Adın, meçhuldü bize

Yere hiç inmeyen, bir kanat gibi hep açık kollarınla kucakladığın bu vatanın, bu milletin, bu bayrağın, bu devletin sesi sensin! Çünkü sen, Reis, “Tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet”e işaret eden elinle kutlu bir gayrettesin! Rabbim seni korusun! Ömrün sağlıklı, güçlü ve dahi çok uzun olsun Reis! Zalimlere ve hainlere inat, sana çokça teşekkür borçluyuz…

BUGÜN, 26 Şubat… Türkiye Cumhuriyeti Başkanı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum günü... Kendilerine sağlıklı, güçlü ve uzun bir ömür diliyoruz.

***

Adın, meçhuldü bize…

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk.

Bir vakit anarşi, sonra terör, ilâ âhir işgal biçilmişti bu aziz milletin payına da, nice canlar uğurlanmıştı bir hiç uğruna…

Hallaç pamuğu gibi atılıyordu bu vatan içeriden ve dışarıdan.

Haçlılar teyakkuzda, kan istiyor, can istiyordu.

Bu vatan bölünsün, parçalansın, haritalar yeniden çizilsin hayâli kuruluyordu.

Biz, canı yanık bir bekleyiş ile duâya duruyorduk.

Korkusuzca sokaklara çıkmak, eşit şartlarda eğitim almak, enerjimizi aktif kılıp çalışmak, üretmek, örtülü-açık yargılanmadan kardeşçe geçinmek; ekmeği, suyu, huzuru bölüşmek ve yas tutmadan gülüşmek için, el ele verip büyümek, çocukluğumuzu çocukça, gençliğimizi delice, yetişkinliğimizi olgunca yaşamak diliyorduk.

“Öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” idik. Susunca hür, düşününce esaret altındaydık.

Kırgındı bir yanımız… Bir yanımız özlemek... Devlet Baba’yı özlüyorduk, Anadolu’nun görkemli kardaşlığına hasret, bizi birbirimize bağlayacak, ayrılığı gayrılığı ortadan kaldıracak birini bekliyorduk.

Karanlık gecelerde duâya duruyordu evlat acısıyla canı yanan analar.

Haksızlığa “Dur!” diyecek birini bekliyordu babalar.

***

Adın, meçhuldü bize…

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk.

 

Gazze’de bir Filistinlinin gözyaşları ıslatıyordu seccâdesini. Asırlık düşmanına “Bir dakika, orada dur!” diyecek birini bekliyordu…

Suriye’de Noel’i kutlayan zalimin himâyesinde aç bir çocuk ağlıyordu. Üstelik çok korkuyordu…

Bosna’da Sırp-Hırvat zulmünden hırpalanmış ecdat yadigârı camiler ve köprüler duâya duruyordu onarılmak için.

Duâya duruyordu uzak diyârlarda mü’min kardeşlerimiz. Öyle perişan, öyle kırdırılıyorduk birbirimize…

Evlâtlarımız ölüyordu anne kokusundan mahrum dağlarda. Anahaber bültenleri felâket tellâllığı yapıyordu. Öyle işte, her akşam canımız bir başka yerden yanıyordu!

İnananlar olarak hep birlikte duâya duruyorduk. İnanıyorduk sesimizi Duyan Kudrete. Ama ne bu aziz millet, ne dünya Müslümanları biliyordu adını…

“Gelsin biri ve sesimiz olsun, sözümüz olsun, özümüze yakın olsun!” diyorduk.

Biz, kendimiz olmayı çok özlüyorduk. Zararsız, ziyansız bir hayat diliyorduk…

***

Adın meçhuldü bize…

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk.

 

Uzaktı köylerimiz, ulaşmak için geceden binerdik otobüslere. Kanatlanıp uçmak neyimize?!

Köyden getirirdik bulguru, salçayı; şehir hayatı pahalıydı.

Komşudan konuşmuşluğumuz vardı memleketten teyzemizle. Mahallemizde bir, bilemedin iki ankesörlü telefonun önünde kuyruk beklemişliğimiz cabası...

Kolay olsun istiyorduk hasret çektiklerimizle buluşmalarımız. Ulaşımımız hızlı, yollarımız geniş, havamız temiz olsa, güzel olmaz mıydı?

Öyle işte, cenneti görmüş ya ruhlarımız, arzu ediyorduk güzeli, güzelliği, güzellikleri…

Hayâller kuruyorduk. Ve hayâllerimizin duâ hükmünde kabul göreceğine inanıyorduk. Ama kimi beklediğimizi bilmiyorduk. Biri gelecekti ve zorluklar kolay, darlıklar geniş olacaktı hayatlarımızda, vatanımızda, hattâ dünyada…

***

Adın meçhuldü bize…

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk.

Yurtdışından akrabalarımız gelir, getirdikleri hediyelere sevinirdik; bir yanımız hüzün... Bizim ülkemizde neden böyle güzel şeyler yoktu ki? Yolumuz ecnebi ülkelerine düşerdi, temizliğine hayran kalır, gıpta ederdik. “Ne çok paraları var ki yolları çiçeklerle donatmışlar” der, özenirdik.

