
HABER sitelerinin birindeki
videoda, çamur balçığı içinde, üstü başı balçıktan görünmeyen, yalınayak, başı
açık kişi Suriyeli, Arakanlı veya bir Afrikalı idi. Bu sadece binlerce yetimden
birinin resmi, binlerce görüntüden yalnız biriydi. Yüreğimiz titredi, kalbimiz
sıkıştı, utancımızdan seyretmekten hayâ ettik. Zira sadece zulme “buğz”
edebiliyoruz. Ne acizlik!
Görüntüdeki yavrumuz siyah tenli, kara gözlü,
soluk benizli veya sarı saçlı, mavi gözlü de olabilirdi. Mazlumun dini, rengi, milliyeti,
coğrafî bölgesi sorulur ise insaf yok olur, adalet zedelenir.
Ârifandan Sadi-i Şirazî, “Mazlumun ahı arşı titretir” diyor. Kim bilir, belki başımıza
gelen musibetler, insanlığın sınıfta kaldığı hak ve merhamet sınavının bir
sonucudur.
Yapılan zulümler, yıkılan gönüllerin, viran olan hanümanların sebebi, “adil bir
dünya” düzeninin olmamasıdır.
İslâm Ansiklopedisi’ne göre adalet, “Kur’ân-ı
Kerîm’de ve hadislerde genellikle ‘düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe
uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık”
gibi anlamlarda kullanılmıştır. Adalet, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka
göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak gibi mânâlara gelen bir mastar-isimdir.
“Bir saat (veya bir gün) adaletle
hükmetmek, bir sene veya altmış sene nafile ibadetten hayırlıdır” mealinde söylenen söz ne değildir! (Muhaddislerce zayıf sayılan
bir ifade de olsa, adaleti teşvik ettiğinden bir sakıncası olmaz. Çünkü adalet
farzdır ve bu farzın önemi, sadece kişiyi değil, bütün toplumu
ilgilendirmektedir. İbadetin sevabı, eda eden kimseye aittir. Adalet ise, tüm
insanlara faydalı olur. Bu açıdan ayrı bir değeri vardır.)
Dünya hayatını karanlıklarla örten zalimlerin zulmü
afakı sardı. Güçlü olan Firavun niyetliler arzı yaşanmaz hâle getirdiler.
Beşerî ideolojilerin baronlarının, Tuğyanların dünyasında mazlumların ahvali
perişandır. Pagan dinlilerin rejimi, Allah’ın
dışında ibadet edilen varlıklardır. Materyaller kutsanmıştır bu sistemde ve kullarına
yol gösteremez, onları irşat edemezler. Yüce Allah ise, kullarına adaleti
emreder ve onları dosdoğru yola hidayet eder. Kur’ân’ın bize emrettiği hüküm
şudur: “Şüphesiz
ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel
öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi
gören) Basîr’dir. (Nisa, 58)
Emanetler ehil kimselere verilmelidir. Bu
emanetlerin başında da yöneticilik gelir. Yönetim, Allah’ın Kitabını bilen,
şeriatla yönetecek iradeye sahip ve Allah’ın (cc) hükümlerine boyun eğmiş
yöneticilere teslim edilmelidir.
Geçen haftaki yazımızda naçizane başlığına “Kur’ân
Şifadır” emr-i İlâhîsinin düsturunu arz etmiş idik. Gerek aile, gerek iş
hayatımızda ve gerekse devlet yönetimi mâkâmındaki zevatın Kur’ân ahkâmına göre
hareket etmesi lâzım ki “hak” yerini bulsun, masumlar gadre uğramasın. Kur’ân
ahkâmı ne buyuruyor? “Sen
(tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların
hevalarına/arzularına uyma. Ve de ki, ‘Ben, Allah’ın indirdiği tüm kitaplara
iman ettim. Sizin aranızda adaletle (hükmetmekle) emrolundum. Allah bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size
aittir. Bizimle sizin aranızda hüccet (karşılıklı delil getirip tartışmak)
yoktur. (Çünkü hak, apaçık ortadadır.) Allah hepimizi bir araya toplayacaktır.
Dönüş O’nadır.” (Şûrâ, 15)
Tevhidine şirk bulaştırmış ve dinlerinde ayrılığa
düşmüş toplumlarda insanlık için en faydalı hizmet, gereksiz tartışmalardan kaçınarak
tevhide davettir. Tevhid, bâtıl din ve uydurulmuş hurafelerin insanlarda
oluşturduğu kuşku, tereddüt ve güvensizlik hastalıklarına şifa olacak kurtuluş
reçetesidir. Ehl-i Kitabın insanları “dinde ayrılıkla” felâkete sürüklediği bir
dönemde tevhide davetin emredilip bunu tartışmanın yasaklanması, günümüz muvahhidlerine
de yol göstermektedir. İster fert, ister yönetici (her kademedeki
yönetici) olalım, bu beyan-ı İlâhîyi dinleyip hakka uymayanlara veyl olsun!
“Ey iman edenler! Sizin, ebeveyninizin veya yakın
akrabalarınızın aleyhine dahi olsa Allah için adaleti ayakta tutan (adil)
şahitler olun. (Şahitlik yaptığınız) zengin ya da fakir olursa (zenginlik ve
fakirliğe göre değerlendirmeyin) Allah, o ikisine daha yakındır. Hevaya tâbi
olup adaletsizlik yapmayın. Şayet lafı ağzınızda geveler ya da (adaletten) yüz
çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)
Yaşadığımız zaman diliminde beşerî zulümlerin, yıkılan
şehirlerin, virane olmuş beldelerin müsebbipleri, maddeyi putlaştıran tiranlar
ve onların uydurdukları düzenler değil midir? Hak ve adaletin sahibine
ulaşmadığı/ulaştırılamadığı, gözyaşlarının ve masumların kanlarının üstüne inşâ
edilen puthanelerin, Zigguratların sahibi, emperyalist düzenin Bidonları, Patriotları,
Makaronlar ve dahi nice Firavun zihniyetli kral ve naiblerinin, kraliçe ve
baronlarının gücü temsil ettiği bir demde “Adalet mülkün temelidir” kelâmı ne
kadar önemlidir!
Allah’ın
bir ismi de El-Adl’dir. Adl, “öncelikle adil olan” demektir. Kelime mastar
bir isim olduğu için, sadece adil değil, “adaletin bizatihi kendisi, kaynağı,
mutlak adil” anlamındadır “El-Adl”.
Kısaca,
Allah’tan başka her şey O’nun mülküdür ve O, mülkünün devamını ancak adaletle
sağlamaktadır.
Hazreti Peygamber (sav), adalet ve adaletle hükmedenler
hakkında birçok hadis buyurmuşlardır:
“Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah
katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmâre, 18)
“Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve
himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.” (Buhârî, Edep, 36)
Vesselâm…