Adapazarı Belediyesi İmar Müdürü Kanun İbrahim Kaya ve oğulları

“Abazalar attan, Manavlar inattan ölmüş” diye bir Adapazarı atasözü vardır. O, safkan Manav, safkan Türk’tü. İnadı inattı. Hak, hukuk, menfaat yolunda kimse etkileyemezdi onu. Olsundu, bu çıkarcı ve yağmacı çağda fırsatçılar ona “Yokuş İbrahim” desinlerdi de “Haram yiyor, hak yiyor” demesinlerdi tek!

ADI “İbrahim Kaya” idi. Sakarya’nın Pamukova Eğriçay köyünde (1956) doğmuş, orta hâlli bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Zeki bir çocuktu İbrahim. Okuyacağı belliydi. Nitekim okumuş, inşaat mühendisi olmuştu. Kendisi gibi Pamukovalı Postacı Aziz’in İlâhiyat Fakültesi mezunu öğretmen kızı Hikmet Hanım (1957) ile evlenmişti. Yüce Yaradan onlara birbirinden güzel ve yakışıklı Ensar (1983), Enes (1985), Hasan (1993) ve İhsan (1998) adında dört oğul bağışlamıştı.

Adapazarı Belediyesi’nde inşaat mühendisi olarak çalışıyor, Sapanca Yüzevler’de arsasını kendisinin aldığı, inşaatını kendisinin yaptığı tek katlı bir evde oturuyordu İbrahim Kaya ve ailesi.

27 Mart 1994 tarihinde Refah Partisi’nin Belediye Başkan adayı Aziz Duran en yakın rakibi CHP’li Ünal Ozan’a 7 bin oy farkı atarak (yaklaşık 32 bin/25 bin) Adapazarı Belediyesi Başkanı seçilince işler değişecek, dürüstlüğü ve dindarlığıyla maruf İbrahim Kaya da İmar Müdürlüğüne atanacaktı.

Güler yüzlü, şakacı, neşeli, dindar bir kişilik

İbrahim, küçüklüğünden beri Geyve-Taraklı-Pamukova yöresi oyunlarını çok severdi, güzel de oynardı. Muğla, Aydın, İzmir zeybeğine çok benzeyen halk oyunları, 22 de türküsü vardı yörenin. Klarnet ve davul sesi duyuldu mu, sadece on beş on altı yaşlarında yeni bıyıkları terlemiş delikanlılar değil, yetmişlik ihtiyarlar da yerinde duramaz, ortaya fırlarlardı. Hele “Garagözlü Jandarmam” türküsü/oyunu çalmaya başlarsa... Ne de olsa Osmanlı’nın yöreyi fethedince Orta Asya’dan getirip yerleştirdiği Oğuz boylarındandı onlar. İliklerine kadar Türk, iliklerine kadar Müslüman, bakışlarına kadar yiğit, nâralarına kadar mert... Yerden göğe kadar devlete, millete, bayrağa bağlı insanlar... Bir o kadar da güler yüzlü, neşeli, şakacı insanlar…

İbrahim Kaya da onlardan biriydi elbette. Okul ve sonrasında mesai arkadaşları, komşuları da İbrahim Kaya’nın neşeli, şakacı, güler yüzlü, her zaman pozitif ve iyimser hâlinden çok memnundular. Bir o kadar da dindar biriydi o. Ama gösterişsiz bir Müslümandı.


