Adâlet ve Müslümanlar

Adâlet, sadece insanlar arası bir ilişkiden ve insanlara mahsus olan bir hâlden de ibâret değildir. Adâlet, kâinatta varlık nâmına ne var edilmişse, her varlığın interaktif bir şekilde birbirleri üzerinde haklarının olduğu bir sistemin adıdır.

Adâlet duygusu

ADÂLET duygusu ve olgusu öyle değerli, öyle kıymetli, öyle önemlidir ki belki de insanlığın mâşerî vicdanında mâkes bulan başat değerlerdendir. Çünkü adâlet duygusu fıtrîdir ve ontolojik olarak varlığın varoluşsal sebeplerinden bir tanesi, belki de en başta gelenlerindendir.

Adâlet, varlığın olması gereken yerde olması, bulunması gereken yerde bulunması hâlidir. Zulüm ise bunun tersidir. Yâni varlığın olmaması gereken yerde olması, bulunmaması gereken yerde bulunmasıdır. Bunu somut bir şekilde örneklendirecek olursak, meselâ adâlet, ehliyetli ve liyâkatlı bir insanın hak ettiği bir mâkâma gelmesi ya da getirilmesidir. Zulüm ise ehliyetsiz ve liyâkatsız bir insanın hak etmediği hâlde bir mâkâma gelmesi ya da getirilmesidir. Kim ki böyle bir iş yaparsa sorumludur ve sorumluluğunun hesabını da vermek zorundadır. Peki, bu hesap kime, nereye ve ne zaman verilecektir? Mümkünse dünyada adâlet mercilerine ve kendi vicdanına, yoksa ahirette hesap vermekten kaçamayacağı o günde ve o anda Allah’a.

Adâlet haktır, hukuktur. Adâlet, haklının hakkını üzerinde hakkı bulunan muhatabından istemeden önce, üzerinde hakkı olan haklıya muhatabı tarafından bekletilmeksizin ve ertelenmeksizin ânında verilmesidir. Adâlet, kıldan ince, kılıçtan keskindir. Adâlet, vicdandır. Adâlet, mâşerî vicdandır. Adâlet, yeryüzü insanlığının ortak vicdanıdır. Adâlet terazisi şaşarsa, insanlığın vicdanı kanar. Kanayan bu yaraya da adâletten başka hiçbir merhem kâr etmez.

Adâlet, sadece insanlar arası bir ilişkiden ve insanlara mahsus olan bir hâlden de ibâret değildir. Adâlet, kâinatta varlık nâmına ne var edilmişse, her varlığın interaktif bir şekilde birbirleri üzerinde haklarının olduğu bir sistemin adıdır. Bu bağlamda, insanların birbirleri üzerindeki haklarının yanında taşın, toprağın, havanın, suyun, kurdun, kuşun, güneşin, ayın, dağın, denizin, ağacın, ormanın da insanlar üzerinde hakları vardır. İşte adâlet, varlıklar âlemindeki tüm varlıkların haklarına riâyet etmek ve onların tüm haklarını korumak demektir.

Adâlet, salt kanun, kanunnâme değildir. Adâletsiz kanunlar, kanunsuz adâletler olabilir. Hem kanunlar (nizamnâmeler, düzenlemeler), hem de bu kanunların özünde adâlet olursa, bu en güzelidir.

Bir toplumda adâlet tahakkuk etmezse, o toplumda adâletin zıddı olan zulüm var demektir. Çünkü her şey zıddıyla kâimdir ve her şey zıddına döner.

Belki de yeryüzü insanlığının üzerinde ittifak ettiği ve konsensüs sağladığı yegâne değer adâlettir. Yine aynı şekilde insanlık tarihinde insanların en çok ihtiyaç duyduğu ve en çok aradığı şey de herhâlde adâlet olsa gerektir. Bir toplumda, bir ülkede ve tüm dünyada adâlet yoksa, o zaman o toplumda, o ülkede ve o dünyada kaos var, kargaşa var, çatışma var, kavga var demektir. Başka bir ifâdeyle, sayılan bu yerlerde barış da yok, huzur da yok, kardeşlik de yok demektir.

Bakınız, Allah, Kur’ân’da ne diyor: Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisâ Sûresi 135. Âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)

Yine aynı şekilde bir âyet daha: “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide Sûresi, 8. Âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)

Başka bir âyet: “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd Sûresi, 26. Âyet. Diyânet Vakfı Meâli)

Müslümanlar ve uygulamalar

Görüldüğü gibi, genelde insanlık için, özelde de Müslümanlar için adâlet duygusu ve olgusu son derece büyük bir önem arz etmektedir. Kur’ân’da, iman edenlerin ve Müslüman olanların adâlet anlayışlarına özel bir atıf vardır.

Adâlet ve adâlet uygulamaları konusunda Allah bizi titizlikle uyarıyor ve bizim de bu hususlarda son derece dikkatli ve titiz olmamızı istiyor.

Ama biz Müslümanlar gerçekten böyle miyiz? Gerçekten biz, kişisel ve toplumsal hayatımızda adâlet duygusu ve olgusuna ne kadar önem ve değer veriyoruz? Uygulamalardaki durumumuz nedir? İslâm ülkelerinin yöneticileri gerçekten âdil yöneticiler midir? Biz “adâlet” denilince ne anlıyoruz? İslâm coğrafyasındaki Müslüman toplumların beşerî münâsebetlerinde adâletin yeri nedir? Gerçekten insanlara ve insanlığa örnek olabiliyor muyuz?

Adâlet konusunda ve adâlet uygulamalarında bu ve buna benzer sorulara müspet cevaplar veremediğimiz sürece ve Müslümanlar olarak insanlığa gerçek mânâda usve-i hasene olamadığımız müddetçe bir yere varabilmemiz mümkün değildir. Onun için, adâlet konusunda son derece titiz olmalı, uygulamalarda ve kişisel yaşantılarımızda kılı kırk yararcasına hassasiyet göstermeliyiz. Yoksa, gerek bu dünyada ve gerekse âhirette bunun hesabını vermekte gerçekten büyük güçlükler çekeriz, Allah muhafaza!