ÖMÜR sürmenin eklemek
ve kazanmak ile bağdaşan bir anlamı var elbette. Fakat bu, ömrü tanımlamada en kifayetli
anlam açılımı değil. Zira hayata gelişimiz bir tamlığı ifade ederken, yaşamakla
eksilmekte ve ölüme kadar geçen zaman boyunca o eksilmeyi telâfi etmeye
çalışmaktayız.
Tabiî
herkes eşit derecede eksilmiyor. Ama muhakkak herkes aynı değerde dünyaya
geliyor. Değerimiz ve sıfatımız olan “Âdem”, bilgeliği, yüksek ahlâkı ve tam
insan sıfatını karşılıyor. Maalesef yaşam boyunca âdem kalamadığımızın
örnekleriyle dolu dünya. İnsanın doğduğu anda sayısal değeri sıfır değildir;
niteliksel değeri de maksimum düzeydedir. Ama bunun dışavurumu Âdetullah gereği,
zamana ve gayrete iliklenmiştir. Bir bebek doğduğunda hemen yemek yiyemiyor
oluşu bir kayıp olmadığı gibi, yemeğe başladığında da olmayan bir kabiliyeti
kazanmış değildir. Bu kabiliyet ve ihtiyaç, insanda zaten var olan bir duyum
olmakla, ancak zamanla buna ihtiyaç duyması ve gayretle aşama kaydetmesi
Yaradan’ın kâinattaki sebep-sonuç dengesine dâhil bir vetiredir.
Ömür
boyu tekrar eden benzer vetireler çok şey öğretir insana. Nasibin zaten var
olduğunu, çalışmakla artıp eksilmeyeceğini ama gayretle ve zamanla ait olanın
ve olunanın bir araya geleceğini tek tek okutur. Nasip zaten vardır ama insan
nasipteki hayrı eksiltir. Lokmasından eksilmez de lokmanın bereketinden
kayıplar verir.
Sıklıkla
kazandığımızı zannettiğimiz lokmalar, bize çoktan verilmiş olana hak yoldan ya
da haram yoldan gidiş öykümüzdür. Evet, lokma bizim elimizde değildir ama
öyküyü biz yazarız. Anlatmaktan onur duyacağımız öyküler yazmak için yolu
Hakk’tan belirlemek gerek.
Bilgelik
ve ilim de, insana büyük bir nasip olmakla birlikte, kazanılan değil,
kaybedilmemesi gerekendir. Çünkü insan Allah’ın, şerefiyle birlikte var ettiği
bir canlı türüdür ve bu şeref sonradan kazanılacak değil, asla kaybedilmemek
üzere verilen mücadelede yaşatılacak bir değerdir. Yüzeysel bakışla her şey
eksik görünse de her şey tam olarak yaratılmış, tamamlama yolları insanın kendi
iradesine bırakılmıştır. Yoksa kıtaların birbirinden ayrılması İlâhî kudrete
evrence yapılan bir sürpriz olmayıp evrenin zaten vuku bulacak hâlleri arasında
üzerine düşeni yapması sürecidir. Cehalet de bu oluş süreçlerinin zamana
yayılması hakkında sürekli yanılan insanın kusurudur. Bir şey zamanla var
olduğunda bunun kader çizgisinden ayrılan bir anlamı olduğunu varsaymak,
kazanılan değerleri kendinden bilmek ve kazandıktan sonra kaybetmeme
mücadelesinin başladığı tezadında bir ömür sürmek son derece yetersiz bir
anlamlandırma tekniğidir. Âdem’i ve yaratılışı anlamsızlaştıran zihnin kendini
büyütme tekniği demek daha doğru kanımca.
İptidaî
çağlardan modern zamanlara geçiş ne kadar sancılı ve uzun sürdüyse de bu,
tamamen yaratılışın kâinattaki akılcı düzenini ifade eder. Hiçbir şey O’nun
yaratma gücünde sonrasız değildir. Her olay saatleri ve yılları takip ediyorsa
bu tamamen Yaradan’ın takdirinde vuku bulur. İşte insan da “âdemoğlu” sıfatıyla
sonrasız yaratılmamış, yapabileceği her şey yaratılış kodlarında var
edilmiştir. İnsan kendinden bile öncedir. Kendini bilmeden, kendini tanımadan
ve anlamlandırmadan çok öncedir insan. Ve bu yüzden insanın iptidaî hâli donanımsız
ve bilgisiz bir yaratılışı ifade etmediği gibi, ancak Yaradan’ın insanlığa
bahşettiği bir düzeni anlatır. Bebeklik de kişinin ilkel çağıdır fakat
sonrasındaki erginliğe geçişi tesadüf eseri değildir. Zaten olacak olanın
sebeplere bağlanması müjdesidir. Bu düzen insanın kendini sevebilme ve
tanıyabilme imkânını da beyan eder.
Ham
meyvenin aslı da ham değildir zaten. Olgunluğa gidişte mevsimleri ve ağacı
tanır meyve, sebepler sonuçları meydana getirir. Çünkü elma, zaten yaratılışında
var olan zenginliklere zamanla erişir sadece. Bu onun ham hâlini olgun
çağındaki değerlerden yoksun yapmaz, ama olgunluğa giderken kaybetmemesi
gereken bir dizi değer olduğunu anlatır.
Evrenin
her bir kesitinde tıpkı insandaki gibi değişen ve gelişen bir sabır süreci var.
Bu yolda yapılanlar o değişimin ancak niteliğini belirler. Özünde zaten “âdem”
olan varlık son nefeste de “âdem” ise mücadele Hakkça tamam olmuş demektir. Hiç
kimse sonradan âdem olamayacağı gibi, âdemiyet de sonradan medeniyeti
kazanmamış, alın yazısında var olan medeniyete gidişte kendi imtihanını
vermiştir.