
Adâlet
duygusu
ADÂLET duygusu ve olgusu
öyle değerli, öyle kıymetli, öyle önemlidir ki belki de insanlığın mâşerî
vicdanında mâkes bulan başat değerlerdendir. Çünkü adâlet duygusu fıtrîdir ve
ontolojik olarak varlığın varoluşsal sebeplerinden bir tanesi, belki de en
başta gelenlerindendir.
Adâlet,
varlığın olması gereken yerde olması, bulunması gereken yerde bulunması
hâlidir. Zulüm ise bunun tersidir. Yâni varlığın olmaması gereken yerde olması,
bulunmaması gereken yerde bulunmasıdır. Bunu somut bir şekilde örneklendirecek
olursak, meselâ adâlet, ehliyetli ve liyâkatlı bir insanın hak ettiği bir mâkâma
gelmesi ya da getirilmesidir. Zulüm ise ehliyetsiz ve liyâkatsız bir insanın
hak etmediği hâlde bir mâkâma gelmesi ya da getirilmesidir. Kim ki böyle bir iş
yaparsa sorumludur ve sorumluluğunun hesabını da vermek zorundadır. Peki, bu
hesap kime, nereye ve ne zaman verilecektir? Mümkünse dünyada adâlet
mercilerine ve kendi vicdanına, yoksa ahirette hesap vermekten kaçamayacağı o
günde ve o anda Allah’a.
Adâlet
haktır, hukuktur. Adâlet, haklının hakkını üzerinde hakkı bulunan muhatabından
istemeden önce, üzerinde hakkı olan haklıya muhatabı tarafından
bekletilmeksizin ve ertelenmeksizin ânında verilmesidir. Adâlet, kıldan ince,
kılıçtan keskindir. Adâlet, vicdandır. Adâlet, mâşerî vicdandır. Adâlet,
yeryüzü insanlığının ortak vicdanıdır. Adâlet terazisi şaşarsa, insanlığın
vicdanı kanar. Kanayan bu yaraya da adâletten başka hiçbir merhem kâr etmez.
Adâlet,
sadece insanlar arası bir ilişkiden ve insanlara mahsus olan bir hâlden de ibâret
değildir. Adâlet, kâinatta varlık nâmına ne var edilmişse, her varlığın
interaktif bir şekilde birbirleri üzerinde haklarının olduğu bir sistemin
adıdır. Bu bağlamda, insanların birbirleri üzerindeki haklarının yanında taşın,
toprağın, havanın, suyun, kurdun, kuşun, güneşin, ayın, dağın, denizin, ağacın,
ormanın da insanlar üzerinde hakları vardır. İşte adâlet, varlıklar âlemindeki
tüm varlıkların haklarına riâyet etmek ve onların tüm haklarını korumak
demektir.
Adâlet,
salt kanun, kanunnâme değildir. Adâletsiz kanunlar, kanunsuz adâletler
olabilir. Hem kanunlar (nizamnâmeler, düzenlemeler), hem de bu kanunların
özünde adâlet olursa, bu en güzelidir.
Bir
toplumda adâlet tahakkuk etmezse, o toplumda adâletin zıddı olan zulüm var
demektir. Çünkü her şey zıddıyla kâimdir ve her şey zıddına döner.
Belki
de yeryüzü insanlığının üzerinde ittifak ettiği ve konsensüs sağladığı yegâne
değer adâlettir. Yine aynı şekilde insanlık tarihinde insanların en çok ihtiyaç
duyduğu ve en çok aradığı şey de herhâlde adâlet olsa gerektir. Bir toplumda,
bir ülkede ve tüm dünyada adâlet yoksa, o zaman o toplumda, o ülkede ve o
dünyada kaos var, kargaşa var, çatışma var, kavga var demektir. Başka bir
ifâdeyle, sayılan bu yerlerde barış da yok, huzur da yok, kardeşlik de yok
demektir.
Bakınız,
Allah, Kur’ân’da ne diyor: “Ey iman
edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah
için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik
ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah
ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine
getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya
(şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.” (Nisâ Sûresi 135. Âyet,
Diyânet İşleri Meâli, Yeni)
Yine aynı şekilde bir âyet daha: “Ey iman edenler! Allah
için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu,
Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide
Sûresi, 8. Âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)
Başka bir âyet: “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife
yaptık. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra
bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap
gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd Sûresi, 26. Âyet.
Diyânet Vakfı Meâli)
Müslümanlar
ve uygulamalar
Görüldüğü
gibi, genelde insanlık için, özelde de Müslümanlar için adâlet duygusu ve
olgusu son derece büyük bir önem arz etmektedir. Kur’ân’da, iman edenlerin ve
Müslüman olanların adâlet anlayışlarına özel bir atıf vardır.
Adâlet
ve adâlet uygulamaları konusunda Allah bizi titizlikle uyarıyor ve bizim de bu
hususlarda son derece dikkatli ve titiz olmamızı istiyor.
Ama
biz Müslümanlar gerçekten böyle miyiz? Gerçekten biz, kişisel ve toplumsal
hayatımızda adâlet duygusu ve olgusuna ne kadar önem ve değer veriyoruz? Uygulamalardaki
durumumuz nedir? İslâm ülkelerinin yöneticileri gerçekten âdil yöneticiler
midir? Biz “adâlet” denilince ne anlıyoruz? İslâm coğrafyasındaki Müslüman toplumların
beşerî münâsebetlerinde adâletin yeri nedir? Gerçekten insanlara ve insanlığa
örnek olabiliyor muyuz?
Adâlet konusunda ve adâlet uygulamalarında bu ve buna benzer sorulara müspet cevaplar veremediğimiz sürece ve Müslümanlar olarak insanlığa gerçek mânâda usve-i hasene olamadığımız müddetçe bir yere varabilmemiz mümkün değildir. Onun için, adâlet konusunda son derece titiz olmalı, uygulamalarda ve kişisel yaşantılarımızda kılı kırk yararcasına hassasiyet göstermeliyiz. Yoksa, gerek bu dünyada ve gerekse âhirette bunun hesabını vermekte gerçekten büyük güçlükler çekeriz, Allah muhafaza!