Adam olmak

Çünkü adam doğulmaz, adam olunur. Tür olarak insan doğarsın ama hakikî mânâda insan (adam) olamazsan ne kıymetin var? İnsan olmak için aklını kullanmak, ilim-irfan sahibi olmak, düşünmek ve tefekkür etmek lâzımdır…

“ADAM olmak” deyimi, dilimizde çok sık kullanılan kavramlardandır.

“Adam” kavramından türetilen birçok deyim de vardır.

Örneğin; “Adam gibi adam”, “Adam ol!”, “Sen de adam ol!”, “Adam ol adam!”, “adamın hası”, “Adam değilsin!”, “Bir türlü adam olamadın”, “Ben sana adam olamazsın demedim ki...”, “Adam dediğin böyle olur!”, “Adam, adama benzemiyor ki!”, “Senin sülâlende böyle adam var mı?”, “Adam olamadıktan sonra…”, “Adam zâten hep böyleydi!”, “Adam ne kadar vurdumduymaz”, “Adam sen de!”, “Adam çok cesurmuş”, “Adam dediğine bak!”, “adam kayırmacılık”, “Adam o kadar sert ki...”, “Hoş adammış...”, “Adam kazanmak”, “İkiyüzlü adam”, “Adam o kadar yüzsüz ki...”, “Adam zâten yüzünden belliydi...”, “Geri adam”, “Yeni adam”, “Despot adam”, “tek adam”, “öfkeli adam!”, “Sinir etme be adamı!”, “Bir Adam Yaratmak” gibi…

Bu örnekler çoğaltılabilir ve bu örneklerin ihtiva ettiği mânâlarla ilgili olarak her biri hakkında daha nice müstakil makale ve kitaplar yazılabilir.

Meselâ; bizzat kendisi zikrederek ve yazarak kendi eserlerinde yer verdiği için “Geri Adam” ve “Bir Adam Yaratmak” denildiğinde hemen akla Üstad Necip Fazıl Kısakürek gelir.

“Tek Adam” denildiğinde, Şevket Süreya Aydemir’in Mustafa Kemal Atatürk için yazdığı kitap akla gelir.

“Yeni Adam” denildiğinde, eğitim tarihimizde eğitim filozofu olarak bilinen ve nâcizâne benim de hakkında kitap yazdığım İsmail Hakkı Baltacıoğlu akla gelir.

“Adam, adam, adam değilsin, adam değilsin!” denildiğinde akla ünlü halk ozanı Mahsuni Şerif gelir.

“Benim babam, adam gibi adam!” denildiğinde akla o güzel türküyü söyleyen Fatih Kısaparmak gelir.

Babasının oğluna hitaben, “Ben sana vâli olamazsın demedim ki, ben sana adam olamazsın demiştim!” hikâyesi anlatıldığı zaman, hemen akla o meşhur darb-ı mesel gelir.

Ancak, günümüzde “bay, bayan” kavramlarına nasıl itiraz ediliyorsa (çünkü “Erkek”, “Kadın” demek lâzımmış; meselâ “bay tuvaleti”, “bayan tuvaleti” olmaz; “erkek tuvaleti”, “kadın tuvaleti” olacak; tuvaletten örnek vermişken, “Bay Kemal!” demek de yanlıştır), “adam” kavramına da itirazlar gün geçtikçe yükseliyor.

Bazı çevrelerce bu kavrama negatif (olumsuz) anlamlar yüklenerek kavrama ya karşı çıkılıyor ya da bizâtihi bu “adam” kavramını olumsuzlayarak ve cinsiyetçilik yaparak bu kavram üzerinden erkekler aşağılanıyor.

Aslında bu tutum ve davranış biçimi bir yandan hem cinsiyetçi bir ayrımcılık ve bölücülük, hem de diğer yandan bir nefret suçu mesabesindedir.

Hâlbuki “adam” kavramına etimolojik ve epistemolojik olarak ya da lugâvî ve ıstılâhî olarak bakılırsa, insan ve insana dair şeylerden yani insan denilen varlığın özelliklerinden ve hâllerinden bahsedilmiş olduğu görülür.

“Adam” kavramı, “âdem” kavramının (kelimesinin) galat olmuş (bozulmuş, yanlış kullanılmış) hâlidir.

Tevrat’ta, Kur’ân’da ve eski metinlerin bazılarında “adam” ve “âdem” kavramları değişik formlarda geçer. Bu kitap ve metinlerde “adam” ve “âdem” denildiğinde etimolojik olarak bir müştereklik söz konusudur. Ancak, epistemolojik ya da ıstılâhî olarak bu kavramların ihtiva ettiği mânâlar, tanımlamalar, nitelemeler ve betimlemeler farklı farklı olabilir. (Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Âdem” maddesine bakabilirler.)

Başka bir deyişle “adam” ya da “âdem” denildiğinde, “insan” olma nokta-i nazarından ortak bir payda da buluşmak söz konusudur.

