Adalete karşı kötülük

Yeni Türkiye’de umulmadık bir zamanda eski Türkiye’nin monşerlik dış siyaset alışkanlıkları hortlamaktadır. İş işten geçmeden, insanlık namına, adalet için, Türkiye’nin egemenlik hakları için, Türk mâkâmlarının yapabileceği en doğru ve gerçekçi karar, Kaşıkçı Dâvâsı’nı Suudi Arabistan’ın katliamcı idaresine teslim etmekten vazgeçmeleridir. Katiller gıyaben yargılanıp mahkûm edilmelidirler. Bu dâvâ Suudi Arabistan’a bırakılırsa, Türkiye’de karar alıcıların, adalete karşı işlenen kötülüğün vebali altında ezileceği açıktır.

ADALETİN pek çok tanımı yapılmıştır. Ancak en çok bilineni, “bir eylemin ne fazla, ne eksik olmadan tam karşılığını almasıdır”. Bu yüzden adaletin sembolü terazidir. Terazinin bir tarafı eylemin (ya da suçun) karşılığı ise, diğeri de ona verilecek cezanın karşılığıdır.

Adalet, “haklının hakkını alması” diye de tanımlanmıştır. Adaletin içeriğini en iyi açıklayan tanımlardan biri de bu olmalıdır. Yunan mitolojisinde olduğu gibi adaleti gözü bağlı bir kadınla temsil etmek, işin başında adaleti ortadan kaldırmaktır. Bakmayan, görmeyen bir varlığın eliyle adalet beklemek akla uygun değildir.

Buna karşılık adaletin terazisini bir katil veya bir suçlu tutmaya, düzenlemeye çalışırsa, o terazinin mazlumun hakkına yer vermesini beklemek beyhudedir. Bu durum suçlu için bir ödüllendirmedir. Mazlumun uğradığı zulmün katmerlenmesidir.

Bu durumun ibretlik bir örneği, 2 Ekim 2018’de, İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğunda yaşandı. Suudi Arabistan’ın yönetim muhalifi olan vatandaşı Cemal Kaşıkçı, evlilik işlemleri için önceden randevu alarak evrak vermek üzere gittiği konsolosluktan bir daha çıkmadı. Kendisi ABD’de yaşayan ve Washington Post gazetesinde köşe yazarlığı yapan biriydi. Bu yüzden Kaşıkçı’nın kaybolması bir süre dünya basınında önemli haberler arasında yer aldı.

Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürülüp cesedinin önce parçalandığı, sonra asit kazanına atılıp eritildiği zamanla haber olmuştu.

Kendisine dinî bir idare görüntüsü vermeye çalışan Suud yönetimi, her diktatörlükte olduğu gibi yalanı en büyük silah olarak kullanagelmiştir. Suud yönetimi, Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrıldığını, akıbetinin bilinmediğini iddia etmiştir. Oysa Kaşıkçı’nın konsolosluk binasına girdiğinin görüntülü kayıtları varken, çıkışını gösteren hiçbir kayıt ortada yoktur. Suud diktası yalana sığınarak zamanla bu olayın örtülüp unutulmasını beklemiştir.

Suud idaresi ülke içindeki muhaliflerini eskiden beri katletme yolunu tercih etmiştir. Özgür basın olmadığından, ülke içinde olup bitenler haber olmamıştır. Bu yüzden Suud idaresi muhalif katletmeye alışıktır. Ancak Kaşıkçı’yı katletmek için İstanbul’u neden seçmiştir? Ülke dışında da dilediği yerde dilediği muhalifi yok edebileceğini, muhaliflere göstermek istemiş olabilir. Muhaliflerden birisini daha katlederek diğer muhalifleri korkutmayı, sindirmeyi planlamış olabilir.

Bütün bunların yanında, Kaşıkçı’ya duydukları kin ve öfkeyle işin sonunu yeterince hesap etmeden katletmiş olmaları da kuvvetle muhtemeldir.

İşin bir de Türkiye tarafı vardır. Türk mâkâmlarını, Türkiye’nin egemenlik hakkını Suud idaresi önemsememiş, hiçe saymıştır. Türkiye’de istediği her türlü işi yapabileceğini Kaşıkçı katliamı ile gösterip Türk mâkâmlarının tepkisini ölçmeye çalışmış olabilir. Başlangıçta Türkiye, Suud idaresinin beklemediği ölçüde tepki göstermiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Ekim 2018’de, “Bu cinayetin plânlı işlendiğine dair elimizde deliller var. Kim bu yerli işbirlikçi? Bu cinayeti işleyenlerin İstanbul’da yargılanmasını teklif ediyorum” demiştir. Devlet Bahçeli ise, “cinayetin failinin Türkiye’de yargılanmasının sağlanması gerektiğini” açıklamıştır.

