“ACİZ” kelimesi isim
olarak, “gücü bir işe yetmez olma durumu, beceriksizlik” anlamlarına gelmekle
birlikte, “mucize” kelimesinin de köküdür. “Aciz kelimesi mucize kelimesini
doğurmuş” da denilebilir.
Aciziz,
mucizeye ihtiyacımız var! Mucize demek, “insanın aklının almadığı, anlayamadığı
olay” demek değil midir zaten? Bu zamanlarda tam da hepimizin “Bir mucize olsa
da şu virüs bir anda yok olsa” dediği gibi…
Kâinatta,
başımızı çevirdiğimiz her yerde acizliğimizi gösteren pek çok mucizevî olay var.
Niyetim, acizlikten yola çıkarak mucizeye ulaşabilmek…
“De
ki, Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya
sizi birbirinize katıştırıp bazınıza diğerlerinin kuvvetini tattırmaya
kadirdir.” (En’âm, 65)
Âyette
geçen “üstten ve alttan gelebilecek azap” olarak üstten taş, alttan çöküntü;
üstten kötü idareci, alttan ayak takımının musallat olması; üstten rüzgâr,
alttan sel felâketi; üstten Nûh kavminde olduğu gibi helâk edici bir su, Ebrehe
ordusunu helâk eden ebabil kuşları gibi felâketler, alttan ise deprem, kuraklık
gibi musîbetler nazara verilmiştir.*
Acziyetimiz
bugünlere kadar kimilerimizce malûmdu, şimdi ise hepimiz için ispatlanmış oldu.
“Şimdi”den kastım, Ocak ayından bugüne, hayatımızın orta yerinde duran ve
acizliğimizi tüm gücüyle yüzümüze vuran Coronavirüs salgını… Ufacık ve gözle
görülmeyen bir virüs, insanlığa diz çöktürüyor. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz
buyuruyor ki, “Ey cin ve ins topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından
çıkmaya gücünüz yeterse, haydi çıkın! Fakat bir ferman olmayınca çıkamazsınız.
Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Üzerinize ateş kıvılcımları ve
erimiş madenler gönderilir, bir yardım da alamazsınız. Öyleyse Rabbinizin hangi
nimetini yalanlarsınız?” (Rahmân, 33-36).
İnsanoğlunun
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen yedi zayıf noktasından biri, yaratılış itibarıyla hem çok
güçlü, hem de aynı oranda aciz oluşudur. Allah diğer canlıları, doğumlarından
kısa bir süre sonra kendi başlarına hayatlarını idâme edebilecekleri özellikte
yaratmış olmasına karşılık, insanı doğumundan itibaren uzun süre başkalarının
bakımına muhtaç olacak şekilde zayıf ve aciz yaratmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle
buyurulur: “Allah sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size
kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi...”
(Rûm, 54)
Hepimizin
acizliğinin somut delili olarak ülkemizde ve dünyada yaşanan Coronavirüs
salgını karşısında hiçbir şey yapamıyoruz. Ufacık boyutuyla insanlığa diz
çöktürüyor. “Hani nerede o çok güvendiğiniz gücünüz?” diye seslenişine şâhit
oluyoruz. Elimizle öteleyemiyor, yok edemiyor, ilâcını henüz yeni yeni bulmaya
çalışıyoruz. Eldeki imkânlarla hastalığın oluşturduğu semptomları tedavi etmeye
çalışmaktan başka çâremiz yok!
Hastalıkların
iki türlü tedavisi vardır. İlki ilâç, tedbir ve bağışıklığımızı güçlendirmek;
ikincisi duâ… Gereken tedbirleri aldıktan sonra, tüm acizliğimizle Cenâb-ı
Hakk’a ellerimizi açıp duâya duruyoruz. İnsanın yaratılış gâyesinin gereğini ve
diğer varlıklardan üstün kılan özelliğini her daim bizlere hatırlatan “Duânız
olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” âyetiyle aydınlanma istiyoruz. Sadece
Müslümanlar mı? Nesrin Çaylı Hocamın bir yazısındaki şu cümleler, insanoğlunun
acizliğini dile getirip, her dilden, farklı dinlerden, tüm dünyanın duâya
durduğunun ifadesidir:
“ABD’de,
Avrupa’da ve İngiltere’de yaşayan arkadaşlarımdan öğrendim ki, Hıristiyan
halklar Yuhanna İncil’inden ‘Bundan sonra İsa, Celile –Taberiye- gölünün karşı
yakasına geçti./ Ardından büyük bir kalabalık gidiyordu./ Çünkü İsa’nın hastalar
üzerinde yaptığı mucizeleri görmüşlerdi’ âyetlerini okuyarak ve ağlayarak duâ
ediyorlarmış.”
Mucize
nerede?
Hastalık
ve musibetler insanın acizliğini tam mânâsıyla hissetmesine neden olduğu gibi,
bunun yanında ihlâsla yapılan mânevî ibadete de yol olur. O zaman insan acizlik
nakşını işlerken tevekkül ve sabır ipini uzun tutarak iğnenin her batışını bir
şükür saymalı. Sayarken amaç, Allah’ın rızâsını kazanmak olmalı. Kalp huzuru,
ancak güç ve kudret sahibi Cenâb-ı Hakk’a, acziyetimizin farkında olan birer
kul olarak, nefislerimize set çekip, tam teslimiyet gayretiyle olur. Bu gayreti
dillendiren Yûnus’un dizeleri, Mevlâna’nın aşkı, Itrî’nin besteleri, Sinan’ın gözle
ve dille inkâr edilemeyecek güzellikteki eserleri birer teslimiyet ürünü değil
midir?
