Ağaç, orman ve biz

“Ey insanlık! Benden faydalanırken bana düşmanlık yapma. Ben seni beşikten mezara kadar koruyup kollarken, sen bana düşmanmışım gibi yaklaşma. Bir an için nefes alma, bir an için gölgemde serinleme, bir an için benden faydalanma. Tüm bunları yapamıyorsan, var git, hiç yaşama. Kendine ağaç, orman ve su olmayan bir gezegen seç, orada yaşa bundan sonra!”

AĞAÇLAR arkasına gizlenmiştir hayat. Özlem, aşk, umut, doğum, ölüm, sevinç, barış, savaş… Beşikten okula koşarken, elimize ilk kez kalem alırken, sevdiğimize mektup yazarken, en yakınlarımızı tahta ata koyup son yolculuklarına uğurlarken ağaçtır tek yoldaş.

Hayatla ölüm arasındaki ince çizgide yolumuzu aydınlatan, bizi biz yapan değerleri öğrenmemizi sağlayan kalem, ne kadar kutsal bir araçtır. İlâhî Kelâm insanlara indirildiğinde, asırlar boyu gönüllere ulaşmasına aracılık etmekle vazifelidir kalem. O kalem ki, hidâyete, doğruluğa çağrıdır. Bazen sahibinin sırlarını ifşa eder, bazen de hiç bilinmeyen sırlara sürükler. Onunla nice gizemler çözülmüş, nice fermanlar yazılmıştır. Nice hayatlar kurtulmuş, nice hayatlar sırra kadem basmıştır. İnsanlar fark etse de, etmese de o, her şeyi kaydetmiştir, kaydetmektedir.

Kelâmı bizim için, bizim mutluluğumuz ve huzurumuz için yaratan Rabbimiz, hiç kuşkusuz kalemi de biz doğru yola gelelim diye yaratmıştır. Bizlere akıl nimeti vermiş, düşünme kabiliyeti vermiş, zekâmızı azmimiz ve kabiliyetimizle birleştirip yazabilme, derdimizi kalemle dile getirme kabiliyeti vermiştir.

Kalem simgesi her zaman, ilkokul sıralarında elimiz titreyerek yazdığımız kurşun kalemle özdeşleşmiştir. Ne olursa olsun, asrımızda klavye başında yazıyor olsak da kalem, bizim için kutsal bir araçtır. Kalemin hammaddesi de ağaçtır. Gönlümüzü titreten dizeleri, ruhumuzu alıp giden cümleleri kâğıtlara döktüğümüz yegâne yoldaştır. Ağaç yoksa yazı da yoktur, hayat da yoktur, bilgi de yoktur. Ağaç yoksa gelecek nesillere anlatılabilecek hikâyelerimiz de yoktur. Ağaç yoksa edebiyat, bilim, sanat da yoktur. Bir ressam ki, hayâllerini fırça yardımıyla tuvale dökerken, burnuna buram buram ağaç kokusu gelir. Şair ki, ilhamını dile getirirken en çarpıcı imgeleri ağaç, orman ve doğadan taşır dizelere. Müzisyen, en dokunaklı ezgileri doğayı taklit ederek günümüze kadar geliştirilmiş enstrümanlarla döker notalara. İçli bir ney sesi gönülleri titretirken, ağaç kokusu gelir, ağacın şefkati kucaklar yaralı gönülleri…

Dağlarda geçmemiş masal yoktur; kutsal atfedilen ağaçların yer aldığı masallar, hikâyeler, Kafdağı’na yapılan seyahatler hayâlleri süsler. Masum kahramanları kovuğuna gizleyen ağaçlar hikâyeye can katarlar.

Dervişler gönülleri ağaçlarla fetheder, eğri büğrü odunların giremediği dergâhlarda çile doldururken adı kazınır asırlar boyu gönüllere. Dağ taş, diyar diyar, elinde ağaçtan bir âsâyla gezerek İlâhî aşklarla söylediği dizeler, Yûnus olup süzülür gelir ağaçtan yapraklara. Ağaçtır hidâyete vesile en zor çağlarda. Mevlâna, elinde cilt cilt kitaplarla Mesnevî olur, akar gelir âşıkların gönlüne…

Ağaçtır eğitim yuvası, ağaçtır ilim irfan yuvası. Ana kucağından ilk kez ayrılan çocuk, gittiği okulda kendini yalnız hissetmez. Bilir ki, sıcak bir kucaktan sıcacık başka bir kucağa gitmiştir. Ağaç onu bağrına basar; kâh yazı yazdığı kara tahtanın şekline bürünür, kâh oturduğu sıranın, kâh yazı yazdığı kalemin… Soğuk kış aylarında köy okullarında yanan sobalara atılan odunların alevi sarıp sarmalar çocukları. Her çocuk, okula giderken birer odun parçası alır eline, atar sobanın kovasına. Ağaç incinmez onlara, seve seve girer sobaya, seve seve tutuşup alev olur onlar için...

