Adı gibi Muhsin’di

Muhsin Yazıcıoğlu, “‘Devlet, millet çağırıyor’ der, giderdi. Kendi bir defa devleti bekledi ama devlet gelmedi” diyen Fidan Ana’nın oğluydu… Ve Muhsin Yazıcıoğlu, siyâset adamlığının ortak idealiydi. O, Muhsin Başkan’dı. O, yerli ve millî, gerçek bir reisti! O iyilik eden, iyi davranan, salih ameller işleyen bir insandı. O, adı gibi Muhsin’di…

KAHRAMANMARAŞ’ta (25 Mart 2009) 12 yıl önce, yerel seçimler öncesi partisinin Çağlayancerit mitinginin ardından Yozgat Yerköy’e gitmek üzere bindiği helikopterin düşmesi sonucu hayatını kaybeden Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) kurucu Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri rahmetle anıyorum. Mekânları Cennet olsun.

**

Nereden başlayacağım, nasıl anlatacağım, nasıl yazacağım, bilemiyorum…

Çilekeş, mazlum ve mağdur Ülkücülerin sesi olan, “Temiz Siyâsetçi Ödülü” verilen, Türkiye’nin tertemiz siyâsetçisi Muhsin Yazıcıoğlu’nu burada, birkaç sayfada anlatabilmek çok zor!

Muhsin Yazıcıoğlu’nu, ağabeyim merhum Prof. Dr. Turan Güven’i partisine davet etmesi ve beraber siyâset yaptığı dönemde tanıdım. Sanırım 2004 yılıydı; bir öğle vakti, Bahçelievler 7’nci Cadde’de arkadaşlarımla yürürken cep telefonum çaldı. Arayan zat, Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi’nden aradığını, Muhsin Yazıcıoğlu’nun şahsî cep numarasını vereceğini, bu numarayı kaydetmemi ve Başkan’ın benden telefon beklediğini söyledi. Sonrasında, gerek BBP Genel Merkezi ve gerekse TBMM çalışma odasında yaptığım görüşmelerde kendisini yakînen tanıma fırsatı buldum.

**

Muhsin Yazıcıoğlu, Anadolu gençliğinin okuyarak adam olması, milletine ve vatanına hizmet etmesi gerektiği düşüncesiyle hareket etmiş, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e mektup yazarak, “Eller silah değil, kalem tutmalı” diyen bir gençlik lideriydi…

Derin, toplumsal bir karmaşanın yaşandığı, siyâsî belirsizliğin hüküm sürdüğü, hiçbir yasanın doğru dürüst işlemediği, terör ve anarşinin kol gezdiği, silahlı zorbaların uluorta dolaştığı, kurşunların havada uçuştuğu, birbiri ardına gelen acı haberlerde her gün bir şehit verildiği, siyâsî zihniyet avına çıkanlarca yakalanan dâvâ arkadaşlarının sözde hapishane denilen Mamak’ta ölüm hücrelerine atıldığı bir zamanda, yurtdışına çıkarılma ve kaçma tekliflerine, “Ben yurtdışına çıkarsam, burada kalan, hapishanede tutulan arkadaşlarımın morali bozulur, dayanma güçleri kalmaz, yıkılırlar. Beni de yakalasınlar, arkadaşlarımın arasına koysunlar. Onlarla birlikte aynı kaderi paylaşalım, aynı kaderi yaşayalım” diyerek reddeden, cesur, inançlı, yürekli, Türkiye ve Türk milleti sevdalısı, vefalı bir dâvâ adamıydı.

Muhsin Yazıcıoğlu, milliyetçi, maneviyatçı, demokrat ilkeler çerçevesinde yenilikçi ve idealist anlayışla çağı yorumlayıp, “Bir elinde Kur’ân, bir elinde bilgisayar; yüreğinde iman, ufkunda Turan olan bir nesil” yetiştirme ülküsüyle hareket etmiş, “Önce Türkiye, öncü Türkiye” diyen büyük bir idealistti.

Muhsin Yazıcıoğlu, kaynağını ülküsünden alan ve oradan “Turan’dan Nizam-ı Âlem’e” uzanan bir ufkun takipçisi, bir ülkü adamıydı…

Muhsin Yazıcıoğlu, hayatını vatan ve millet sevgisine adamış, darbe dönemlerinde yapılan işkencelere, çektiği acılara, baskılara, yaşadığı onca olaya rağmen devletine küsmemiş, çiğnenen haklarını aramak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmemiş, devletini ve milletini ne Avrupa, ne de Amerika’ya şikâyet etmiş onurlu bir vatan evlâdıydı…

Muhsin Yazıcıoğlu, ulusal ve küresel hiçbir çıkar odağıyla herhangi bir irtibatı olmamış, “Ne ulusalcı olacağız, ne de küreselci! Üçüncü yol olarak kendimiz olacağız” diyen bir gönüllüler ve idealistler hareketinin başkanı, büyük bir devlet adamıydı…