Klarnet çalan bir imar müdürü

Geyve yöresinde (Taraklı ve Pamukova, 1988’de Geyve’den ayrılıp ilçe olana kadar üçüne birden Geyve denirdi) çok eskilerden beri klarnet ve cümbüş çalmak, Türkmenlere yani Manavlara has güzel bir gelenekti. Ritm (davul) de öyle elbette... İbrahim de küçüklüğünden beri çok güzel klarnet çalıyordu. İnşaat mühendisi birinin böyle güzel klarnet çalması pek görülmüş şey değildi elbette. Ama gel de üç yüz bin kişilik Adapazarı’nda klarneti tellendir, kolay mıydı bu? Nitekim bir gün kendisi gibi Manav Türkü ve Su İşleri Müdürü olan arkadaşı Fahri Tuna’ya içini açacak, dert yanacaktı: “Ben klarnet çalmayı çok seviyorum Fahriciğim, ama ‘Koskaca İmar Müdürü klarnet çalıyor’ derler diye de çok utanıyorum. Gizli gizli çalmaya çalışıyorum. Bazen Melekşe Oruç, İnönü, bazen de Sapanca Soğucak yaylasına çıkıp doyasıya çalıyor, hasret gideriyorum…”

“Şu Yokuş İbrahim’i alın görevden!”

Bu güler yüzlü, şakacı ve neşeli adam, İmar İşleri Müdürü olarak çok ciddî ve kanunlara, yönetmeliklere çok bağlıydı. Daha önce mühendis olarak da aynı serviste çalıştığı için, imar değişikliği taleplerinin evveliyatını, hinlikleri, kurnazlıkları, iyi niyet istismarlarını, kaçak yapıları, nelerin neden mecliste onaylanmaması gerektiğini avucunun içi gibi biliyordu. İtiraf edelim ki, Türk milleti olarak ne kadar çok dürüstlük, adâlet edebiyatı yaparsak yapalım, dürüst ve âdil yöneticilerden pek hoşlanmayız biz. Sanki “Başkasına dürüst ve âdil ama bize toleranslı olsun, bize göz yumsun” psikolojisindeyiz.

Siyâsileri devreye sokarak imar rantı, kaçaklara ruhsat, kat arttırma kurnazlıkları, yeşil alanları imara açma gibi atraksiyon ve girişimlerin karşısında Kanije Kalesi gibi duran ve kesinlikle imza atmayan, ayrıca Refah Partili Meclis üyelerini de sık sık bilgilendirerek haksız taleplere engeller uygulayan İmar Müdürü İbrahim Kaya’ya, en çok da Refah Partili yandaşları tarafından “Kanun İbrahim” lakabı takılacaktı. Bazıları da, onun işi sık sık yokuşa sürdüğünden dem vuracak, “Yokuş İbrahim” diyeceklerdi. Ve Belediye Başkanı Aziz Duran’a baskı yapacak, “Al artık şu Yokuş İbrahim’i görevden Başkan, adam İmar Kanunu diyor da başka bir şey demiyor!” diye yakınacaklardı.

“Abazalar attan, Manavlar inattan ölmüş” diye bir Adapazarı atasözü vardır. O, safkan Manav, safkan Türk’tü. İnadı inattı. Hak, hukuk, menfaat yolunda kimse etkileyemezdi onu. Olsundu, bu çıkarcı ve yağmacı çağda fırsatçılar ona “Yokuş İbrahim” desinlerdi de “Haram yiyor, hak yiyor” demesinlerdi tek!

“Odada iki kamera var, al çabuk dosyanı geri, ikimiz de yanarız yoksa!”

Şimdilerde otuz beşinde olan “2” numaralı oğlu Enes Kaya’ya kulak verelim:

“Bir gün okul çıkışı babamın belediyedeki mâkâm odasına gittim. Oturuyoruz. İçeriye bir vatandaş girdi. Babama bir dosya uzattı. İmar dosyasıydı muhtemelen. Babam dosyayı aldı, incelemeye başladı, içinden farklı bir kâğıt çıktı, muhtemelen bir çek. Kaçak veya imarsız bir arsası için babama imza attırmaya gelmiş belli ki…

Babam İbrahim Kaya, kıpkırmızı kızardı. Adama döndü. ‘Bak amca, Emniyet Müdürlüğü bu odanın iki köşesine kamera yerleştirdi, şimdi çabucak al dosyanı geri, toz ol. Yoksa ikimiz de rüşvetten senelerce hapis yatarız. Hemen topla, toz ol!’ dedi. Adam neye uğradığını şaşırdı. Pılısını pırtısını toplayıp âdeta kaçarcasına uzaklaştı.