Çocuk büyür, üst sınıflara geçer; ortaokul, lise yıllarında kalbi heyecanla atmaya başlar. Kimseye dile getirip anlatamadığı sırlarını ağaçlara anlatır. Daha da ileri gider, sevdiğinin adını ölümsüzleştirmek ister, bir kalp çizer, ortasına da ok koyar. Okun iki ucuna kendi ismiyle sevdiği gencin ismini kazır. Buna da kızmaz ağaç; o gence cesâret verir, iyi niyetle yapılan her eylemi destekler.

Çocuk okuldan çıkar, tatilde, boş zamanlarında ailesine yardım eder. Alır ekmek çıkınını, tarlaya çalışmaya gider. Dere kenarından buz gibi su içip serinler, ağaç gölgesinde yemeğini yer, biraz öğle uykusu uyur. Dağda ağaçların arasında hafif ve tatlı tatlı esen yel uğultu yapar. Bir de derelerin çağıltısı karışırsa o havayı soluyan, o dağda olan herkes kendini şanslı addeder. O uğultuyla uyumak çok keyiflidir. Düşler âleminde gezintiye çıkarır insanı. Derinden gelen hayvan sesleri ürperti verir insana. O hayvanların her biri ayrı bir hikmette yaratılmıştır.

Orman için, yaşam döngüsü için olmazsa olmazdır bu canlılar. Kimi geri dönüşümcüdür, kimi üretir, kimi tüketir. Kimi besin zincirinin en altındadır, kimi de en üstte. Ormanda dolaşan, kıyısında çalışan, gölgede dinlenen herkes bilir sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini. Bilir ormandaki değişmez döngünün hikmetini, o döngüde kilometre taşlarından birinin yok olmasının ne anlama geldiğini.

Alnından terler akarak eve gelir tarlada ailesiyle çalışan çocuk. Üretip, doğayla bütünleşip, doğaya zarar vermeden eve gelmenin sevinci okunur gözlerinde. Hayâller kurar gölgelik, ıssız dağ yollarında. Evrenin işleyişi, nizamı, hayatın olmazsa olmazlarını düşünür, tefekkür eder. Evrenin her yerinde gizlenmiş bilgiye ulaşmaya can atar. Günün birinde kâinatın sırlarına vâkıf olacak, anne babasına, köyüne gurur kaynağı bir birey olacaktır. Doğayı, canlıları koruyup kollayacaktır. Dünyanın dengesinin bozulmaması için, ona sevgili olan ağaçları korumak için elinden geleni yapacaktır. Kendi kendine söz vererek, huzurla eve gelir. Evin kapısını açarken, içeri adımını atarken, tahta karyolaya yatarken, eline kitabını alırken, ağaç onu hiç yalnız bırakmaz. Kitabın sayfalarını çevirirken, huzurlu bir uyku üzerini örtmeye hazırlanırken, ağacın tepesinden mutlu bir kuş öter, onu huzurla geleceğe çağırır.

Gıcırdayan tahta yatağında bir o yana, bir bu yana dönerken kötü bir rüya görmenin huzursuzluğuyla kan ter içinde kalkar çocuk. Ne yazık ki, ormanın da doğal olmayan döngüsü vardır; insanlar var oldukça her ân her şey değişebilir. Çocuğun dağda az önce duyduğu huzurlu uğultu canavara dönüşmüştür. Yanan orman, alevden fırtınayla çepeçevre dönüşüm geçirmiştir. Ağaç çatırdayarak yanar, öyle ağlar, öyle kükrer, öyle acı çeker ki evdeki herkesi uyandırır, onların hayatını kurtarır. Ama kendisi yanmaktan kurtulamaz. Ormanla beraber hayvanlar, yerleşim yerleri, köyler de art arda yanar. Tüm geçmiş, gelecek ve umutlar yanar.

Ağaç, yanarken haykırır tüm insanlığa: “Ey insanlık! Benden faydalanırken bana düşmanlık yapma. Ben seni beşikten mezara kadar koruyup kollarken, sen bana düşmanmışım gibi yaklaşma. Bir an için nefes alma, bir an için gölgemde serinleme, bir an için benden faydalanma. Tüm bunları yapamıyorsan, var git, hiç yaşama. Kendine ağaç, orman ve su olmayan bir gezegen seç, orada yaşa bundan sonra!”