Afiyet olsun!

“1878’de tohum getirttirilerek denemeler yapılmış, lâkin Doğu Karadeniz çevrelerinde oluşan askerî ve siyâsî sıkıntılardan sebep, çay üretme hayâli suya düşmüş” desem de inanmayın, toprakta öylece kalmış. Gel zaman git zaman, 1940’lı yıllar itibariyle üretim başlamış ve 1980’den sonra çay tüketimi listesinde üst sıralardaki yerimizi almışız.

MENÜ: Pirinç pilavı/bulgur pilavı, tavuk sote, ayran, baklava, çay. Bugün yemeği tabakta değil, kâğıtta; kaşıkla değil, gözlerimizle yiyeceğiz…

En çok tükettiğimiz yiyeceklerden biri olan pilav, kelime olarak bize Farsçadan gelmiş. Pilavın yapılabileceği şeylerden biri olan “pirinç” kelimesinin de membaı aynı. Başka bir pilav çeşidi olan bulgura bakarsak, Rumca “plege” kelimesinden geliyor ve “ezmek” anlamına geliyor. “Pligouri” şeklini alarak ezilmiş ve şekil değiştirerek “pilgur-pulgur/bulgur” şeklini almış.

Malûmunuzdur ki bulgur, buğdaydan çıkarılır. “Buğday” kelimesi ise Moğolcadır ve 14’üncü yüzyıl Anadolu Türkçesi kaynaklarında görülür. “Bük”, “tarla” anlamına gelir. Ancak “day-tay” eki Türkçe olmadığından (meselâ “kurul-tay” kelimesindeki “tay” da Moğolca kökenlidir ve “büyük toplanma” demektir) “bük-tay” gibi bağlantı kurmak, otoriterlerce yanlış görülmüştür.

Bugün akşam yemeğinde pilavın yanında tavuk sote olacak. Tavuk, Orta Asya’dan beri bildiğimiz bir hayvan ve yine oradan bir kelime. Şöyle ki; eski Türkçede “takıgu” olarak söyleniyormuş. Prof. Dr. Gülensoy Hoca, sözlüğünde, “takıgu-*takıg-*takuk-taguk-tawuk” şeklinde bir serüvenle kelimenin bu hâli aldığını belirtir. Ve “*tak” sesi bir yansıma ses olup, tavuktan duyduğumuz “gıt gıdak” sesiyle bir bağlantı olabileceğini söyler. Gerisini size bırakayım…

Bu kadar yemek, bir şey içmeden nasıl boğazımızdan geçer? O hâlde buyurun, ayran içelim. Ayranı –malûmunuz- yoğurt ve suyu birleştirerek yapıyoruz. Ancak şimdi birazcık “ayıracağız”. Kaymağın yağını yoğurttan “ayırma” sonucunda geride kalana “ay(ı)rılan” denir. Eski Türkçeden bu yana kullanılan “ayır-mak” kökünün bir anlamı da, “farklı şeylerden bir yönü ile öne çıkmak” şeklinde kullanılırmış.

Bu kadar yemeğin üstüne şöyle bir baklava yemeyelim mi? Baklava kelimesine dair rastladığım şöyle iki farklı kanı var: Birincisi, Arapça “bakla” kelimesinden geldiği tezi… “Bakla” kelimesinde türeyen baklagiller (fasulye, nohut gibi) kelimesi çok da hamuru çağrıştırmıyor bence. Buna göre baklava, kelimenin kökü üzerinden bakla biçiminde kesilip pişirilmesinden ileri geliyor ki bu da anlam genişlemesi ile “hamur tatlısı” olan baklava hâlini almıştır.

İkinci düşünce ise şu: Eski Anadolu Türkçesinde kullanılan “bak-ı” yani “beslenme” köküne “la-ğı/va/vı” eklenerek “baklava” olmuştur. Çevre ülkelerimizden Bulgarca, Sırpça, Yunanca ve Arnavutçada baklavayı çağrıştıracak şekilde kullandığından dolayı böyle bir kelime alışverişi olduğu düşünülüyor. Baklavayı oklava ile açıyoruz, bu da aklımızda olsun.

Tatlının yanında güzel bir çay da fenâ olmaz diye düşünüyorum. Bütün dünyada olduğu gibi bize de çay, Çin’den gelmiş. Karayoluyla alanlar “çay”, deniz yoluyla alanlar ise “te/tea” demişler müptelâsı olduğumuz içeceğe. Hazreti Îsâ’dan önce 2737 yılında, İmparator Şensong devrinde önceden ilâç için kullanılan çay yaprağının kaynayan suya düşmesi ve bu suyu içmeleri sonucunda bu güzel içecek keşfedilmiş. (“İçmek nereden akıllarına geldi?” sorusu cevaplanmayı bekliyor.) Peki, Anadolu topraklarına nasıl geldi bu bitki?

“1878’de tohum getirttirilerek denemeler yapılmış, lâkin Doğu Karadeniz çevrelerinde oluşan askerî ve siyâsî sıkıntılardan sebep, çay üretme hayâli suya düşmüş” desem de inanmayın, toprakta öylece kalmış. Gel zaman git zaman, 1940’lı yıllar itibariyle üretim başlamış ve 1980’den sonra çay tüketimi listesinde üst sıralardaki yerimizi almışız.

Umarım kelimeler ağzınızın tadına uygun olmuştur. Yaptığım yorumlarda sınırı geçtimse, hatâ ettimse affola. Afiyet olsun!