Ben çocuğum daha, ortaokula gidiyorum. Merakla odanın orasına burasına, dört köşesine baktım. Kamera filan da göremeyince, ‘Baba, nerede, hani kameralar?’ diye sordum. Babam iki omuzunu göstererek, ‘Bak oğlum Enes, Cenâb-ı Allah, iki omzumuza birer melek yerleştirmiş. Her sözümüzü, yaptığımızı kaydediyorlar. Onlar Allah’ın kameraları evlâdım. Şakayla karışık, adamı korkutup kurtuldum’ diye cevapladı…”

Çorapları yamalı imar müdürü

Sakarya Gazeteciler Birliği Başkanı Zeki Aydıntepe anlatıyor:

“1994’ten itibaren belediyede Refah Partisi iktidar… Aziz Duran Belediye Başkanı... Ben de Refah Partisi’nden, birinci sıradan Meclis üyesiyim ve Adapazarı Belediye Başkan Vekiliyim. 1997 yazı... Günlerden Cuma… Seccâdemi koltuğumun altına alıp gazeteye en yakın cami olan Tozlu Camiî’ye gideyim dedim. Merdivenleri çıktım. Baktım, caminin içi dopdolu. Avluda üç dört sıra insan, hasırları sermişler.

Ezan okundu, okunacak… Ben de münasip bir yer bulup seccâdemi serdim, oturdum. Baktım, önümde biri var. Bir şey dikkatimi çekti. Önümde oturan kişinin iki çorabı da yamalıydı. ‘Allah Allah’ dedim içimden, ‘Bu çağda hâlâ çorabı yamalı insan kaldı mı ki?’. Merak ettim bu şahsı, şöyle eğilip bakınca dondum kaldım! Meğer bizim İmar Müdürü İbrahim Kaya değil mi? Gözlerime inanamadım!

Namazdan çıkınca doğru soluğu Adapazarı Belediye Başkanı Aziz Duran’ın mâkâmında aldım. ‘Bak Aziz Başkan’ dedim, böyleyken böyle… Ve ekledim: ‘Bir usulsüzlüğe göz yumup imza atmasıyla bir daire parası hediye alabilecek İbrahim Kaya, yamalı çorapla geziyor. Bu adam namus timsâli biri. Duyuyorum, üzerinde çok baskı varmış, ‘İbrahim Kaya çok kanuncu, yönetmelikçi, onu grevden al’ diye... Eğer bu çocuğu İmar Müdürlüğü görevinden alırsan, ben partiden ve Meclis üyeliğinden istifa ederim’ dedim…”

Depremle belediye lojmanında 16 kişi can verdi

Sapanca’dan her gün Adapazarı’na işe gidip gelmek zordu hakikaten. İmar Müdürü İbrahim Kaya da Şeker Mahalle’deki belediye lojmanına taşınacaktı. Lojman beş katlı… Her katta iki daireden, on daire… İbrahim Kaya ve ailesi dördüncü kattaydı. Karşısında da Selahattin Aydın ve ailesi oturuyordu. Lojmanda hep müdürler, yöneticiler oturuyordu zaten. Gelir Müdürü Selahattin Aydın, Temizlik Müdürü Özcan Balçık, Satın Alma Müdürü Çetin Aday, Personel Müdürü Abdurrahim Tüzün, İmar Müdürü İbrahim Kaya, İdari İşler Başkan Yardımcısı Süleyman Dişli vesaire…

