Adaletin yahut hâkimin gözü kör olsun!

Türkiye’nin geçtiğimiz aylarda çıkardığı ve Cumhurbaşkanımızın da onayladığı kanuna uygun uygulama yapmanın yani icraatın artık zamanı geldi. Artık adaleti önemseyelim, bedenleri değil. Hiç olmaması gerektiği hâlde bize yaşatılan faşizan ve Öjenik kafa yapılarından/zihniyetlerden olabildiğince hızlı bir şekilde kaçmayı, kurtulmayı başaralım.

BEDDUA gibi bir başlık olduğu fikrine katılıyorum. Şahsen bir isme özel hayatta beddua etmem. Eğer vicdanen, aklen beddua edilecek bir durum varsa, “Olmuyorsa ıslah etsin” diye şartlı ederim. Başlıktaki “Adaletin yahut hâkimin gözü kör olsun!” ifadesi ise deyim, mecaz veya ikincil mânâsıyla değil, kelimelerin tam mânâlarıyla bir kasıt taşımaktadır. Bir başka ifadeyle, adaletin veya hâkimin gözünün gerçekten kör olmasını istediğimi anlatmaya çalışıyorum. Hatta hâkimin sadece kör olmasını değil, bedensel engelli veya sağır ve dilsiz de olmasını istiyorum. Tam da manşetlik bir yazı olduğunun farkındayım, merakınızı hemen gidereceğim.

Adaleti temsil ettiği ifade edilen bir kadın sembolü vardır. Bu semboldeki kadının gözleri de kapalıdır. Adaleti sembolize eden kadının gözlerinin kapalı olmasını ise şöyle izah ediyorlar: Adalet, karar verirken yargıladığı kişilerin hiçbir sıfatını görmemelidir. Asker mi, sivil mi, fakir mi, zengin mi, takım elbiseli mi, paçoz mu diye görünüşlerine aldanmamalı, onları dikkate almamalı. Sanırım “Adaletin gözü kör olsun” ifademizle neyi kastettiğimiz burada açıklığa kavuşturulmuş oldu. Bir başka ifadeyle, “Yargıladığının görünüşüne gözünü temelli kapatsın” demiş gibi oluyoruz.

Sembol insan şeklinde olduğu için, sadece yargılayan anlaşılabilir. “Adalet” derken, burada, yargılayanın ötesine geçip bütün bir adalet mekanizmasını kastetmiş oluyoruz. Kanunlarımız da adamına göre muamele etmemeli, adliye binalarımız da, adlî personelimiz de, adlî bilgisayar yazılımlarımız da adamına göre, adamın şekline, şemailine, bedensel özelliklerine, ekonomik durumuna göre muamele etmemeli.

İfademiz yanlış sonuç vermesin diye bir adım daha ileri atalım: Kastımız, “insanlara eşit hizmet vermek” değil, “insanların eşit hizmet almasını sağlamak” şeklindedir. Aralarındaki kasıt farkı ise şu ki, örneğin belediye kaldırım yaptı ve “Herkes bedava kullansın” dedi; belediye eşit hizmet vermiş gibi oluyor da, peki çocuk arabasıyla giden anne, rampa olmayan kaldırıma nasıl çıkıp o kaldırımdan inecek? Tekerlekli sandalye kullanan, yüksek adım atamayan yaşlılar da eşit şekilde kullanmış, hizmeti eşit şekilde almış olacak mı? Elbette hayır! Hizmetin eşit alınmasını sağlamamız lâzım.

Hâkimin kör veya bedensel engelli, işitme, konuşma engelli de olabilmesini niçin istiyor, bununla ne kastediyorum? Türkiye’de bunların hâkim olmaları düne kadar yasaktı. Hatta ismini veremeyeceğim bir HSK (Hâkimler Savcılar Kurulu) üyesinin, “Siz görme engelli bir hâkim tarafından yargılanmak ister misiniz, onun kararına güvenir misiniz?” dediğini aktardılar. Bu sözü duyunca -ne yalan söyleyeyim- acı acı güldüm. Neden, biliyor musunuz? O an ağzımdan dökülen cümleleri aktarayım:

“O soru sorulan kişi ister mi, istemez mi, verilen karara güvenir mi, güvenmez mi, bilemem. Lâkin Türkiye’nin yargılamaları harika veya berbat durumdaysa, körlerin, sağırların, dilsizlerin, topalların, çolakların hiçbir dâhli yoktur. Çünkü onların bu süreçlerde olması yasaktı. Benim güzel ülkemdeki adaletin ahval ve şeraitini de sizin takdirlerinize arz ediyorum.”

Birileri bir söz söyler söylemesine de, karşılığında işitecekleri de var. Meselâ, ben de böyle bir zihniyet sahibi hâkim veya yargı mensubu tarafından yargılanmak, işlem görmek istemiyorum. Ne olacak o zaman? Peki, geçmişte bu işler nasıl oluyormuş?

Bizim medeniyetimiz bu konuda her zamanki gibi bütün insanlığı kuşatan incelik, hassasiyet ve akılla kararlarını vermiş ve uygulamalarını yapmış. Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Mehmet Aykanat bu konuları enine boyuna ortaya koyan değerli bir çalışma yapmış. Kur’ân, hadis, mezhepler, uygulamalar yönüyle dayanak noktalarını iyice araştırmış. Yalnız Hanefî mezhebinin körlerle ilgili dayanağını ya ben anlayamadım yahut fark edemedim (veya çok zayıftı). Hem araştırmadaki sonuçları genel olarak dikkate alıp hem de şahsî tecrübe ve kanaatime göre tek cümleyle söylemek gerekirse, bu tür bedensel özellikleri dikkate almayı bir tarafa bırakıp doğruyu-yanlışı ayırma, iyinin en iyisini ve kötünün en az kötüsünü belirleyebilme kapasitesini, başkalarından etkilenmeme, verdiği kararın sorumluluğunun farkındalığı, kararlarının arkasında durabilme özellikleri gibi özelliklere göre hâkim ve savcı seçmeye bakalım. Bunun gibi vasıfları olanları “körmüş”, “sağırmış”, “dilsizmiş”, “topalmış”, “çolakmış” demeden, hemen hâkim ve savcı yapalım. Varsın, hâkimimiz de kör olsun, ne çıkar?

Bugünlerde hâkim ve savcı atamaları var. Bu konuda Türkiye’nin geçtiğimiz aylarda çıkardığı ve Cumhurbaşkanımızın da onayladığı kanuna uygun uygulama yapmanın yani icraatın artık zamanı geldi. Artık adaleti önemseyelim, bedenleri değil. Hiç olmaması gerektiği hâlde bize yaşatılan faşizan ve Öjenik kafa yapılarından/zihniyetlerden olabildiğince hızlı bir şekilde kaçmayı, kurtulmayı başaralım. Daha nereye kadar, ne zamana kadar gayr-i insanî yaklaşımlarla yönetilecek ve bu tür tavırlarla muhatap olmaya devam edeceğiz? Kanunun çıkmasıyla surda bir gedik açılmıştı, şimdi sıra devamında!

Aksi hâlde insanlar kendileri ifade edemeseler bile lisan-ı hâlleriyle, “Böyle adaletinizin de, hâkiminizin de gözü kör olsun!” derler.