Nitekim BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından konuyu araştırmakla görevlendirilen Agnès Callamard, Kaşıkçı olayı hakkında hazırlamış olduğu 101 sayfalık raporunda, Suudi Arabistan’ı, Kaşıkçı’yı kasten ve taammüden öldürmekten suçlu tutmuştur. Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın da aralarında olduğu üst düzey yetkililerin soruşturulması için güvenilir kanıtların bulunduğu belirtilmiş, “Suudi Arabistan’ın, diplomatik ayrıcalıkların istismarı ve kendi toprakları dışında güç kullanma yasağını ihlâl ettiğinden dolayı Türk mâkâmlarından özür dilemesi gerektiğini” açıklamıştır.

***

Kaşıkçı cinayeti hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının açtığı soruşturmanın ardından 117 sayfalık iddianame hazırlanmıştır. Kaşıkçı’yı öldürecekleri Ahmet Bin Muhammet El-Asiri ve Suud El-Kahtani’nin görevlendirip emir verdiklerini, “tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek kasten öldürmeye azmettirmekten” dolayı her ikisinin de ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırılmaları istenilmiştir. Kaşıkçı cinayeti için Suudi Arabistanlı Ahmet Abdülaziz, M. Al-Cenubi, Halid Yahya, M. Al-Zahrani, Muhammed İbrahim, A. Al-Azaid ve Ubeyd Gazi A. Alasaadi için ek iddianame hazırlanmıştır.

Adı geçenlerin konsolosluk binasında, konutunda ve araçlarda cinayetten sonra delilleri yok ettikleri için Kaşıkçı’nın cesedi ve cesede ait herhangi bir parçanın ve başka bir delilin  bulunamadığı belirtilmiştir.

İstanbul’da açılan Kaşıkçı Dâvâsı için Türkiye, Interpol aracılığı ile 26 kişiyi aramaya başlamıştır. Arananlardan biri, Suudi Arabistanlı Halit Aedh El-Uteybi’nin Paris’teki Charles De Gaulle Havalimanı’nda gözaltına alındığı 7 Aralık 2021’de haber olmuştur. İstanbul’da 11’inci Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan dâvâ, CMK’dan atanan avukatlar ve Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in avukatının müdahil sıfatıyla yer aldığı duruşmalar ise sanıkların gıyabında 31 Mart 2022’de devam etmiştir.

***

Kaşıkçı cinayetinin örtülmesinde ilk adımı ABD eski Başkanı Trump atmış, “Bu konunun bize ne faydası var? Oysa Suud Hükûmetine 100 milyar dolar silah satacağız” demiştir. ABD böylece Kaşıkçı cinayetini, Suud idaresine karşı bir şantaj olarak kullanmış ve değinilen miktarda silah satarak Amerikan sermayesine kazandırmıştır (22 Kasım 2018, AA). ABD basını bir süre Trump’u eleştirmiş, “Suud tiranlarını korumakla” suçlamış ise de devamı gelmemiş, konu zamanla unutulmuştur. Bu unutmanın karşılığında, ABD kendi vatandaşı Kaşıkçı’nın parçalanıp asit kazanında eritilerek yok edilmesini önemli görmemiştir. Ancak bu işlemin karşılıksız kalmadığı ve 100 milyar dolarlık silah satışı ile örtüldüğü görülmüştür.

ABD için kendi vatandaşı Kaşıkçı’nın katlini para karşılığında yok sayarak silah satması, bunun için Suud yönetiminin uydurduğu yalanları ara sıra tekrarlaması yeterli olmuştur. Türkiye’nin durumu ise ABD’ye göre oldukça farklıdır. Çünkü cinayet Türkiye’de işlenmiştir. BM raporunda da yer aldığı gibi, Suudiler, Türkiye’nin egemenlik hakkını çiğnemiş, diplomatik dokunulmazlıklarını istismar etmişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamaları ile bu cinayeti soruşturmak, “Türkiye’nin egemenlik hakkının korunması” şeklinde açıklanmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, benzeri olaylar için sıkça “zalimlere itiraz etmek, mazlumların hakkını savunmak” gibi Türkiye’nin yeni misyonundan söz etmiştir.

