BU gece, istisna bir
gece yürüyüşünün (İsra) vuku bulduğu, Peygamber Efendimizin Mescid-i Haram ile
Mescid-i Aksa arasında seyr u süluk eyleyip yedi kat gökyüzünde en kutlu mâkâma
(Sidretü’l-Münteha) yükseldiği mübârek Mi’rac Kandili…
Evet,
müstesna bir gece!
Kıyamete
kadar insanlığı doğru yola iletecek son din İslâm’ın Elçisi, bir “abd”1,
Hazreti Muhammed Mustafa (sav)…
Vahy-i
Kerîm’i fısıldamaya memur edilmiş bir melek, “Cebrail (as)”…
Mekânın
en hürmetlisi, muazzam yolculuğa çıkış noktası, “Mescid-i Haram”…
Zemzem
ile yunmuş bir kalp; “Peygamberî iman”…
Zamandan
azâde, mekândan münezzeh bir yürüyüş; “İsra”…
Tahayyülü
aşan bir binit; “Burak”…
Mucizevî
bir seyir, ibretler ötesi bir tayy-i mekân…
An
meselesi bir ahvâl… Uyku ile uyanıklık arası bir iştirak…
Ve
Beytü’l-Makdis, mübârek durak…
Allah
Rasulü’nün (sav) Mescid-i Aksa’da secdeye değen mübârek alnı…
Ardından
bir kâse süt, bir kadeh şarap…
Göğün
yedi kat üzerinde bir mahâl; “Sidretü’l-Münteha”…
O
mahrem mâkâmda, yazıcıların tuttuğu kayıtlardan mülhem kalem cızırtıları…
Ve
mü’minlere farz kılınan namaz2…
Birkaç
satırla özetlemeye çalıştığım bu mucizevî yükselişte hayatlarımızı
şekillendirecek ne çok hikmet saklı!
Peygamberimize
mahsus mazhariyet ve tecrübe ile haberdar olduğumuz bu mucizevî yolculuk ve
yükselişten nasiplenmek için halis bir kalp ile niyet ettiğimizde, Âlemlerin Rabbi
Allah’a muti bir kalp ile kıbleye yöneldiğimizde, kulluğumuzu idrak ile secde
etme heyecanını, huşûsunu ruhumuzda hissettiğimizde, Mi’rac’da barınan tüm
hikmetlerin gölgesinden pay biçilir iman edenlere…
O
gölge ki, fânî hayatlarımızı bekâya, açlıkla kıvranan ruhlarımızı tokluğa,
günahkâr ellerimizi duâya açma mâkâmına taşıyor bizleri.
Değil
mi ki, “namaz dinin direği ve mü’minin miracıdır”, öyleyse ibretler manzumesi
Mi’rac hâdisesinden feyz almaya niyet kesilmeli bu gece!
Tevbelerimizi
zemzem bilip yumalı kalplerimizi istiğfarlarımızla: “Estağfurullah el-Azîm!”
Tazeden
çekilmiş “Besmeleler” ile iman tazelemeli: “Lâ ilâhe illâ-Allah!”
Sonra
o yüce mâkâma koşmalara teşne kılmalı ruhlarımızı tekbirlerle: “Allah-u Ekber!”
Bir
kâse süt, bir kadeh şarap ibretiyle tercihlerimizi gözden geçirmeli: “Subhan Allah!”
Kâsesiz,
kadehsiz bir yutkunma temayülüyle hayatlarımızı şekillendirdiğimizi yeniden bilmeli.
Ellerimizin
uzandığıyla başlayan bir yolun yolcusu olduğumuz gerçeğinden söz etmeli
nefsimize…
Fıtrî
olan ile nefsî olan arasındaki mesafeyi idrake koyulmalı. Ki kadere söylenmemek
için eylediklerimize hâkim olmalı.
İşitemesek
de, Mi’rac hakikatinden hareketle, o bizlere mahrem yüce mâkâmda, Sidretü’l-Münteha’da
kayıt tutan yazıcı meleklerin kalem cızırtılarında nasibimize düşecek ecirlerin
tahayyülünü kuralım. Bu tahayyülle şevklenip kulluk iştiyakımızın, ihlâsımızın
yer almasını umalım bu gece.
