Adil ol(a)mayan adalet

Mühim olanı ve en zoru, size adil davranılmadığında dahi adil olabilmek, adil davranmak. Adalet istemek yetmez, elimizden geldiğince adaleti sağlamak ve sağlamlaştırmak zorundayız.

“ADALET mülkün temelidir.”

Adalet, kelime kökeni “dengeleme, adil olma, hak gözetme” anlamına gelen “adl” (عدل) kökünden gelmektedir. “Mülk” kelimesinin kökenine bakıldığında “mülk” (مِلك/مُلك ) “sahip ve egemen olma, sahiplik, egemenlik, hükümdarlık, krallık, sahip olunan şey, egemenlik alanı” anlamları görülür.

Mülk, “adil olma melekesine sahip olana” emanet edilir. Farklı tanımları yapılsa da, adalet genel olarak “hak” gözeterek adil olanı uygulamaktır. Adalet ise, tarafların kim olduğuna bakılmaksızın hakikati idame ettirmek ve doğruyu ifa etmek maksadıyla hareket edildiği zaman mânâ kazanır. Adil olabilmek herkesin harcı değildir. Adil değilseniz, adalet talep etmeniz manidar kalır.

Adaletin simgesi terazinin temsil ettiği değer “denge”dir. Küfelere konulan her bir nesne başka meziyetlere sahip olsa da birbirleriyle ağırlık olarak eşdeğer olmalıdır ki terazi dengede dursun; insanlar da her biri farklı özelliklere, meziyetlere sahip olsalar da nihaî noktada birbirleriyle eşit sıklette olmalıdırlar ki denge şaşmasın. Kendi büyük kusurlarımızı göz ardı ederek ehemmiyetsiz olarak atfedip başkalarının noksanlarını araştırarak cömertçe dile getiriyorsak, o işte bir sıklet var demektir. İnsan olabilmenin en mühim nişanlarından biri de yaptığı yanlışın “yanlış” olduğunu önce idrak edip sonra kabul edebilme erdemini gösterebilmektedir. Terazinin adaleti temsil etmesi bundandır.

Terazinin her bir küfesine dengeli miktarda yük yüklemelisiniz; eğer bir küfesine diğer küfeden fazla bir şey yüklerseniz dengede durmaz. Bundan dolayı adil olmak, dengeyi sağlayabilmektir.

Adalet, bize yapılan bir yanlıştan sonra ortaya çıkmasını istediğimiz bir şey olmamalı; bizim yanlışlarımızda da bizi düzene sokacak bir olgu olmalı. Dünya bir nizam üzere kurulmuştur; eğer bu dünyada yaşıyor ve yaşatmak istiyorsak, bu ölçüye dikkat ve riayet etmemiz gerekir. İnsanların birçoğu kendi vazifesini düzgün bir şekilde ifa etmeyip bozuk düzeni cömertçe eleştiriyor. Hâlbuki düzeni de, düzensizliği de oluşturan biz insanlarız. Her dönem ihtilafların olduğu, insanların birbiriyle münakaşa ettiği zamanlar olmuştur, olmaktadır. Ancak günümüzde insanlar mevzu bahis kendileri olunca Hazreti Ömer timsali adaleti talep ederken, konu başkalarına gelince Ebu Cehil misali adaletten bîhaber davranıyorlar.

Allah, Hazreti Âdem’i yarattığında, melekler, “Yeryüzünde bozgunculuk çıkartan ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın?” demiş, Rabbimiz ise “Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” (Bakara, 30) karşılığını vererek öğrettiği kelimeleri Hazreti Âdem’e sormuştu; o zaman insan olabilmenin, Âdem olabilmenin mizanı “dengede olmak, hak gözetmek ve kelimeleri doğru kullanabilmekten” geçmez mi?

İnsan, yaratılmış varlıkların en üstünü olabileceği gibi, davranışlarıyla en aşağısı da olabilir; burada dengeyi sağlayacak olan kendi zatıdır.  İnsanlara olan davranışlarınızın ölçüsü onların size karşı olan davranışları olmamalı; adil olan neyse o olmalı. Bizleri mahşerde insan olarak ayıracak en temel noktalardan biri de bu. “Adalet her şeyi lâyık olduğu yere koymaktır” der Mevlâna ve ekler: “Ayakkabı ayağın, külah başın.”

Öyleyse bizler esasen kendimizi lâyık gördüğümüz yeri değil, lâyık olduğumuz yeri idrak etmeli ve bu şuurla davranmalıyız. Meziyetimiz ölçüsünde taleplerde bulunmalıyız. Meziyetlerimizin dışında taleplerde bulunuyorsak orada denge şaşmış olur ve adalet ortadan kalkar.

Mühim olanı ve en zoru, size adil davranılmadığında dahi adil olabilmek, adil davranmak. Adalet istemek yetmez, elimizden geldiğince adaleti sağlamak ve sağlamlaştırmak zorundayız.