
gönülleri ağaçlarla fetheder, eğri büğrü odunların giremediği dergâhlarda çile
doldururken adı kazınır asırlar boyu gönüllere. Dağ taş, diyar diyar, elinde
ağaçtan bir âsâyla gezerek İlâhî aşklarla söylediği dizeler, Yûnus olup süzülür
gelir ağaçtan yapraklara. Ağaçtır hidâyete vesile en zor çağlarda. Mevlâna,
elinde cilt cilt kitaplarla Mesnevî olur, akar gelir âşıkların gönlüne…
Ağaçtır
eğitim yuvası, ağaçtır ilim irfan yuvası. Ana kucağından ilk kez ayrılan çocuk,
gittiği okulda kendini yalnız hissetmez. Bilir ki, sıcak bir kucaktan sıcacık
başka bir kucağa gitmiştir. Ağaç onu bağrına basar; kâh yazı yazdığı kara
tahtanın şekline bürünür, kâh oturduğu sıranın, kâh yazı yazdığı kalemin… Soğuk
kış aylarında köy okullarında yanan sobalara atılan odunların alevi sarıp
sarmalar çocukları. Her çocuk, okula giderken birer odun parçası alır eline,
atar sobanın kovasına. Ağaç incinmez onlara, seve seve girer sobaya, seve seve
tutuşup alev olur onlar için...
Çocuk
büyür, üst sınıflara geçer; ortaokul, lise yıllarında kalbi heyecanla atmaya
başlar. Kimseye dile getirip anlatamadığı sırlarını ağaçlara anlatır. Daha da
ileri gider, sevdiğinin adını ölümsüzleştirmek ister, bir kalp çizer, ortasına
da ok koyar. Okun iki ucuna kendi ismiyle sevdiği gencin ismini kazır. Buna da
kızmaz ağaç; o gence cesâret verir, iyi niyetle yapılan her eylemi destekler.
Çocuk
okuldan çıkar, tatilde, boş zamanlarında ailesine yardım eder. Alır ekmek
çıkınını, tarlaya çalışmaya gider. Dere kenarından buz gibi su içip serinler,
ağaç gölgesinde yemeğini yer, biraz öğle uykusu uyur. Dağda ağaçların arasında
hafif ve tatlı tatlı esen yel uğultu yapar. Bir de derelerin çağıltısı karışırsa
o havayı soluyan, o dağda olan herkes kendini şanslı addeder. O uğultuyla
uyumak çok keyiflidir. Düşler âleminde gezintiye çıkarır insanı. Derinden gelen
hayvan sesleri ürperti verir insana. O hayvanların her biri ayrı bir hikmette
yaratılmıştır.
Orman
için, yaşam döngüsü için olmazsa olmazdır bu canlılar. Kimi geri dönüşümcüdür,
kimi üretir, kimi tüketir. Kimi besin zincirinin en altındadır, kimi de en
üstte. Ormanda dolaşan, kıyısında çalışan, gölgede dinlenen herkes bilir
sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini. Bilir ormandaki değişmez döngünün
hikmetini, o döngüde kilometre taşlarından birinin yok olmasının ne anlama
geldiğini.
Alnından
terler akarak eve gelir tarlada ailesiyle çalışan çocuk. Üretip, doğayla
bütünleşip, doğaya zarar vermeden eve gelmenin sevinci okunur gözlerinde. Hayâller
kurar gölgelik, ıssız dağ yollarında. Evrenin işleyişi, nizamı, hayatın olmazsa
olmazlarını düşünür, tefekkür eder. Evrenin her yerinde gizlenmiş bilgiye
ulaşmaya can atar. Günün birinde kâinatın sırlarına vâkıf olacak, anne
babasına, köyüne gurur kaynağı bir birey olacaktır. Doğayı, canlıları koruyup
kollayacaktır. Dünyanın dengesinin bozulmaması için, ona sevgili olan ağaçları
korumak için elinden geleni yapacaktır. Kendi kendine söz vererek, huzurla eve
gelir. Evin kapısını açarken, içeri adımını atarken, tahta karyolaya yatarken,
eline kitabını alırken, ağaç onu hiç yalnız bırakmaz. Kitabın sayfalarını
çevirirken, huzurlu bir uyku üzerini örtmeye hazırlanırken, ağacın tepesinden
mutlu bir kuş öter, onu huzurla geleceğe çağırır.
Gıcırdayan
tahta yatağında bir o yana, bir bu yana dönerken kötü bir rüya görmenin
huzursuzluğuyla kan ter içinde kalkar çocuk. Ne yazık ki, ormanın da doğal
olmayan döngüsü vardır; insanlar var oldukça her ân her şey değişebilir.
Çocuğun dağda az önce duyduğu huzurlu uğultu canavara dönüşmüştür. Yanan orman,
alevden fırtınayla çepeçevre dönüşüm geçirmiştir. Ağaç çatırdayarak yanar, öyle
ağlar, öyle kükrer, öyle acı çeker ki evdeki herkesi uyandırır, onların
hayatını kurtarır. Ama kendisi yanmaktan kurtulamaz. Ormanla beraber hayvanlar,
yerleşim yerleri, köyler de art arda yanar. Tüm geçmiş, gelecek ve umutlar
yanar.
Ağaç, yanarken haykırır tüm insanlığa: “Ey insanlık! Benden faydalanırken bana düşmanlık yapma. Ben seni beşikten mezara kadar koruyup kollarken, sen bana düşmanmışım gibi yaklaşma. Bir an için nefes alma, bir an için gölgemde serinleme, bir an için benden faydalanma. Tüm bunları yapamıyorsan, var git, hiç yaşama. Kendine ağaç, orman ve su olmayan bir gezegen seç, orada yaşa bundan sonra!”