Hâddimizce,
hacmimizce, cirmimiz ve cürmümüzle bir yükseliş nasibine tutunup ye’islerimizi
umuda kalbeyleyelim.
Her
vaktin her bir rekâtında, kıyamında, rukûunda, secdesinde, tahiyyatında Mi’rac’tan
payımız olsun diye huşû ile acz ve fakr hâlimizle duâya duralım!
***
Bilin
ki, her bir satırım nefsime de ihtardır.
Meselâ
bu gece ben, adı bilinmez olmalıyım.
Varlık
bağlarımdan arınmalıyım.
Anne-babama
evlât olmaktan, kardeşlerime kardeş, eşime eş, dostuma dost, işime memur
olmaktan azâde olup sadece kulluğumu kuşanmalıyım.
Yalnız
ve isimsiz ahvâlimle, kimselerimi, eşyalarımı çıkarıp yâdımdan, sıyrılıp tüm
unvanlarımdan, öylece bir başıma huzura varmalıyım.
Adı
bilinmez olunca, mâkâmım ve unvanım kalmayınca, sahip olduğum nem varsa hepsinin
emanet olduğunu yeniden hatırlayınca bahşedilmiş kulluk mâkâmının ne büyük bir
nimet olduğunun farkına varmalıyım.
Kendime
kıvrılmaktan, ihtiyaçlarıma yakınmaktan imtina ile sadece sonsuzluğa talip
olmaya çalışmalıyım!
Teslimiyetim
entarim olsun da giyineyim, tevekkül örtüm olsun bürüneyim bu gece…
Hem
dünyamı inşâda, hem sonsuzluğa talip oluşumda miskinlikten imtina edeceğime
dair söz verirken seccâdemi şahit bileyim. Tutulmamış sözlerin utancından,
emanete ihanete meyyâl tavırlarımdan Rahmân’a (cc) sığınayım!
Ellerimi
açtığımda, ismimden, nefsimden, dünyevî vazifelerimden sıyrılmış hâlde tüm
mü’minlerin “Âmin!” diyeceği duâlarla Rabbime münacatta bulunmalıyım!
Sonra,
itminan olmuş bir kalp ile bir sonraki namaz vaktine kadar kendimi korumalıyım
yalandan, gıybetten, zandan, haramdan ve sair günahlardan.
Kim
bilir, belki o vakit benim de yazılır o müstesna gece yolculuğu bahtıma. Madem,
“Mi’racdır namaz mü’minin”, öyleyse bir İsra yolculuğu, bir Mi’rac yükselişi
ola ki nasip olur bana da…
***
Bu
mübârek geceye bir kez daha eriştiren, ömrümüzü bereketlendirip mübârek
Mi’rac’dan müstefit olma imkânını tanıyan Rabbimize hamdolsun!
Ümmet-i
Muhammed’in, aziz milletimizin, Ajanda Ailemizin, kıymetli yazar kadromuzun,
güzide okurlarımızın Mi’rac Gecesini kutluyor, nice kandiller ve nice makbul
duâlarla ömrümüz ve gönlümüz kandilsiz kalmasın diliyorum.
1İsra
Suresi, 1’inci ayet
2“Bir
gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde
uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir hâlde- Cebrâil geldi,
göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı.
Burak adlı bineğe bindirip Beytü’l-Makdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i
Aksâ’da iki rekât namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap
dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine
“Fıtratı seçtin” dedi, ardından O’nu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların
her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ Peygamberlerle
görüştü; nihayet Beytü’l-Ma’mûr’un bulunduğu yedinci semada Hazreti İbrâhim’le
buluştu. Sidretü’l-Müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem
cızırtılarını duydu ve Allah’ın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hakk elli vakit
namazı farz kıldı. Dönüşte Hazreti Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır
geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz
beş vakte indirilinceye kadar Hazreti Peygamber’in huzûr-i İlâhîye müracaatı ve
Mûsâ ile diyalogu devam etti…”