Dünya ülkelerindeki üniversite sayısını ülkemizdekilerle kıyaslardık. Yetinemez, havalimanlarının, plâzaların, AVM’lerin, köprülerin, yolların çetelesini tutardık.

Kısacası, kedere müptelâydık. Üzülecek, eksiklenecek hep bir şeyler

arardık. Spor müsabakalarındaki başarıları, olimpiyatları, altın madalya alanları seyreder, hâlimize “vah”lanırdık.

Sinemada, sanatta, bilimde başarılarımız olsun isterdik. Kıbrıs Harekâtı’nda himmet eylenen tankların yedek parçalarını yapamadığımız için “çengelli iğne bile üretemediğimiz” konuşulur, utanırdık!

Arabesk türkülerimiz vardı bizim; hüzünlü akşamları severdik. Çekirdek çitler, azlığımızı, yokluğumuzu konuşur, “Müjgân’la biz ağlaşırdık”…

Devrimci şarkıları da severdik. Biz hiç, milletini sevmeyen, vatanını bölüp parçalayarak başkalarına peşkeş çekmeye kalkışanlara benzemedik. Pekâlâ Ahmet Kaya da dinlerdik “Hesabım kalsın mahşere, elimi yıkar giderim” diyerek…

Tüm bu hüzünlerimizle, içimize sığmak bilmeyen bekleyişimizle duâya dururduk işte!

***

Adın meçhuldü bize…

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk.



Öyle kusurlardan azâde, gökten zembille inmiş bir kahraman değildi beklediğimiz aslında. 

Bizden biri olmalıydı. Bizim gibi… Aynı çilelerin içinden geçmiş, gecelerin derin karanlığında rahatından vazgeçmiş biriydi beklediğimiz.

Vatanı için kaygılanan, milleti için sancılanan, bizimle aynı yollardan geçen biri olsundu gelecek olan…

Severse vatanını, gıpta ettirmezdi milletini ecnebilere. Ayrıştırmaz, bölmez, parçalamaz, kutlu bildiğimiz hürriyetimizi satmaz, birbirimize bağlardı bizi. Tabiî işimize gelirse…

İşine gelenler, tutuşurduk el ele, “Beklediğimiz işte buydu!” diye…

İşine gelmeyenlere meydan okuyacak kocaman bir yüreği olsundu, yeter!

“One minute” diye haykırabilsindi, dünyayı taşıdığı omuzları heybetle kabarsındı…

Öyle kibirle uzak ülkelerin hürriyetine, toprağına, kaynağına göz dikip kendini büyük güçten sayanlara, “Dünya beşten büyüktür” diyerek izafiyet dersi verseydi, ne güzel olurdu!

Zalim kurşunların hedef aldığı minik yavruların hesabını dünyanın huzurunda sorarak “Siz katilsiniz!” deme cesaretinde olsa, yüreğimize bir parça su serpilse, güzel olmaz mıydı?

Okyanusları, dağları kolayca aşıp mazlûm halkların vatanını târumâr ederek büyüklenen güçler, dağ gibi yüreği olan o beklediğimiz adama çarpınca susakalsındı…

Çengelli iğne de ne? Silahlarını, denizaltısını üreten, NATO’ya yön tayin eden bir liderimiz olsaydı da, başımız öne eğilmeden, uykularımız bölünmeden uyusaydık!

Dünya ülkeleri, şehirlerimize gıptayla baksındı. Yollar kurdele gibi uzansın, uzaklarımız yakın olsundu…

İmrendiğimiz ne varsa erişebilseydik… Kapılarımızda çifter çifter arabalarımız, son model telefonlarımız, şık evlerimiz, temiz sokaklarımız, çokça üniversitemiz, göğsümüzü kabartan altın madalyalı sporcularımız da olurdu beklediğimiz ama adını bilemediğimiz, içimizden, özümüzden, bizden biri gelince…

Dünya siyasetini de dize getirir, el pençe divan duran geçmiş siyâsîleri de unuttururdu bize. Son sözü söylerdi hem, dünya birbirini yerken…

***

Evet, adın meçhuldü bize!

Biz, adını bilmediğimiz birini bekliyorduk…

Ve sen, içimizden, bizimle birlikte güçlenerek geldin. Biz gibi, çilemize râm ola ola… Kederimiz, kaderin ola ola…

Sen; anaların, babaların, mazlûmların beklediğiydin. Öyle süper kahraman değil, sahici, has, samîmi bir liderdin!

Sen şiiri olan, şarkısı olan, vatanı için kaygılanan, milleti için sancılanan, rahatından vazgeçmiş, canı elinde yollara düşmüş, içimizden biri gibi geldin.

Ah, yok, gönderildin!