İçinde
bulunduğumuz bu sıkıntılı günlerde, gelin, bir olup, şikâyet ve isyan etmeden,
tevekkül ve sabırla, zaman zaman yaşadığımız ama farkında olmadığımız “mucize”yi
bekleyelim! Zor olmasına zor, ama ne kolay olmuş ki?
Mucizeleri
çok severiz. İsteriz ki, mucizeler olsun. Buna rağmen genelde ikisi hep
birlikte giriverir hayatımıza. Mucize, “acz” kökünden gelir ve esasen “aciz
bırakan şey” anlamına gelmekle birlikte, “insanları hayran bırakan, insan
aklının almayacağı olay, olağanüstü, şaşırtıcı şey” şeklinde açıklanır. İnsanın
yaratılış hikâyesi hemen yakınımızda duruveren bir mucize olmakla birlikte, tüm
insanlığın Coronavirüsle imtihan edildiği şu günlerde hepimiz farklı bir mucize
beklentisindeyiz. Her akşam, artan bir hevesle mucize açıklamalar bekliyoruz.
Ülkemizde artık salgının son bulduğuna, ölümlerin bittiğine, özlediğimiz ne
varsa kavuşabilme adına…
Tam
beklediğimiz bir haber olmasa da okuduğum bir haberde, Coronavirüs nedeniyle
milyonlarca insanın yaşamlarına evde devam etmesi netîcesinde boş kalan Tayland
sahillerinde 20 yıl sonra bir ilk yaşanmış. Nesli tükenme riskiyle karşı
karşıya kalan deri sırtlı deniz kaplumbağaları çok sayıda yumurta bırakmış. Normalde
yumurtalarını bıraktıkları alanlar insanlar tarafından tahrip edildiği için
üremeleri oldukça sınırlı sayıda oluyormuş. İnsanoğlunun doğa üzerindeki
olumsuz etkisi penceresinden bakınca, zarar gibi görünen Coronavirüs, belki de
birçok açıdan mucize barındırmakta. Bunu sadece Rabbim bilir.
Mucize
kelimesi, dinî terminolojide ise, Peygamberlerin kendilerine inanmayan
insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak
gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller olarak anlam bulmakta. Ana kaynaklarda
mucizeler, “hissî ve kevnî mucizeler” ve “aklî (mânevî) mucizeler” şeklinde iki
ana gruba ayrılmış. Aklî mucize; akla ve vicdana hitap eden ve her devirde
geçerli olan olağanüstü durum demek. Bunun en somut örneği, okuyanı ve işiteni
derinden etkileyen, Yüce Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerîm. Bu mucizenin en güzel
izahını, içindeki sûrelerden biri olan Tâ-hâ ile şöyle görürüz: “İnkârcılar, ‘Muhammed
bize Rabbinden bir mucize getirse ya’ diyorlar. Kendilerine, önceki İlâhî
kitaplarda bulunan bilgileri açıklayan Kur’ân’ın gelmiş olması, onlar için
yeterli değil midir?”
Yalnız
Peygamber Efendimize (sav) verilen, her zaman ve mekânda O’nun peygamberliğini
simgeleyen ve her daim geçerli olan ve O’nun en büyük mucizesi sayılan Kur’ân-ı
Kerîm, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında indirilmeye başlanarak yirmi üç yılda
tamamlanmıştır. Böyle bir aklî mucizenin Peygamber Efendimize verilip, daha
önceki Peygamberlere bir benzerinin verilmemesinin hikmeti, onların peygamberliklerinin
bir sonraki peygamber gönderilene kadarki belirli zamana ve belirli bir millete
mahsus olmasıdır. Hazreti Muhammed (sav), bütün insanlığın peygamberidir ve peygamberliği,
kıyamet gününe kadar bâkidir.
Peygamberimizin
hissî ve kevnî mucizelerinin içinde, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen (İsra Sûresi), en
çok bilinen ve sahih hadislerle sabit olan ikisi şunlardır: İsra ve Mirac…
İnşikak-ı
Kamer yani Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesi de Kamer Sûresi’nde (“-Kıyamet- saati
yaklaştı, Ay -ikiye- bölündü/yarıldı”) şeklinde izah edilmiştir.
İnsanoğlu
acziyet hırkasını giyip mucize bekliyor ya, ne duruyoruz öyleyse Kur’ân
mucizesine sarılmak için? Neyi bekliyoruz ahlâk ve dürüstlükte Peygamberimize
kulak vermek için? İkisi de bizler için, yeter ki duyacak kalbimiz, işitecek
kulağımız olsun.
Mesele
sadece Coronavirüs değil! Gün gelir, o da hayatımızdan çıkıp gider. Ya ahlâkî
değerlerden yoksunluğumuz, vicdansızlıklarımız, insafsızlıklarımız, şımarıklıklarımız?
Korkum, bunların kalıcı olması... Bunlar ahlâkî virüsün ta kendisi! Merhametsizlik,
hor görme, günahı önemsememe, lüks tutkusu, kendini bilmezlik ve daha pek çok
ahlâksızlık almış başını giderken, kendimizi tanıyamaz hâle gelmedik mi?
Rabbimin onca nimetini görmezden gelerek inkârcı olmadık mı?
Bu
sorulara herkesin kendince verilecek cevabı vardır muhakkak! O zaman insanoğluna, ahlâkî virüsten
kurtulmak için de bir mucizedir belki Coronavirüs. Bunu sadece Rabbim bilir.
Sağlıkla
geçirdiğiniz bir Ramazan ayı sonunda Ramazan Bayramı’nda sevdiklerinize
kavuşabilmeniz dileğiyle…
https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/mucize