Adaylık ve yeni ittifak hesapları altüst oldu

Bana kalırsa buradan dönüş yok. Büyük bir skandal, bir gizli kamera, bir ses kaydı falan olmadıkça Erdoğan’ın karşısında göreceğimiz kişi Kılıçdaroğlu olacaktır. Kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuçlara, ittifaktan gelen dayatma çabalarına, ABD ve İngiltere kaynaklı baskılara rağmen Kılıçdaroğlu, koltuğa yapışabilmek için kararından vazgeçmeyecektir.

“ERKEN seçim olsun, Erdoğan karşıma çıksın” diyerek Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki en net açıklamayı yaptı Kemal Kılıçdaroğlu. Bugüne kadar hep söyledik zaten; CHP Genel Başkanı olarak, kendisinin aday olması hem en tabiî hakkı, hem de işin en doğrusu. Bunun bugüne kadar netleşmemiş olmasının en büyük sebebi, parti içinde hâlâ çok seveni olan Muharrem İnce’nin, “Çıkmışsın yenmiş, çıkmışsın yenmiş, yenmiş de yenmiş” diyerek siyaset literatürüne soktuğu ezici sloganın üzerinde oluşturduğu “seçim kaybetme rekoru” baskısıdır bence.

Kılıçdaroğlu, bu seçimde aday olmak zorunda aslında. Zira oturduğu koltuğu korumasının başka bir yolu görünmüyor. Aday olmasa da gidecek o koltuk, aday olup seçimi kaybetse de. O da en mantıklı seçeneği deneme peşinde. Ancak, Erdoğan’a “Hodri meydan!” dediği açıklamanın üzerine “Bu bir adaylık açıklaması mı?” diye sorulan soruya, “Normalde biraz da öyle zaten. Bütün genel başkanlar yarışacaklar, biz de, Saadet Partisi de, İyi Parti de yarışacak” cevabı verecek kadar da temkinli davranıyor hâlâ.

Kulislerden sızan bilgiler doğruysa, CHP liderinin Meral Akşener ile hafta içinde yaptığı görüşmede de Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yeşil ışık yakılmış durumda. Hatta Akşener’in fiilî başbakanlık yapabilmek için Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı bile konuşuluyor. Altı muhalefet partisi liderinin hafta sonu katıldığı toplantıda bu adaylık konusunun gündeme gelmemesi de kararın verildiğini gösteriyor olabilir.

Son gelişmeler ışığında, Kılıçdaroğlu’nun en güçlü aday konumuna geldiğini söylemek pek de zor olmasa gerek. Son bir iki yazımda analiz etmeye çalışmıştım bu konuyu. Muhtemel yeni bir sağ ittifakın, CHP aylarını geçebilme ihtimâli var tabiî. İyi Parti’nin bir süre de olsa CHP’yle ters düştüğü görüntüler de bu ihtimâl üzerine kurgulanmıştı bence. “Kazanacak aday” dayatmasına direnen Kılıçdaroğlu’na bir gözdağı verilmeye çalışıldı belki de.

Ancak bu muhtemel sağ ittifak, HDP faktörünü yok sayabilecek bir oy potansiyeline sahip olmadığı için, en azından İyi Parti tarafından rafa kaldırılmış olmalı. Zira HDP farklı bir ittifakla seçime girecek olsa bile, yalnız bırakılan bir CHP’ye sağ ittifak karşısında can simidi olacağı kesin. Yani HDP, İyi Parti’nin içinde bulunduğu bir sağ ittifak kendi adayı ile seçime girerse, seçimin ikinci turuna CHP adayının girmesini garanti etmek isteyecek ve onu destekleyecektir.

Yakın zamana kadar İmamoğlu, muhalefetin en güçlü adayı konumundayken bugüne nasıl gelindiğine bakalım biraz da…

25 yıl aradan sonra İstanbul ve Ankara gibi iki büyükşehirde zafer kazanan başkanlar, halkın büyük teveccühünü de kazanmışlardı. Herkes biliyordu ki, her ikisi de CHP oylarından fazlasını almışlar ve bunu özellikle İstanbul’da tüm muhalefeti bir araya getirerek başarmışlardı. Bu açıdan bakınca, aday tespitinin doğru yapıldığı konusunda kimsenin itirazı yoktur herhâlde. Ancak bu birleştirici rol, o başkanlara tevdi edilmiş bir görevdi ve bu ittifakın ortak çalışması olarak kayıtlara geçti. Ankara’da milliyetçi kökenli bir aday çıkarırken HDP oylarına duyulan ihtiyacın azlığından bahsedebiliriz meselâ. İstanbul’da ise her kesime yakın bir adayla HDP sandıkta ittifaka ikna edilmişti. İmamoğlu Ankara’da, Yavaş İstanbul’da seçime girseydi sonuçlar asla bu şekilde olmazdı.

Vatandaş, işin bu tarafını tamamen göz ardı edip, İmamoğlu ve Yavaş’ın kendi oy potansiyelleri olduğu kanaatine kapıldı nedense. Bunu kışkırtan kamuoyu araştırmaları, neredeyse iki yıldır her biri saatler süren tartışma programları ve özellikle İBB Başkanı’nın da kendini bu rüzgâra kaptırması, işi “büyükelçiler vasıtasıyla desteklenen aday” noktasına kadar taşıdı. Hâlbuki her iki de sadece o şehrin oy potansiyeline uygun seçildikleri için lokal başarılara imza atmışlardı.

Mevcut görev yerlerinde bile elle tutulan bir başarıları olmadığına göre, Erdoğan’ın karşısına rakip olarak çıkarılmaları, bu yükün altına sokulmaları mantıklı olmazdı. Zaten her ikisinin de amiri konumundaki Kılıçdaroğlu, bunu çoktan veto etmişti. Ancak ne hikmetse bir türlü kendi adaylığına kendisini bile ikna edemiyordu.

Oysa az buçuk matematik bilgisi olan biri, CHP’nin göstereceği adayın Erdoğan’ın ardından ikinci sıraya oturacağını bilmesi gerekirdi. İkinci turda da olsa, muhalefeti blok olarak o adaya angaje etmek de zor olamazdı. Bütün bunlar ortadayken, Kılıçdaroğlu’nun adaylıkla ilgili kararı her fırsatta ittifak ortaklarına bırakıyor görünmesi, hatta ve hatta çok küçük oylara sahip partileri bile bu konuda söz sahibi gibi göstermesi sadece bir demokratlık oyunuydu belki de.

Oyun bitti, plân kuruldu, yumruk masaya vuruldu gibi görünüyor. Peki, bundan sonra buradan dönüş olur mu dersiniz?

Bana kalırsa buradan dönüş yok. Büyük bir skandal, bir gizli kamera, bir ses kaydı falan olmadıkça Erdoğan’ın karşısında göreceğimiz kişi Kılıçdaroğlu olacaktır. Kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuçlara, ittifaktan gelen dayatma çabalarına, ABD ve İngiltere kaynaklı baskılara rağmen Kılıçdaroğlu, koltuğa yapışabilmek için kararından vazgeçmeyecektir.