Suudi Arabistan Savcılığı, Türkiye’ye müracaat ederek bundan sonra yargılamanın Suudi Arabistan Krallığı’na devredilmesini, sanıklar için çıkarılmış olan kırmızı bültenle arama kararının iptal edilmesini istemiştir. 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı, “sanıkların yabancı ülke vatandaşı olduklarını, kırmızı bültenle arama kararına rağmen yakalanıp ifadelerinin alınamadığını, bu yüzden dâvânın sürüncemede kaldığını, 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu’nun 24’üncü maddesine göre yargılamanın Suudi Arabistan mâkâmları tarafından yapılması için dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesini” istemiştir. Mahkemenin Adalet Bakanlığı’ndan görüş istemesi ve Bakan Bekir Bozdağ’ın basın önünde olumlu görüş bildirmesiyle dâvânın Suud mâkâmlarına devredilmesinin önü açılmıştır.

***

İstanbul’da işlenmiş bir cinayetin dâvâsının Suudi Arabistan’da görülmesi, açıktır ki adlî değil, idarî bir karardır. Buna karşılık sanıkların yakalanmasından umut kesildiği gibi, savcılık değerlendirmesi ise işin hikâye kısmıdır. O sanıkların yabancı ülke vatandaşı oldukları dâvâ açılırken ve haklarında kırmızı bültenle arama kararı çıkarılırken bilinmekteydi.

Kaşıkçı cinayeti nedeniyle İstanbul’da dâvâ açılması, Suud Hükûmetini Türkiye’ye düşman bir cepheye itmiştir. Suud hükûmetlerinin eskiden beri örtük bir Türkiye düşmanlığı vardır. Ancak bu olaydan sonra örtük düşmanlıklarını açık etmişlerdir. Başta Yunanistan ile Akdeniz’de askerî tatbikatlar olmak üzere pek çok konuda Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı Arap ülkeleri Türkiye’ye karşı hemen hemen herkesle işbirliği yapmışlardır. Zamanla Türkiye, kendisine karşı oluşan bu ittifakları engellemeyi tercih etmiş olmalıdır.

Böylece Türkiye, kendi topraklarında işlenen bir katliamı soruşturma hakkından vazgeçmiştir. “Diplomatik misyon” adı altında taammüden işlenen cinayet için bu misyonun istismar edilmesine gözlerini kapatmıştır. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği adına konu hakkında rapor hazırlayan Agnes Callamard’ın “Suudi Arabistan, Türkiye’den özür dilemelidir” şeklindeki görüşü bile yok sayılmıştır.

Bu durum, Türkiye topraklarının, herhangi bir diktatörlüğün kendi muhaliflerini kolayca katledebileceği bir saha olarak görülebileceği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Benzeri bir cinayetin daha Türkiye’de işlenmesi mümkün ve kolay hâle gelmiştir. ABD eski Başkanı Trump’un “Kaşıkçı cinayetine karşı 100 milyar dolarlık silah satışını” tercih etmesine karşılık, Türkiye, böyle bir meblağa ulaşan ticareti bir yana, resmî bir özrü bile gerekli görmemiştir. Türkiye’de adalet, karşılıksız kurban edilmiştir. Adaletin terazisi, katilliği herkesçe teslim edilen Suud idaresine Türkiye’nin eliyle teslim edilmiştir.

Başka bir ülkede benzeri bir cinayete karşı Türk mâkâmları itiraz ederek o dâvânın takipçisi olmaktan vazgeçmiş olmanın çok daha ötesinde bir güven kaybı yaşanmıştır.

Böylece Türkiye’nin zalimlere karşı dünyanın her yerinde mazlumların yanında olduğu söylemi, Kaşıkçı Dâvâsı’nın Suudi Arabistan’a devredilmesi kararına kurban edilmiştir. Bundan sonra hangi mazlum hangi nedenle Türkiye’ye güven duyabilir? Kurulduğu günden beri Türkiye düşmanlığını varlık nedeni bilen Suudi Arabistan’ın dostluğuna hangi akıl güvenebilir? Bu soruların bir cevabı maalesef yoktur.

Yeni Türkiye’de umulmadık bir zamanda eski Türkiye’nin monşerlik dış siyaset alışkanlıkları hortlamaktadır. İş işten geçmeden, insanlık namına, adalet için, Türkiye’nin egemenlik hakları için, Türk mâkâmlarının yapabileceği en doğru ve gerçekçi karar, Kaşıkçı Dâvâsı’nı Suudi Arabistan’ın katliamcı idaresine teslim etmekten vazgeçmeleridir. Katiller gıyaben yargılanıp mahkûm edilmelidirler. Bu dâvâ Suudi Arabistan’a bırakılırsa, Türkiye’de karar alıcıların, adalete karşı işlenen kötülüğün vebali altında ezileceği açıktır.