Muhsin Yazıcıoğlu, Türk milletinin menfaatlerini her türlü siyâsî menfaatten üstün gören, hür ve müstakil mutlu yarınlara kavuşacağına inanmış büyük bir liderdi…

Muhsin Yazıcıoğlu, “Sabah namazını camide kılalım” diyen şoförüne, “Olmaz. Seçim yaklaştı. Yanlış anlaşılır, evde kılalım. Bizim derdimiz barajı değil, Sırat’ı geçmektir. İnsanlar oy verecek diye ahiretimi satamam” diyen, Allah (cc) ve O’nun Peygamberi Hazreti Muhammed (sav) dışında mutlak otorite tanımayan, riya ve gösterişten uzak bir samimi mümin, dini siyâsete alet etmeyen, geçmişi şaibesiz, alnı açık, yüksek ahlâk sahibi bir siyâsetçiydi…

Muhsin Yazıcıoğlu, türlü tehdit ve kumpaslara rağmen, toplumu sindirmek isteyenlere karşı çelikten bir iradeydi.

Muhsin Yazıcıoğlu, “Haksız bir dâvâda zirve olmaktansa, haklı bir dâvâda zerre olmayı tercih ederim” diyen, her türlü siyâsî bozukluk ve yanlışlıktan arınmış salih bir insandı.

Muhsin Yazıcıoğlu, “Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat ve dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok” diyerek dünya nimetlerini elinin tersi ile itmiş, hayatı boyunca düz yaşamış, düz yürümüş, dik durmuş, dosdoğru gitmiş ve yalpa yapmamış bir siyâsî otoriteydi.

Muhsin Yazıcıoğlu, siyâsî faaliyetlerinde fikir ve inancından asla taviz vermeyen, görüşlerini ve düşüncelerini ifade ederken sözünü esirgemeyen, ama bunu ifade ederken üslûbun ayarını, sözün menzilini hesaplayan, seviyesini her daim koruyan, en sert tartışmaların yaşandığı ortamlarda bile siyâsî rakiplerini incitecek kaba bir söz söylemekten imtina eden, ne medyada, ne de herhangi bir miting, toplantı veya açıklamasında muhataplarına hakaret eden, onları kırmamaya özen gösteren nezih bir beyefendi idi. 

Muhsin Yazıcıoğlu, “Biz Türk milletiyiz; alt ve üst kimliklerimiz yok” diyen, “Tek ülke, tek bayrak, tek millet” sloganının gerçek sahibi ve takipçisi olmuş, bütün vatandaşlarının ay yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı, başını örtenle açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız, kardeşçe okuduğu, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ıyla, Çerkez’iyle, Arnavut’uyla, Süryani’siyle velhasıl ülkemizde yaşayan bütün etnik ve dinî azınlıklarıyla imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış güçlü, büyük bir Türkiye hayâl etmiş, her kesimi istisnasız sevmiş “bir Büyük Birlik” sevdalısı, yüreği vatan aşkıyla çarpan gerçek bir vatanseverdi!

Muhsin Yazıcıoğlu, şahsî menfaatleri için siyâset yapmamış, devletini karşılıksız ve çıkarsız sevmiş, devletinin ihtiyaç duyduğu anda fikriyle, siyasetiyle ve canıyla tereddütsüz yardımına koşmuş kahraman bir vatan evlâdıydı.

Muhsin Başkan, İslâm’ın şartlarından ve temel ibadetlerinden biri olan “hac” ibadetini yerine getirmek için Mekke-i Mükerreme’ye gitmiş, Allah’ın evi, tüm Müslümanların en kutsal mekânı ve kıblesi Kâbe-i Muazzama’yı tavaf ederek ve haccın diğer rükûnlarını da yerine getirerek “Hacı” olmuş, bu görevini hem malen, hem bedenen hem de gerçek anlamda ruhen yerine getirmiş “Muhsin” bir kul, Allah Teâlâ’ya ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed’e (sav) olan sevgisini, “Bir kar tanesi olsam Mekke’ye düşmek isterdim” sözleriyle ifade etmiş, imanı güçlü, tefekkür sahibi, büyük bir inanç eriydi.

Muhsin Yazıcıoğlu, “‘Devlet, millet çağırıyor’ der, giderdi. Kendi bir defa devleti bekledi ama devlet gelmedi” diyen Fidan Ana’nın oğluydu…

Ve Muhsin Yazıcıoğlu, siyâset adamlığının ortak idealiydi. O, Muhsin Başkan’dı. O, yerli ve millî, gerçek bir reisti!

