Afganistan’da Taliban muamması

Evet, Taliban ile hiç vakit kaybetmeden görüşülmeli, gerekirse Afganistan yönetiminin şekillenmesinde söz sahibi olunmalı, ülkenin yeniden imarı konusundaki pazardan arslan payı alınmalı, bunun için gerekiyorsa havalimanı işletmesi de üstlenilmelidir!

AFGANİSTAN’ı Rus işgalinden kurtaran bir örgütten bahsediyoruz. Sadece bu geçmişiyle bile Afgan halkı üzerinde bir geçerliliği var örgütün. Vadettiği de üç aşağı beş yukarı Afganistan’ın aşina olduğu, halkının kısmen beklentisini karşılayan bir yönetim şekli. Eğer öyle olmasaydı, Batı’nın bu kadar kışkırtmasından etkilenen halk kitlelerinin daha büyük direnişler ve protestolar göstermesi beklenirdi. Bu arada mevcut İslâm anlayışını bile yeterli bulmayan DEAŞ’ın Taliban’ı mürted ilân ettiğini de unutmayalım ve ikisi arasındaki farkı mutlaka fark edelim!

Taliban, gerçekten hem Türkiye, hem de dünya için bir muamma. Geçmişiyle yargılayıp, gelecekteki yönetimlerini mahkûm etmeye çalışan, fazla “medenî” bir Batı ve fazla “lâik” bir Türk siyâseti var şu anda.

Erdoğan’ın, geçen hafta yanılmıyorsam Bosna-Hersek ziyareti öncesi yaptığı Afganistan açıklaması da bu açıdan çok garip geldi bana. Cumhurbaşkanı’nın içine sanki Batı kaçmış gibiydi. Üzerine basa basa, Taliban’ı bir terör örgütü olarak tasvir ettiği gibi, DEAŞ’la aralarında da bir fark olmadığını söyledi. Bu kadar “müttefik” ağzıyla konuşmasının altında bir hesap olduğu kanaatinde olmama rağmen, sonuçları açısından kendi politikamıza hizmet etmeyeceğini zannediyorum. Erdoğan, Taliban’a “terör örgütü” dediğinde, “Taliban’la nasıl görüşürsünüz?” diye kendilerini parçalayan muhalefete de koz vermiş olmuyor mu sizce de?

Peki, Taliban’la görüşülmeli mi, görüşülmemeli mi?

Öncelikle bilmeliyiz ki, üyelerinin, hatta yöneticilerinin bir bölümü hâlâ teröristler listesinde yer alıyor olsa da Taliban, artık BM’nin terör örgütleri listesinde yer almıyor. Dolayısıyla teknik olarak Taliban’ı muhatap almakta, onlarla konuşmakta bir sakınca yok. Nitekim özellikle ABD, çok net ve aleni bir şekilde görüşüyor kendileriyle. Görüşmekle kalmıyor, anlaşmalar yapıyor…

İstihbarat örgütleri marifetiyle de olsa, Çin, Rusya, AB ve Arap ülkelerinin bazılarının da Taliban ile dirsek temasında olduğunu biliyoruz. Zira herkes, Orta Asya’nın en büyük yeraltı zenginliklerine sahip olan Afganistan üzerinde yapılan hesaplara ortak olmak istiyor. Öyle ise Türkiye’nin Taliban ile görüşmesini, emperyalizme göz kırpmak, terörizme göz yummak gibi endişelerle değerlendirmenin hiçbir mantığı olamaz.

Evet, Taliban ile hiç vakit kaybetmeden görüşülmeli, gerekirse Afganistan yönetiminin şekillenmesinde söz sahibi olunmalı, ülkenin yeniden imarı konusundaki pazardan arslan payı alınmalı, bunun için gerekiyorsa havalimanı işletmesi de üstlenilmelidir!

Taliban sözcüsü, Türkiye’yi dost olarak gördüklerini, tecrübe ve teknik birikimimizden faydalanmak istediklerini açık açık dile getirdi. Buna inanmayanlar, “Öyleyse neden askerimizi çekmek zorunda kaldık?” diye soruyorlar. Taliban, sevsek de sevmesek de, istesek de istemesek de Afganistan’da hâkimiyeti ele geçerdi. Ülkesiyle ilgili kuralları kendi koyuyor, dış dünya ile ilişkilerini kendi belirliyor. Bu çerçevede, ülkesinde yabancı asker görmek istememesi kadar tabiî bir durum olabilir mi? 30 Ağustos’tan itibaren orada bulundurulacak her asker, Afganistan’ın egemenlik haklarını ihlâl ve dolayısıyla savaş sebebi olur. O zaman da mevcut dostluk söylemleri havada kalır.

Taliban’dan rahatsızlık duyanlar, Afganistan’da bir İslâm Emirliği kurulmasından rahatsızlar aslında. Afganistan’da, Türkiye’de yaşadığımız ve maalesef alıştığımız, İstiklâl Şairi Mehmet Akif’in tarifiyle “tek dişi kalmış canavar” olan medeniyetten farklı bir uygulama olacağı kesin. Bu, adı gibi bir İslâmî yönetim mi olacak, yoksa dinimizin emirleri yerine nefsî uygulamalarla yozlaştırılacak mı, göreceğiz. Ancak buna karar verirken, kendi hayatımızı, Batı’nın dayattığı kanunlarımızı, adâlet anlayışımızı, günaha-sevaba, harama-helâle bakışımızı değil, Kur’ân ve Sünneti baz almalıyız. Yoksa ne kadınların sosyal statüsünü, ne de müziğin, alkolün, uyuşturucunun yasaklanmasını içimize sindirebiliriz.

Evet, zamanında Taliban ABD tarafından finanse edilip Sovyetlere karşı kullanılmış, sonradan terörist ilân edilmiş, bugün de potansiyel bir terör örgütü olduğu hesabıyla İslâm ve terörü birbiriyle örtüştürebilmek için Afganistan’ın idâresi bilinçli olarak teslim edilmiş olabilir. Hâttâ ABD, milyarlarca dolarlık silah ve teçhizatını, sırf Taliban rahatça terör eylemleri yapabilsin diye de bırakmış olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, devletler niyet okumayla tedbir alsalar bile okudukları niyete göre düşman olamazlar.

Taliban yönetimi, ilk günden beri çok ılımlı mesajlar vererek dünyaya “Ben değiştim” diyor. Bu değişimin ilk emarelerini de, meselâ kadın sağlık çalışanlarını göreve çağırarak, tahliye sürecinde verdiği sözleri tutarak gösterdi.

Henüz bir hükûmet kurulmamış olsa da tüm kesimleri kucaklayacak, eski yönetimden yetkililerin de içinde bulunduğu bir konseyden bahsediliyor. Böyle bir konseyin hem insan hakları bakımından Batı’yı, hem de İslâmî açıdan Müslüman ülkeleri ve en önemlisi de kendi halkını tatmin etmesini beklemek, bence hayâlcilik olmamalı.