Ağır ağır adımlarla, aramızda yaşatılarak, aynı ama ayna olma vasfı yüklenerek gönderildin…

Çünkü sen, bu aziz milletin duâları makbul olmuş hâliydin. Çünkü milletçe, ümmetçe ihtiyacımız olan ne varsa getirendin!

Artık adı bize malûm olandın…

Reisimiz, Recep Tayyip Erdoğan’dın!

Başımızda olandın…

***

Ağır ağır gelişine sevindik. Varlığını hikmetten bildik. Coğrafyaların da kaderi vardı ve biz bundan emindik. Allâh-u âlem, kederlerimiz senin kaderin olurken, coğrafyamızın kaderinde son çeyrek asır, adınla yazıldı.

En çok da cennet vatanımızın caddelerine düşen palet izlerine şâhit olan, muhtıralarla sarsılan yaşlı analarla babalar sevindi. Yani ki, anarşinin teröre, terörün işgale terfi ettirildiğini en iyi bilenler… 

Öyle sevindiler ki, şimdi de, “Allah’ım, ömrümüzden al, onun ömrüne kat!” diye duâya duruyorlar.

Küçük çocuklar “Tayyip Dede” diye sesleniyorlar. Yaşlısı genci, küçüğü büyüğü, kadını erkeği, inananları ve inanmayanları aynı şarkıları dinliyorlar.

Bahtına zindan, payına kardeş ihaneti düşmesine rağmen, bu ülke için varlığın, suya atılmış bir taş gibi dalga dalga huzur yayıyor.

Huzursuzlar yok değil. Var elbette. Ama billahi huzursuzlukları bizden değil, kendilerinden ve hesaplarından mülhem!

Rahatları bozuldu zulüm çetesinin. Öyle bozuldu ki, ihaneti meslekten sayar oldular. Ürktüler, korktular, uğraştılar, canına kast ettiler. Çünkü sen, oyunlarını bozandın! Korkup sinmeyen, pazarlığa girmeyendin. Siyâsî arenada partini değil, seni hedef almaları bundan.

Şair, “Sakın ‘Kader’ deme, kaderin üstünde bir kader vardır/ Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır” dedi, sen bu dizeleri sesine kattın.

Biz, her defasında kadere imanımızı tazeleyip hamdettik!

***

Okuduğun şiirleri ezberlerdik. Şimdi bizim de neşeli şarkılarımız var. Kederli akşamlarımız, şükür vakitlerine terfi etti.

Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, inanan kalplerin duâlarını “adınla” makbul eyledi. Ve cennet vatanımızı sana emanet etti. Bizleri, zalimleri kalbindeki heybetle silkeleyen bir liderle sevindirdi! Sonsuz şükürlerdeyiz…  

Partizanca bir tutkuyla değil… Partinin içinde çürük elmalar varmış, hiç gam değil… Biz, vatanımız için, milletimiz için, canın pahasına, yorulmak nedir bilmeden içeriden ve dışarıdan uğraşanlarla mücadele ettiğin için, her geçen gün cennet vatanımızın adını dünya ülkelerinin hâfızasına kaydettiğin için, 15 Temmuz Zaferi’nin aziz milletimize armağanı için önce Rabbimize şükrediyor, sonra sana teşekkür ediyoruz.

***

Artık adı, bize malûm olansın!

Reisimiz, Recep Tayyip Erdoğan’sın!

Ekranlarda mimiklerini takip eder olduk. Çocukça sevinçler yakaladık kimi zaman, kimi zaman kucak dolusu merhamet çiçekleri devşirdik…

Bazen keder düştü gözlerine. Ama biz seni hiç yorgun, hiç boş vermiş görmedik!

Biz gayretine böyle böyle şâhit olduk, Rabbimiz de şâhit olsun!

Sen ki, rahatından vazgeçmiş hürriyet âşığı, vatan sevdâlısısın…

Senin de say’in makbul olsun!

*** 


Adı meçhul, vatanını seven birini bekliyordu bu aziz millet, seccâdeler şâhit!

Biz, vatan sevdânı, hürriyet aşkını gayretinde gördük de sevdik seni, Allah şâhit!

Duâlarımızın kabulüsün, hür göklerin bağrında dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız şâhit!

Bedeli kanla ödenmiş her karış toprağına, sınırlarına sahip çıkansın, vatanımız şâhit!

Cesaretine, bir seslenişinle meydanlara nehir gibi korkusuzca akan milletimiz şâhit!

Vazgeçmezsin, biliyoruz; hain kurşunlarla yaralanmış binalarıyla devletimiz şâhit!

Yere hiç inmeyen, bir kanat gibi hep açık kollarınla kucakladığın bu vatanın, bu milletin, bu bayrağın, bu devletin sesi sensin! 

Çünkü sen, Reis, “Tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet”e işaret eden elinle kutlu bir gayrettesin!

Rabbim seni korusun! Ömrün sağlıklı, güçlü ve dahi çok uzun olsun Reis!

Zalimlere ve hainlere inat, sana çokça teşekkür borçluyuz…