O iyilik eden, iyi davranan, salih ameller işleyen bir insandı. O, adı gibi Muhsin’di…

Ve Muhsin Başkan, beş buçuk yılı hücrede olmak üzere yedi buçuk yıl kaldığı Mamak Cezaevi’nin soğuk taş duvarları arasında, köyünün kekik kokulu koyaklarını, yarpuzları, nane kokulu kırlarını, güvercinler ülkesini, yorgun ruhunu dinlendirmek için uzanmak istediği çeşme başını, iç dünyasını, inanç yapısını, içindeki coşkuyu, sonsuzluk ve kudret sahibi Allah’a duyduğu kavuşma özlemini lirik bir dil ile anlattığı, vefatı sonrasında simge hâline gelen  “Üşüyorum” şiirinde, yükselen duâlarında tevekkül ettiği gibi, Mehmed Âkif Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı yazdığı Tacettin Dergâhı’nda metfun olarak, ulaştığı mutlak güç ve sonsuzluğun Sahibinin bâki kıldığı ahiret âleminde bugün evliyalarla komşuluk yapıyor.

Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.

O, muhsin bir kuldu!

“Muhsin insan”, sözlükte “iyilik eden, iyi davranan, iyi ameller işleyen ve yaptığını iyi yapan kimse” olarak tanımlanıyor.  Allah (cc) nezdinde “muhsin kul” mertebesine ulaşabilmek için bir müminin, iyilik etmenin ve iyi davranmanın ötesinde iyi ameller işleyerek Allah’ın emir ve yasaklarına uyması, nefsinin istek ve taleplerini kontrol ederek bedenini de Allah yolunda yoran bir kul olmayı başarması gerekiyor.

Zaten mümin insanın tek korkusu, bir imtihan âlemi olarak gördüğümüz bu yalan dünyada yanlış yapıp Allah’ın rahmetinden ve Peygamber Efendimizin şefaatinden mahrum kalma korkusu değil midir?

Kur’ân’a göre bir insanın “Muhsin” niteliğini kazanabilmesi için “mümin, Müslüman (Mâide, 83-84), muttakî (Âl-i İmrân, 134-135; Zâriyât, 15-16; Mürselât, 43-44), sâlih ameller işleyen (Tevbe, 120), hayr ve hasenât sahibi (ahyâr) (Hûd, 114-115), inancında, özünde, sözünde, ahlâkında, söz, fiil ve davranışlarında dosdoğru (mustakîm), sabırlı (Hûd, 112,115; Yûsuf, 90) ve ihlâslı (Hac, 37) olması gerekir.

Kur’ân’da “Muhsinler” şöyle tanımlanıyor:

“Bunlar, hikmetli kitabın âyetleridir. Muhsinler için yol gösterici ve rahmettir. Muhsinler, namazlarını dosdoğru kılan, zekâtlarını veren ve ahirete yakînen (kesin olarak) iman eden kimselerdir. Onlar Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler ve onlar kurtuluşa eren kimselerdir.” (Lokmân, 2-5)

Kur’an yorumcuları Muhsinleri; iman edip salih ameller işleyen, Allah’ın emrettiği şeyleri yapıp yasaklarından kaçınan, iyilikleri yapıp kötülükleri terk eden, zulüm ve haramlardan kaçınan, farzları eda eden, yaptığı her işi ve görevi en iyi bir şekilde yapan kimse olarak tanımlamışlardır.

Kur’ân’da “Muhsin insan” çok övülmüştür.

“Evet, kim muhsin olarak yüzünü/özünü Allah’a teslim ederse onun mükâfatı Rabbinin yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 112)

“Allah muhsinleri sever.” (Bakara, 195)

“Onlar (muttakîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.” (Âl-i İmran, 134)

“Din yönünden muhsin olarak yüzünü/özünü Allah’a teslim eden ve Allah’ı birleyen olarak İbrahim’in dinine uyan insandan daha güzel kim olabilir?” (Nisâ, 125)

“Kim muhsin olarak yüzünü/özünü Allah’a teslim ederse, o en sağlam kulpa yapışmıştır...” (Lokmân, 22)

“Korkarak ve umarak O’na duâ edin. Muhakkak ki, Allah’ın rahmeti, işlerini en güzel biçimde yapanlara yakındır.” (A’râf, 56)

Zikredilen âyetlerden de anlaşılacağı üzere, Allah’ın rahmetinin “muhsin” olanlara yakın olduğu açıkça beyan edilmekte ve “muhsin kul” olmanın mükâfatını da, içinde gerçek Allah sevgisi ve korkusu olanlar ve bunu hissedebilenler görecektir.

-------------------------------------- 

Salih: İyi, elverişli, yararlı, dürüst, ahlâklı ve güzel.

Muttakî: Takva sahipleri

Hayr: Bir şeyi diğerine tercih etmek, hayırlı olmak, hayırda birine üstün gelmek, birine hayırlı olan şeyi vermek.

Muhsin: İhsan eden. İyilik yapan. Bağışta bulunan. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet eden.