16 Ağustos Pazartesi’yi 17 Ağustos (1999) Salı’ya bağlayan gecenin 03:02’sinde 45 saniyelik bir deprem olacak, o meşum gecede Doğu Marmara’da 19 bin insanımız hayatını kaybedecek, 50 bini aşkın insanımız da saatler sonra enkazdan çıkarılacaktı. Adapazarı Belediyesi Lojmanı’nda da, başta İbrahim Kaya ve eşi Hikmet Hoca, Özcan Balçık ve eşi, Çetin Aday ve annesi, Selahattin Aydın’ın eşi, Abdurrahim Tüzün’ün eşi ve bir çocuğu olmak üzere 16 kişinin canını alıp götürmüştü ötelere meşum deprem. Âdeta küçük kıyametti o gece…

İbrahim Kaya’nın dört oğlu dokuz saat, Selahaddin Aydın ile çocukları yirmi dokuz saat, Abdurrahim Tüzün ile bir çocuğu kırk iki saat sonra enkazdan kurtarılacaklardı!


Hüzün ve sevinç, zorluk ve kolaylık iç içe

Hayat devam ediyordu bir şekilde. Hüzün ve sevinç, zorluk ve kolaylık iç içe gizlenmişti Rabbimiz tarafından. Hayat kendi kahramanlarını da çıkartıyordu bir yandan. Dört çocuğu aile paylaşacaktı. Ensar amcada, Enes anneanne ve dedede, Hasan halada, İhsan da teyzede büyüyecekti.

Burada iki parantez açmalıyız. İlk parantez şu: Resim öğretmeni Güzide Yücel ile kimya mühendisi eşi Rıdvan Yücel, bebek İhsan’ı Pendik’teki evlerine alacak, kendi iki öz çocuğundan ayırmadan büyüteceklerdi. Gerçek birer kahramandı bu çift. Gerçek birer iyilik sultanı ve gerçek birer cennetlik. Enkazdan henüz 17 aylıkken çıkartılan İhsan’a, ilk ve ortaöğretim ile liseyi Pendik’te okutacaklar, ardından da Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde eğitim aldırtacaklardı. Bir ayrıntı daha size: İhsan, konuşmaya başladığı andan itibaren Güzide Hoca’ya “Anne”, Rıdvan Müdür’e de “Baba” diyecekti.

Bu arada Pamukova’nın Postacı Aziz’i ile eşi Zehra Nine’nin Enes’i kahramanca sahiplenmelerinin ve onlarca komik anılarının da kaydını düşelim buraya...

İkinci parantez ise Serpil Hala (Yürüt Sekban) ile Hüsnü Amca’ya (Gürpınar) elbette… Bu iki güzel kalpli insan, dört çocuğun baba dostları, bu yetim ve öksüz gençleri halasız ve amcasız bırakmayacaklar, başları ağrısa koşacaklar, hattâ bir yıl kendi evlerinde yedirip, içirip okula göndereceklerdi.

Onurlu babanın dört güzel ve onurlu delikanlısı

Aradan 21 koca yıl geçmişti. Ensar evlenmiş, Pamukova’da bir şirkette şoförlük yapıyordu. Enes de İnegöl’den evlenmiş, oraya yerleşmiş, bir mobilya işletmesinde çalışıyordu. Hasan, Trakya Üniversitesi’nde iki yıllık Halkla İlişkiler Bölümü bitirmiş, askerliğini hâlletmişti. Ağzı lâf yapan, analitik konuşan, becerikli bir gençti Hasan. Ama işsizdi. En küçükleri İhsan da sinemacı olma yolunda. 22 yaşında… Üniversite öğrencisi…

İbrahim Kaya’nın en küçük oğlu İhsan’dan, 21 sene sonra deprem belgeseli

Depremde anne ve babasını yitiren, henüz 17 aylık bebekken 9 saat sonra enkazdan kurtarılan genç yönetmen İhsan Kaya, “17 Ağustos 1999: Yüzyılın En Uzun Gecesi” belgeselini hazırladı geçtiğimiz ay.