“Benî Âdem” denildiği zaman da “insanoğlundan” yani insan soyundan bahsedilmektedir.

Dolayısıyla ister “Adam” denilsin, isterse “Âdem”, özel isim ve hitabın dışında bu kavramlardan bahsedildiği zaman bilinsin ve herkes de bilsin ki, genel olarak insan ve insan soyundan bahsedilmektedir.

Ama bazı insanlar ve bazı çevreler her konuda ve her şeyde olduğu gibi işi çığırından çıkarttıklarından ve dahi her konuya ve her şeye ideolojik ve politik gözlüklerle bakmayı âdet hâline getirdiklerinden ve bunu da mârifet saydıklarından, meseleler bir türlü bilgi ve ilim düzeyinde ele alınamıyor ve bir türlü olması gerektiği gibi maalesef müzakere edilemiyor.

Evet, Allah bir “adam” olarak bir “Âdem” yarattı. Âdem, ilk insan, ilk peygamber ve insan soyunun ilk atası olarak çok özel, çok sıra dışı ve çok istisnâî yol ve yöntemlerle yaratıldı.

“Benî Âdem” yani insan denilen insanoğlu ise, ondan ve Havva’dan türedi.

Dolayısıyla “Adam” denildiğinde ilk ve tek olarak “insan” akla gelmelidir ve dahi insanın kıymeti çok iyi bilinmelidir.

Ma’mâfih, “İlim ya da bilim adamı” denildiğinde, “İlim ya da bilim insanı” kastedilmektedir. Ama “yurdumun insanları” her zaman ve her konuda olduğu gibi, bu detayı da büyüterek ne yazık ki ideolojik ve politik kavgalarına âlet ediyorlar.

Kaldı ki, gerçek bir âlim ve gerçekten bir adam (insan) olamadıktan sonra, size “Bilim insanı” denilse ne olur, denilmese ne olur?!

Eğer adam (gerçek mânâda insan) değilseniz, erkek olsanız ne yazar, kadın olsanız ne yazar?! Statü, unvan, mevki, mâkâm sahibi olsanız ne yazar, olmasanız ne yazar?!

Hani yukarıda ifâde ettiğim gibi, “adam”, oğlunun hâllerine bakarak, “Oğlum, yok, hayır, sen adam olamazsın!” demiş; tabiatıyla oğlan, çok ağrına ve zoruna giden, gururuna dokunan bu söz üzerine kendi kendine ahdetmiş, çok çalışmış, okumuş ve nihâyetinde bir vilâyete vâli olmuş.

Bizim vâli oğlan, mâkâm koltuğuna oturur oturmaz hemen emrindeki jandarmalara emir vererek, “Falan köyde, filan nâmında bir adam var. Tiz onu alın, bana getirin!” demiş.

Jandarmalar emri alır da hiç dururlar mı? Hemen gitmişler, adamı yakalamışlar ve zorla vâli beyin mâkâmına duhûl etmişler.

Zavallı adam (babacık), ak düşmüş saçları ve dermansız dizleriyle sendeleyerek yere kapaklanmış.

Bizim vâli oğlan, büyük bir mağrûriyet içerisinde, mâkâmından kalkmadan ve hiç istifini bozmadan, babasına seslenmiş: “Baba baba, hani sen bana her zaman derdin ya ‘Sen adam olamazsın, sen adam olamazsın!”, ne haber (n’aber), bak, ben koskoca bir vâli oldum!”

Zavallı babacık, dermansız dizlerinin üzerine doğrularak hayırsız evlâdını kısa bir müddet acı içinde süzdükten sonra, yaşlanmış göz pınarlarından bir çift katrecik gözyaşı, yarılmış yanıklarından aşağıya doğru süzülürken seslenmiş oğulcağızına: “Be hey oğlum, be hey oğlum! Ben sana vâli olamazsın demedim ki, ben sana adam olamazsın demiştim. Vâli olmuşsun, lâkin yine de adam olamamışsın!”

Çünkü adam doğulmaz, adam olunur. Tür olarak insan doğarsın ama hakikî mânâda insan (adam) olamazsan ne kıymetin var?

Özün özü…

İnsan olmak için aklını kullanmak, ilim-irfan sahibi olmak, düşünmek ve tefekkür etmek lâzımdır.

Ünlü filozof Descartes diyor ki, “Düşünüyorsam, o hâlde varım!”. Varlığını, var oluşunu “düşünmeye” hasrediyor.

Bu size bir şey ifâde etmiyor mu?

Etmiyorsa, hiç değilse Hilmi Ziya Ülken’in varoluşçulukla ilgili “Varlık ve Oluş” kitabını okuyun!

Ya da siz en iyisi kendi kitabınızı (Kur’ân’ı) anlam ve amaçlılık yasası çerçevesinde anlayarak, aklederek, tefekkür, tezekkür ve tedebbür ederek okuyun lütfen!