MENÜ: Pirinç pilavı/bulgur pilavı, tavuk sote, ayran, baklava, çay. Bugün yemeği tabakta değil, kâğıtta; kaşıkla değil, gözlerimizle yiyeceğiz…
En
çok tükettiğimiz yiyeceklerden biri olan pilav, kelime olarak bize Farsçadan
gelmiş. Pilavın yapılabileceği şeylerden biri olan “pirinç” kelimesinin de membaı
aynı. Başka bir pilav çeşidi olan bulgura bakarsak, Rumca “plege” kelimesinden
geliyor ve “ezmek” anlamına geliyor. “Pligouri” şeklini alarak ezilmiş ve şekil
değiştirerek “pilgur-pulgur/bulgur” şeklini almış.
Malûmunuzdur
ki bulgur, buğdaydan çıkarılır. “Buğday” kelimesi ise Moğolcadır ve 14’üncü
yüzyıl Anadolu Türkçesi kaynaklarında görülür. “Bük”, “tarla” anlamına gelir. Ancak
“day-tay” eki Türkçe olmadığından (meselâ “kurul-tay” kelimesindeki “tay” da
Moğolca kökenlidir ve “büyük toplanma” demektir) “bük-tay” gibi bağlantı kurmak,
otoriterlerce yanlış görülmüştür.
Bugün
akşam yemeğinde pilavın yanında tavuk sote olacak. Tavuk, Orta Asya’dan beri
bildiğimiz bir hayvan ve yine oradan bir kelime. Şöyle ki; eski Türkçede “takıgu”
olarak söyleniyormuş. Prof. Dr. Gülensoy Hoca, sözlüğünde, “takıgu-*takıg-*takuk-taguk-tawuk”
şeklinde bir serüvenle kelimenin bu hâli aldığını belirtir. Ve “*tak” sesi bir yansıma
ses olup, tavuktan duyduğumuz “gıt gıdak” sesiyle bir bağlantı olabileceğini
söyler. Gerisini size bırakayım…
Bu
kadar yemek, bir şey içmeden nasıl boğazımızdan geçer? O hâlde buyurun, ayran
içelim. Ayranı –malûmunuz- yoğurt ve suyu birleştirerek yapıyoruz. Ancak şimdi birazcık
“ayıracağız”. Kaymağın yağını yoğurttan “ayırma” sonucunda geride kalana “ay(ı)rılan”
denir. Eski Türkçeden bu yana kullanılan “ayır-mak” kökünün bir anlamı da, “farklı
şeylerden bir yönü ile öne çıkmak” şeklinde kullanılırmış.
Bu
kadar yemeğin üstüne şöyle bir baklava yemeyelim mi? Baklava kelimesine dair
rastladığım şöyle iki farklı kanı var: Birincisi, Arapça “bakla” kelimesinden
geldiği tezi… “Bakla” kelimesinde türeyen baklagiller (fasulye, nohut gibi) kelimesi
çok da hamuru çağrıştırmıyor bence. Buna göre baklava, kelimenin kökü üzerinden
bakla biçiminde kesilip pişirilmesinden ileri geliyor ki bu da anlam
genişlemesi ile “hamur tatlısı” olan baklava hâlini almıştır.
İkinci
düşünce ise şu: Eski Anadolu Türkçesinde kullanılan “bak-ı” yani “beslenme”
köküne “la-ğı/va/vı” eklenerek “baklava” olmuştur. Çevre ülkelerimizden
Bulgarca, Sırpça, Yunanca ve Arnavutçada baklavayı çağrıştıracak şekilde
kullandığından dolayı böyle bir kelime alışverişi olduğu düşünülüyor. Baklavayı
oklava ile açıyoruz, bu da aklımızda olsun.
Tatlının
yanında güzel bir çay da fenâ olmaz diye düşünüyorum. Bütün dünyada olduğu gibi
bize de çay, Çin’den gelmiş. Karayoluyla alanlar “çay”, deniz yoluyla alanlar
ise “te/tea” demişler müptelâsı olduğumuz içeceğe. Hazreti Îsâ’dan önce 2737 yılında,
İmparator Şensong devrinde önceden ilâç için kullanılan çay yaprağının kaynayan
suya düşmesi ve bu suyu içmeleri sonucunda bu güzel içecek keşfedilmiş. (“İçmek
nereden akıllarına geldi?” sorusu cevaplanmayı bekliyor.) Peki, Anadolu
topraklarına nasıl geldi bu bitki?
“1878’de
tohum getirttirilerek denemeler yapılmış, lâkin Doğu Karadeniz çevrelerinde oluşan
askerî ve siyâsî sıkıntılardan sebep, çay üretme hayâli suya düşmüş” desem de
inanmayın, toprakta öylece kalmış. Gel zaman git zaman, 1940’lı yıllar
itibariyle üretim başlamış ve 1980’den sonra çay tüketimi listesinde üst
sıralardaki yerimizi almışız.
Umarım kelimeler ağzınızın tadına uygun olmuştur. Yaptığım yorumlarda sınırı geçtimse, hatâ ettimse affola. Afiyet olsun!