Yönetmen İhsan Kaya’ya belgeselini soruyoruz, bakın neler söylüyor: “Amacım acıları tâzelemek değil. Ben üç ağabeyimle birlikte yetim ve öksüz büyüdüm. Depremin üzerinden 21 sene geçti. Bakıyorum ki, yine benzer hatalâr yapılıyor. 17 Ağustos Depremi ve sonrasında bizim yaşadığımız acıları başkaları da yaşamasın, başka çocuklar da bizim gibi yetim ve öksüz büyümesin diye, bu konuda bir bilinç ve farkındalık oluşturmak için bu belgeseli hazırladım. 45 saniyelik depremi 45 kişiyle görüşerek, 45 dakika süreli olarak belgeselleştirdim. Eski Rektör’den dönemin TOKİ Başkanı’na, inşaat mühendislerinden mimarlara, depremde enkazdan çıkartılanlardan şair ve yazarlara, karikatüristlerden fotoğraf sanatçılarına ve sokak röportajlarına kadar çok farklı kesimlerin bilgi ve görüşlerine başvurdum. Sanırım çok kuşatıcı bir belgesel oldu. Şahsen amacıma ulaştım. Belgeselin amacına ulaşması ise biraz zaman alabilir.”

Başta SATSO ve Sakarya İnşaat Mühendisleri Odası olmak üzere bazı kurumların kendisine kucak açtığından söz eden yönetmen İhsan Kaya, “Görüşleriyle belgeselime katkı yapan 45 konuşmacıya, bana maddî-mânevî destek veren SATSO başkanı Akgün Altuğ’a, Gülümse Yemek İffet Hacıeyüpoğlu’na, Boğaziçi Koleji sahibi Fatma Aygün Kahya’ya, âdeta öz yeğeniymişçesine 45 gün süren çekimlerim boyunca yanımdan ayrılmayan babamın arkadaşı yazar Fahri Tuna amcama, şahsım ve belgesel çalışmalarımı yaptığı ve yayınlattığı haberlerle yerel ve ulusal kamuoyuna duyuran Yalçın Akaltın büyüğüme bu vesîle ile çok teşekkür ediyorum” dedi.

Eserini depremde kaybettiği annesi Hikmet Öğretmen ile babası İnşaat Mühendisi İbrahim Kaya’ya ithaf eden yönetmen İhsan Kaya kardeşimiz, söz konusu belgeselini 17 Ağustos’tan itibaren “İhsan Kaya” adlı özel Youtube kanalında izleyicilerin beğenisine sundu.

“Babamı görsem ellerinden öper, sarılır, ‘Ben de klarnet çalıyorum babacığım’ demek isterim”

Genç yönetmenin belgeseli yerelde ve ulusalda büyük ses getirdi; onlarca haber, söyleşi, gösterim yapıldı. Haberi Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde yayımlandı, Türkiye’nin en güçlü ve muteber kalemlerinden Mehmet Şeker, Yeni Şafak’taki köşesini genç yönetmene ve belgeseline ayırdı. CNN Türk, iki buçuk dakikalık canlı bağlantı yaptı. TYB Sakarya Şubesi ve Birlik Vakfı Sakarya Şubesi, genç yönetmenle ilgili söyleşi ve gösteriler gerçekleştirdiler. Anadolu Ajansı da görüntülü ve yazılı bir haber yaparak belgeseli Türkiye’nin gündemine başarıyla taşıdı.

AA Sakarya Muhabiri Onur Orhan’ın, babasının mezarı başında, “İhsan kardeşim, enkazdan çıktığında 17 aylıktın. Babanı ve anneni doğal olarak hiç hatırlamıyorsun. Baban şu anda karşında olsa, ona ne söylemek isterdin?” diye sordu. Genç yönetmenin cevabı, insan olan herkesin yüreğini kanatıcı ve gözyaşlarına boğucu türdendi: “Önce ellerini öpmek, doyasıya sarılmak isterdim. Sonra da, ‘Ben de klarnet çalıyorum babacığım’ derdim!”