
BEDDUA gibi bir başlık olduğu
fikrine katılıyorum. Şahsen bir isme özel hayatta beddua etmem. Eğer vicdanen,
aklen beddua edilecek bir durum varsa, “Olmuyorsa ıslah etsin” diye şartlı
ederim. Başlıktaki “Adaletin yahut hâkimin gözü kör olsun!” ifadesi ise deyim,
mecaz veya ikincil mânâsıyla değil, kelimelerin tam mânâlarıyla bir kasıt
taşımaktadır. Bir başka ifadeyle, adaletin veya hâkimin gözünün gerçekten kör
olmasını istediğimi anlatmaya çalışıyorum. Hatta hâkimin sadece kör olmasını
değil, bedensel engelli veya sağır ve dilsiz de olmasını istiyorum. Tam da
manşetlik bir yazı olduğunun farkındayım, merakınızı hemen gidereceğim.
Adaleti
temsil ettiği ifade edilen bir kadın sembolü vardır. Bu semboldeki kadının
gözleri de kapalıdır. Adaleti sembolize eden kadının gözlerinin kapalı olmasını
ise şöyle izah ediyorlar: Adalet, karar verirken yargıladığı kişilerin hiçbir
sıfatını görmemelidir. Asker mi, sivil mi, fakir mi, zengin mi, takım elbiseli
mi, paçoz mu diye görünüşlerine aldanmamalı, onları dikkate almamalı. Sanırım “Adaletin
gözü kör olsun” ifademizle neyi kastettiğimiz burada açıklığa kavuşturulmuş
oldu. Bir başka ifadeyle, “Yargıladığının görünüşüne gözünü temelli kapatsın”
demiş gibi oluyoruz.
Sembol
insan şeklinde olduğu için, sadece yargılayan anlaşılabilir. “Adalet” derken,
burada, yargılayanın ötesine geçip bütün bir adalet mekanizmasını kastetmiş
oluyoruz. Kanunlarımız da adamına göre muamele etmemeli, adliye binalarımız da,
adlî personelimiz de, adlî bilgisayar yazılımlarımız da adamına göre, adamın
şekline, şemailine, bedensel özelliklerine, ekonomik durumuna göre muamele
etmemeli.
İfademiz
yanlış sonuç vermesin diye bir adım daha ileri atalım: Kastımız, “insanlara
eşit hizmet vermek” değil, “insanların eşit hizmet almasını sağlamak” şeklindedir.
Aralarındaki kasıt farkı ise şu ki, örneğin belediye kaldırım yaptı ve “Herkes
bedava kullansın” dedi; belediye eşit hizmet vermiş gibi oluyor da, peki çocuk
arabasıyla giden anne, rampa olmayan kaldırıma nasıl çıkıp o kaldırımdan
inecek? Tekerlekli sandalye kullanan, yüksek adım atamayan yaşlılar da eşit
şekilde kullanmış, hizmeti eşit şekilde almış olacak mı? Elbette hayır! Hizmetin
eşit alınmasını sağlamamız lâzım.
Hâkimin
kör veya bedensel engelli, işitme, konuşma engelli de olabilmesini niçin
istiyor, bununla ne kastediyorum? Türkiye’de bunların hâkim olmaları düne kadar
yasaktı. Hatta ismini veremeyeceğim bir HSK (Hâkimler Savcılar Kurulu) üyesinin,
“Siz görme engelli bir hâkim tarafından yargılanmak ister misiniz, onun
kararına güvenir misiniz?” dediğini aktardılar. Bu sözü duyunca -ne yalan
söyleyeyim- acı acı güldüm. Neden, biliyor musunuz? O an ağzımdan dökülen
cümleleri aktarayım:
“O
soru sorulan kişi ister mi, istemez mi, verilen karara güvenir mi, güvenmez mi,
bilemem. Lâkin Türkiye’nin yargılamaları harika veya berbat durumdaysa, körlerin,
sağırların, dilsizlerin, topalların, çolakların hiçbir dâhli yoktur. Çünkü
onların bu süreçlerde olması yasaktı. Benim güzel ülkemdeki adaletin ahval ve
şeraitini de sizin takdirlerinize arz ediyorum.”
Birileri
bir söz söyler söylemesine de, karşılığında işitecekleri de var. Meselâ, ben de
böyle bir zihniyet sahibi hâkim veya yargı mensubu tarafından yargılanmak,
işlem görmek istemiyorum. Ne olacak o zaman? Peki, geçmişte bu işler nasıl
oluyormuş?
Bizim
medeniyetimiz bu konuda her zamanki gibi bütün insanlığı kuşatan incelik, hassasiyet
ve akılla kararlarını vermiş ve uygulamalarını yapmış. Afyonkarahisar Kocatepe
Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Mehmet Aykanat bu konuları enine
boyuna ortaya koyan değerli bir çalışma yapmış. Kur’ân, hadis, mezhepler,
uygulamalar yönüyle dayanak noktalarını iyice araştırmış. Yalnız Hanefî mezhebinin
körlerle ilgili dayanağını ya ben anlayamadım yahut fark edemedim (veya çok
zayıftı). Hem araştırmadaki sonuçları genel olarak dikkate alıp hem de şahsî
tecrübe ve kanaatime göre tek cümleyle söylemek gerekirse, bu tür bedensel
özellikleri dikkate almayı bir tarafa bırakıp doğruyu-yanlışı ayırma, iyinin en
iyisini ve kötünün en az kötüsünü belirleyebilme kapasitesini, başkalarından
etkilenmeme, verdiği kararın sorumluluğunun farkındalığı, kararlarının arkasında
durabilme özellikleri gibi özelliklere göre hâkim ve savcı seçmeye bakalım.
Bunun gibi vasıfları olanları “körmüş”, “sağırmış”, “dilsizmiş”, “topalmış”, “çolakmış”
demeden, hemen hâkim ve savcı yapalım. Varsın, hâkimimiz de kör olsun, ne
çıkar?
Bugünlerde
hâkim ve savcı atamaları var. Bu konuda Türkiye’nin geçtiğimiz aylarda
çıkardığı ve Cumhurbaşkanımızın da onayladığı kanuna uygun uygulama yapmanın
yani icraatın artık zamanı geldi. Artık adaleti önemseyelim, bedenleri değil.
Hiç olmaması gerektiği hâlde bize yaşatılan faşizan ve Öjenik kafa
yapılarından/zihniyetlerden olabildiğince hızlı bir şekilde kaçmayı, kurtulmayı
başaralım. Daha nereye kadar, ne zamana kadar gayr-i insanî yaklaşımlarla yönetilecek
ve bu tür tavırlarla muhatap olmaya devam edeceğiz? Kanunun çıkmasıyla surda
bir gedik açılmıştı, şimdi sıra devamında!
Aksi
hâlde insanlar kendileri ifade edemeseler bile lisan-ı hâlleriyle, “Böyle
adaletinizin de, hâkiminizin de gözü kör olsun!” derler.