Âfet kaçınılmazdır kültür virüslü olursa

Bizim meselemizdeki kültür virüsü; toplum olarak problemin gerçek sebebini tespit etmesi ve onu çözmesi gereken kamu çalışanlarını ve siyâsetçileri çözüme zorlamak yerine meseleyi umursamamak, kendini çâresiz zannetmektir.

GELİN, ilk önce kültürün ne olduğunu konuşalım. Sonra o kültüre virüs bulaşıp bulaşmayacağına bakalım. Bizim kültürümüzde virüs varsa, o virüslü ve hastalıklı kültürden kurtulup sağlıklı olana nasıl sahip olacağımıza dair fikir üretelim. Eğer aklınıza yattıysa, haydi buyurun!

Öncelikle “kültür” denen şeyden ne anladığımı veya o kelimeyle neyi kastettiğimi müsaadenizle arz edeyim…

Evreni, evrendekileri anlamlandırırken kullandığınız referanslar ve dayanaklar, inancınızı gösterir. Meselâ, “Evren kendi kendine ve içindekiler de tesadüflerle meydana geldi” diye inanıyor ve kabul ediyorsanız, inancınız ona göredir. Eğer “Tanrı yarattı ve sonra kurulmuş bir saat gibi kendi hâline bıraktı” diyorsanız, deizm türü bir inancınız var demektir. “Evreni Allah yarattı ve her an her şeyden haberdardır” diyorsanız, Müslümanca bir inancınız var demektir. İnancınıza uygun eğitim veriyorsanız, hukuk sistemi kurmuşsanız ve mimari meydana getirmişseniz yani sahalar inancınıza göre şekillenmişse, o da sizin medeniyetinizin ne olduğunu gösterir.

İnançla medeniyet uyumlu olmayabilir mi? Elbette uyumlu olmayabiliyor. İnsanlar o durumlarda çok sıkıntı çekiyorlar. Konumuz bu olmadığı için buna girmiyoruz. İnanç ve medeniyetten sonra ise “kültür” diye kastettiğimiz kavram gelir. Meselâ, birisine nasıl davranacağımızı kültürümüz bize söyler. “Anne-babalar çocuklarına nasıl davranmalı? Komşular, eşler, iş arkadaşları birbirlerine nasıl davranmalı?” sorularının cevabını bize kültürümüz söyler. Bunlar bölgeden bölgeye, zamandan zamana değişir. “Kızını dövmeyen dizini döver” sözü bazı bölgelerdeki kültürlerde geçerliydi. Ama günümüz kültüründe artık geçerli değil.

Bu durum yani kültürün zamandan zamana, bölgeden bölgeye, toplumdan topluma değişmesi tabiî olarak bize, “Eğer kültür böyle değişkenlik gösterebiliyor ve zamanla değişebiliyorsa, o hâlde doğru olan kültür veya soruna yol açmayan kültür de olabilir” gerçeğini göstermez mi?

İnanç temel olmak kaydıyla inanca dayalı olarak medeniyet kurulur; medeniyete dayalı olarak da kültür meydana gelir. Kültür de insanların nasıl davranması gerektiğini, neler hissetmesi ve neler düşünmesi gerektiğini ortaya koyar, belirler. Dolayısıyla virüslü ve hastalıklı kültürler yanlış davranışları, yanlış duyguları ve düşünceleri ortaya çıkarırlar. Meselâ kan dâvâsı, yanlış bir kültürün sonucu ortaya çıkmış davranış, duygu ve düşüncedir. Bunun çâresi Ankara’da iktidar, belediyede başkan, kurumlarda yönetici değiştirmek değildir. Tamamen virüsün temizlenmesi lâzımdır.

Eminim hatırlarsınız, bir zamanlar çok fazla trafik kazâsı olmasının ve kazâlarda çok fazla can kaybı olmasının sebebini devlet kuruluşları hep “sürücü hatâsı” olarak açıklarlardı. Ülkemizde otobanlar yapıldıkça, duble yollar devreye girdikçe trafik kazâlarında ve insan ölümlerinde azalma oldu. O devlet kuruluşlarının bağlı olduğu bakanlar da azalmanın sebebini yollardaki iyileşme ve gelişme olarak açıkladılar. Bundan şöyle bir sonuçsa doğal olarak ortaya çıkıyor: Demek ki kazâların çok olmasının ve insanımızın ölmesinin sebeplerinden biri, Devletimizin yapması gerektiği kalite ve miktarda yol yapmamasıymış.

Peki, buradaki kültür virüsü nedir?

Bizim meselemizdeki kültür virüsü; toplum olarak problemin gerçek sebebini tespit etmesi ve onu çözmesi gereken kamu çalışanlarını ve siyâsetçileri çözüme zorlamak yerine meseleyi umursamamak, kendini çâresiz zannetmektir.

Sel ve âfet meselesi de kültürümüzdeki aynı virüsün neticesidir. Yıllar önce Tekirdağ’daki tren kazâsı, Kahramanmaraş’ta anne ve yavrularının bodrum kattaki yuvalarında suda boğularak ölmesi ve Ordu ile Düzce’deki sel âfetinin sebepleri ile Kastamonu ve Sinop’taki âfetlerin sebepleri aynıdır. Ormanda çalı çırpı, tomruk ve ağaç parçalarını temizlemeyenlerin, dereleri ve çayları ıslah etmeyenlerin, suyollarına imar verenlerin, çürük çarık köprüleri yapanların yanlışlarıdır. Bu yanlışları ne şahsımın, ne de mensubu olduğum siyâsetin üstlenmesi doğrudur. Bunları yapması gerekenlere maaşsa maaş, arabaysa araba, telefonsa telefon, sekreterse sekreter, odaysa oda, yetkiyse yetki vermedik mi? Verdik. Eğer bunlarda yetersizlik olduğu için yapamadıklarını söylüyorlarsa, bunu âfetten önce söyleyip istifâlarını basmalıydılar.

Sizi bilmem ama ben ölene kadar her zeminde bu yanlışı söylemeye devam edeceğim. Ne zamana kadar? Tâ ki bu virüs, insanımın ve tüm milletimin hücrelerinden uzaklaşıp âfetten önce tedbir alma alışkanlığı kazanana kadar... Hiç umurumda değil; ister “Kol kırılır, yen içinde kalır” desinler, ister “Muhalefete malzeme veriyorsun” desinler… Zaten şu memlekette düzgün bir muhalefet olaydı, bunların bin fazlasını benden önce söylerdi. Orman yangılarına tedbir alan Veysel Eroğlu’nun plânlarını iptal eden mahkemelere karşı dururdu o muhalefet.

“Hükûmet’e muhalefet edeceğiz” diye yangın tedbirlerine muhalefet ettiler. Allah’tan, onlara rağmen ormanlardaki havuzlar yapılabildi de yangınlar söndürülürken o havuzlar ilâç oldular.

Ne yapıp edip, inancımızla uyumlu medeniyeti tam teşekküllü olarak kurmamız, medeniyetimize uygun kültürü hızla yerleştirmemiz ve kültürümüzde her an için çıkabilecek virüsleri de temizlememiz gerekiyor. Eğer bunları yapmazsak, ya bir gün bir trafik kazâsında can verir veya sakat kalırız, ya bir selde boğulur, ya bir maganda kurşunuyla kimvurduya gider yahut bir depremde bir sütunun altında kalır ve saatlerce can çekişerek ölürüz. İstirhamım, hem benim, hem de kendiniz için hep beraber bu virüsten kurtulmamız yönündedir.

Kültürümüzü sağlığına kavuşturalım!