Acziyet hırkasını giyinip çıktığımız bu yolda mucizeye ihtiyacımız var!

İnsanoğlu acziyet hırkasını giyip mucize bekliyor ya, ne duruyoruz öyleyse Kur’ân mucizesine sarılmak için? Neyi bekliyoruz ahlâk ve dürüstlükte Peygamberimize kulak vermek için? İkisi de bizler için, yeter ki duyacak kalbimiz, işitecek kulağımız olsun.

“ACİZ” kelimesi isim olarak, “gücü bir işe yetmez olma durumu, beceriksizlik” anlamlarına gelmekle birlikte, “mucize” kelimesinin de köküdür. “Aciz kelimesi mucize kelimesini doğurmuş” da denilebilir.

Aciziz, mucizeye ihtiyacımız var! Mucize demek, “insanın aklının almadığı, anlayamadığı olay” demek değil midir zaten? Bu zamanlarda tam da hepimizin “Bir mucize olsa da şu virüs bir anda yok olsa” dediği gibi…

Kâinatta, başımızı çevirdiğimiz her yerde acizliğimizi gösteren pek çok mucizevî olay var. Niyetim, acizlikten yola çıkarak mucizeye ulaşabilmek…

“De ki, Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sizi birbirinize katıştırıp bazınıza diğerlerinin kuvvetini tattırmaya kadirdir.” (En’âm, 65)

Âyette geçen “üstten ve alttan gelebilecek azap” olarak üstten taş, alttan çöküntü; üstten kötü idareci, alttan ayak takımının musallat olması; üstten rüzgâr, alttan sel felâketi; üstten Nûh kavminde olduğu gibi helâk edici bir su, Ebrehe ordusunu helâk eden ebabil kuşları gibi felâketler, alttan ise deprem, kuraklık gibi musîbetler nazara verilmiştir.*

Acziyetimiz bugünlere kadar kimilerimizce malûmdu, şimdi ise hepimiz için ispatlanmış oldu. “Şimdi”den kastım, Ocak ayından bugüne, hayatımızın orta yerinde duran ve acizliğimizi tüm gücüyle yüzümüze vuran Coronavirüs salgını… Ufacık ve gözle görülmeyen bir virüs, insanlığa diz çöktürüyor. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz buyuruyor ki, “Ey cin ve ins topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse, haydi çıkın! Fakat bir ferman olmayınca çıkamazsınız. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Üzerinize ateş kıvılcımları ve erimiş madenler gönderilir, bir yardım da alamazsınız. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” (Rahmân, 33-36).

İnsanoğlunun Kur’ân-ı Kerîm’de geçen yedi zayıf noktasından biri, yaratılış itibarıyla hem çok güçlü, hem de aynı oranda aciz oluşudur. Allah diğer canlıları, doğumlarından kısa bir süre sonra kendi başlarına hayatlarını idâme edebilecekleri özellikte yaratmış olmasına karşılık, insanı doğumundan itibaren uzun süre başkalarının bakımına muhtaç olacak şekilde zayıf ve aciz yaratmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Allah sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi...” (Rûm, 54)

Hepimizin acizliğinin somut delili olarak ülkemizde ve dünyada yaşanan Coronavirüs salgını karşısında hiçbir şey yapamıyoruz. Ufacık boyutuyla insanlığa diz çöktürüyor. “Hani nerede o çok güvendiğiniz gücünüz?” diye seslenişine şâhit oluyoruz. Elimizle öteleyemiyor, yok edemiyor, ilâcını henüz yeni yeni bulmaya çalışıyoruz. Eldeki imkânlarla hastalığın oluşturduğu semptomları tedavi etmeye çalışmaktan başka çâremiz yok!

Hastalıkların iki türlü tedavisi vardır. İlki ilâç, tedbir ve bağışıklığımızı güçlendirmek; ikincisi duâ… Gereken tedbirleri aldıktan sonra, tüm acizliğimizle Cenâb-ı Hakk’a ellerimizi açıp duâya duruyoruz. İnsanın yaratılış gâyesinin gereğini ve diğer varlıklardan üstün kılan özelliğini her daim bizlere hatırlatan “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” âyetiyle aydınlanma istiyoruz. Sadece Müslümanlar mı? Nesrin Çaylı Hocamın bir yazısındaki şu cümleler, insanoğlunun acizliğini dile getirip, her dilden, farklı dinlerden, tüm dünyanın duâya durduğunun ifadesidir:

“ABD’de, Avrupa’da ve İngiltere’de yaşayan arkadaşlarımdan öğrendim ki, Hıristiyan halklar Yuhanna İncil’inden ‘Bundan sonra İsa, Celile –Taberiye- gölünün karşı yakasına geçti./ Ardından büyük bir kalabalık gidiyordu./ Çünkü İsa’nın hastalar üzerinde yaptığı mucizeleri görmüşlerdi’ âyetlerini okuyarak ve ağlayarak duâ ediyorlarmış.”

Mucize nerede?

Hastalık ve musibetler insanın acizliğini tam mânâsıyla hissetmesine neden olduğu gibi, bunun yanında ihlâsla yapılan mânevî ibadete de yol olur. O zaman insan acizlik nakşını işlerken tevekkül ve sabır ipini uzun tutarak iğnenin her batışını bir şükür saymalı. Sayarken amaç, Allah’ın rızâsını kazanmak olmalı. Kalp huzuru, ancak güç ve kudret sahibi Cenâb-ı Hakk’a, acziyetimizin farkında olan birer kul olarak, nefislerimize set çekip, tam teslimiyet gayretiyle olur. Bu gayreti dillendiren Yûnus’un dizeleri, Mevlâna’nın aşkı, Itrî’nin besteleri, Sinan’ın gözle ve dille inkâr edilemeyecek güzellikteki eserleri birer teslimiyet ürünü değil midir?

İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı günlerde, gelin, bir olup, şikâyet ve isyan etmeden, tevekkül ve sabırla, zaman zaman yaşadığımız ama farkında olmadığımız “mucize”yi bekleyelim! Zor olmasına zor, ama ne kolay olmuş ki?

Mucizeleri çok severiz. İsteriz ki, mucizeler olsun. Buna rağmen genelde ikisi hep birlikte giriverir hayatımıza. Mucize, “acz” kökünden gelir ve esasen “aciz bırakan şey” anlamına gelmekle birlikte, “insanları hayran bırakan, insan aklının almayacağı olay, olağanüstü, şaşırtıcı şey” şeklinde açıklanır. İnsanın yaratılış hikâyesi hemen yakınımızda duruveren bir mucize olmakla birlikte, tüm insanlığın Coronavirüsle imtihan edildiği şu günlerde hepimiz farklı bir mucize beklentisindeyiz. Her akşam, artan bir hevesle mucize açıklamalar bekliyoruz. Ülkemizde artık salgının son bulduğuna, ölümlerin bittiğine, özlediğimiz ne varsa kavuşabilme adına…

Tam beklediğimiz bir haber olmasa da okuduğum bir haberde, Coronavirüs nedeniyle milyonlarca insanın yaşamlarına evde devam etmesi netîcesinde boş kalan Tayland sahillerinde 20 yıl sonra bir ilk yaşanmış. Nesli tükenme riskiyle karşı karşıya kalan deri sırtlı deniz kaplumbağaları çok sayıda yumurta bırakmış. Normalde yumurtalarını bıraktıkları alanlar insanlar tarafından tahrip edildiği için üremeleri oldukça sınırlı sayıda oluyormuş. İnsanoğlunun doğa üzerindeki olumsuz etkisi penceresinden bakınca, zarar gibi görünen Coronavirüs, belki de birçok açıdan mucize barındırmakta. Bunu sadece Rabbim bilir.

Mucize kelimesi, dinî terminolojide ise, Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller olarak anlam bulmakta. Ana kaynaklarda mucizeler, “hissî ve kevnî mucizeler” ve “aklî (mânevî) mucizeler” şeklinde iki ana gruba ayrılmış. Aklî mucize; akla ve vicdana hitap eden ve her devirde geçerli olan olağanüstü durum demek. Bunun en somut örneği, okuyanı ve işiteni derinden etkileyen, Yüce Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerîm. Bu mucizenin en güzel izahını, içindeki sûrelerden biri olan Tâ-hâ ile şöyle görürüz: “İnkârcılar, ‘Muhammed bize Rabbinden bir mucize getirse ya’ diyorlar. Kendilerine, önceki İlâhî kitaplarda bulunan bilgileri açıklayan Kur’ân’ın gelmiş olması, onlar için yeterli değil midir?”

Yalnız Peygamber Efendimize (sav) verilen, her zaman ve mekânda O’nun peygamberliğini simgeleyen ve her daim geçerli olan ve O’nun en büyük mucizesi sayılan Kur’ân-ı Kerîm, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında indirilmeye başlanarak yirmi üç yılda tamamlanmıştır. Böyle bir aklî mucizenin Peygamber Efendimize verilip, daha önceki Peygamberlere bir benzerinin verilmemesinin hikmeti, onların peygamberliklerinin bir sonraki peygamber gönderilene kadarki belirli zamana ve belirli bir millete mahsus olmasıdır. Hazreti Muhammed (sav), bütün insanlığın peygamberidir ve peygamberliği, kıyamet gününe kadar bâkidir.

Peygamberimizin hissî ve kevnî mucizelerinin içinde, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen (İsra Sûresi), en çok bilinen ve sahih hadislerle sabit olan ikisi şunlardır: İsra ve Mirac…

İnşikak-ı Kamer yani Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesi de Kamer Sûresi’nde (“-Kıyamet- saati yaklaştı, Ay -ikiye- bölündü/yarıldı”) şeklinde izah edilmiştir.

İnsanoğlu acziyet hırkasını giyip mucize bekliyor ya, ne duruyoruz öyleyse Kur’ân mucizesine sarılmak için? Neyi bekliyoruz ahlâk ve dürüstlükte Peygamberimize kulak vermek için? İkisi de bizler için, yeter ki duyacak kalbimiz, işitecek kulağımız olsun.

Mesele sadece Coronavirüs değil! Gün gelir, o da hayatımızdan çıkıp gider. Ya ahlâkî değerlerden yoksunluğumuz, vicdansızlıklarımız, insafsızlıklarımız, şımarıklıklarımız? Korkum, bunların kalıcı olması... Bunlar ahlâkî virüsün ta kendisi! Merhametsizlik, hor görme, günahı önemsememe, lüks tutkusu, kendini bilmezlik ve daha pek çok ahlâksızlık almış başını giderken, kendimizi tanıyamaz hâle gelmedik mi? Rabbimin onca nimetini görmezden gelerek inkârcı olmadık mı?

Bu sorulara herkesin kendince verilecek cevabı vardır muhakkak!  O zaman insanoğluna, ahlâkî virüsten kurtulmak için de bir mucizedir belki Coronavirüs. Bunu sadece Rabbim bilir.

Sağlıkla geçirdiğiniz bir Ramazan ayı sonunda Ramazan Bayramı’nda sevdiklerinize kavuşabilmeniz dileğiyle…

 

https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/mucize