Adaletle hükmetmek

“Ey iman edenler! Sizin, ebeveyninizin veya yakın akrabalarınızın aleyhine dahi olsa Allah için adaleti ayakta tutan (adil) şahitler olun. (Şahitlik yaptığınız) zengin ya da fakir olursa (zenginlik ve fakirliğe göre değerlendirmeyin) Allah, o ikisine daha yakındır. Hevaya tâbi olup adaletsizlik yapmayın. Şayet lafı ağzınızda geveler ya da (adaletten) yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

HABER sitelerinin birindeki videoda, çamur balçığı içinde, üstü başı balçıktan görünmeyen, yalınayak, başı açık kişi Suriyeli, Arakanlı veya bir Afrikalı idi. Bu sadece binlerce yetimden birinin resmi, binlerce görüntüden yalnız biriydi. Yüreğimiz titredi, kalbimiz sıkıştı, utancımızdan seyretmekten hayâ ettik. Zira sadece zulme “buğz” edebiliyoruz. Ne acizlik!

Görüntüdeki yavrumuz siyah tenli, kara gözlü, soluk benizli veya sarı saçlı, mavi gözlü de olabilirdi. Mazlumun dini, rengi, milliyeti, coğrafî bölgesi sorulur ise insaf yok olur, adalet zedelenir.

Ârifandan Sadi-i Şirazî, “Mazlumun ahı arşı titretir” diyor. Kim bilir, belki başımıza gelen musibetler, insanlığın sınıfta kaldığı hak ve merhamet sınavının bir sonucudur. Yapılan zulümler, yıkılan gönüllerin, viran olan hanümanların sebebi, “adil bir dünya” düzeninin olmamasıdır.

İslâm Ansiklopedisi’ne göre adalet, “Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde genellikle ‘düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Adalet, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak gibi mânâlara gelen bir mastar-isimdir.

Bir saat (veya bir gün) adaletle hükmetmek, bir sene veya altmış sene nafile ibadetten hayırlıdır” mealinde söylenen söz ne değildir! (Muhaddislerce zayıf sayılan bir ifade de olsa, adaleti teşvik ettiğinden bir sakıncası olmaz. Çünkü adalet farzdır ve bu farzın önemi, sadece kişiyi değil, bütün toplumu ilgilendirmektedir. İbadetin sevabı, eda eden kimseye aittir. Adalet ise, tüm insanlara faydalı olur. Bu açıdan ayrı bir değeri vardır.) 

Dünya hayatını karanlıklarla örten zalimlerin zulmü afakı sardı. Güçlü olan Firavun niyetliler arzı yaşanmaz hâle getirdiler. Beşerî ideolojilerin baronlarının, Tuğyanların dünyasında mazlumların ahvali perişandır. Pagan dinlilerin rejimi, Allah’ın dışında ibadet edilen varlıklardır. Materyaller kutsanmıştır bu sistemde ve kullarına yol gösteremez, onları irşat edemezler. Yüce Allah ise, kullarına adaleti emreder ve onları dosdoğru yola hidayet eder. Kur’ân’ın bize emrettiği hüküm şudur: “Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi gören) Basîr’dir. (Nisa, 58)

Emanetler ehil kimselere verilmelidir. Bu emanetlerin başında da yöneticilik gelir. Yönetim, Allah’ın Kitabını bilen, şeriatla yönetecek iradeye sahip ve Allah’ın (cc) hükümlerine boyun eğmiş yöneticilere teslim edilmelidir.

Geçen haftaki yazımızda naçizane başlığına “Kur’ân Şifadır” emr-i İlâhîsinin düsturunu arz etmiş idik. Gerek aile, gerek iş hayatımızda ve gerekse devlet yönetimi mâkâmındaki zevatın Kur’ân ahkâmına göre hareket etmesi lâzım ki “hak” yerini bulsun, masumlar gadre uğramasın. Kur’ân ahkâmı ne buyuruyor? “Sen (tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına/arzularına uyma. Ve de ki, ‘Ben, Allah’ın indirdiği tüm kitaplara iman ettim. Sizin aranızda adaletle (hükmetmekle) emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda hüccet (karşılıklı delil getirip tartışmak) yoktur. (Çünkü hak, apaçık ortadadır.) Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şûrâ, 15)

Tevhidine şirk bulaştırmış ve dinlerinde ayrılığa düşmüş toplumlarda insanlık için en faydalı hizmet, gereksiz tartışmalardan kaçınarak tevhide davettir. Tevhid, bâtıl din ve uydurulmuş hurafelerin insanlarda oluşturduğu kuşku, tereddüt ve güvensizlik hastalıklarına şifa olacak kurtuluş reçetesidir. Ehl-i Kitabın insanları “dinde ayrılıkla” felâkete sürüklediği bir dönemde tevhide davetin emredilip bunu tartışmanın yasaklanması, günümüz muvahhidlerine de yol göstermektedir. İster fert, ister yönetici (her kademedeki yönetici) olalım, bu beyan-ı İlâhîyi dinleyip hakka uymayanlara veyl olsun!

“Ey iman edenler! Sizin, ebeveyninizin veya yakın akrabalarınızın aleyhine dahi olsa Allah için adaleti ayakta tutan (adil) şahitler olun. (Şahitlik yaptığınız) zengin ya da fakir olursa (zenginlik ve fakirliğe göre değerlendirmeyin) Allah, o ikisine daha yakındır. Hevaya tâbi olup adaletsizlik yapmayın. Şayet lafı ağzınızda geveler ya da (adaletten) yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

Yaşadığımız zaman diliminde beşerî zulümlerin, yıkılan şehirlerin, virane olmuş beldelerin müsebbipleri, maddeyi putlaştıran tiranlar ve onların uydurdukları düzenler değil midir? Hak ve adaletin sahibine ulaşmadığı/ulaştırılamadığı, gözyaşlarının ve masumların kanlarının üstüne inşâ edilen puthanelerin, Zigguratların sahibi, emperyalist düzenin Bidonları, Patriotları, Makaronlar ve dahi nice Firavun zihniyetli kral ve naiblerinin, kraliçe ve baronlarının gücü temsil ettiği bir demde “Adalet mülkün temelidir” kelâmı ne kadar önemlidir!

Allah’ın bir ismi de El-Adl’dir. Adl, “öncelikle adil olan” demektir. Kelime mastar bir isim olduğu için, sadece adil değil, “adaletin bizatihi kendisi, kaynağı, mutlak adil” anlamındadır “El-Adl”.

Kısaca, Allah’tan başka her şey O’nun mülküdür ve O, mülkünün devamını ancak adaletle sağlamaktadır.

Hazreti Peygamber (sav), adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadis buyurmuşlardır:
“Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmâre, 18)
“Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.” (Buhârî, Edep, 36)

Vesselâm…