Açıl susam açıl!

Müezzinler “Allah-u Ekber” dedikçe, “yedi yepeli” İstanbul’da erguvan gibi açacak o gün ezanlar. Martılar minarelerine konacak, bulutlar rahmet olup yağacak, meçhule giden gemiler mÂnen geri dönecek, İstanbul’a şiir yazan şairler ile türkü yakan ozanlar Ulubatlı Hasan’ın rûhuyla buluşacak ve sancak dikecekler Fatih’in kumanda ettiği orduyla. Mimar Sinan, Aziz Mahmud Hüdayî ile yan yana saf tutacak…

24 Kasım 1934 Cumartesi tarihinden başlayıp 10 Temmuz 2020 Cuma günü mesai bitimine kadar “85 yıl 7 ay 16 gün”, başka bir ifadeyle 31 bin 276 gün kapalı kalan Ayasofya Camii, Danıştay’ın verdiği tarihî kararla kapılarını yeni bir fetih muştusuyla açacak.

Kararın üzerinden tam 14 gün geçti!

Ayasofya, seksen altı yıllık suskunluğun, ezana olan susamışlığın ardından, 24 Temmuz 2020 Cuma günü “ilk” Cuma namazıyla “yeniden” cemaatine kavuşuyor…

Ülke ve dünya gündemini yaklaşık iki haftadır meşgul eden Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği “Bu bizim iç meselemizdir” şeklindeki ifadesi, dış dünyanın karbonatlı ağzına sürülecek en güzel cevap olsa gerek!

Zira tapu bizde, senet bizde, fethin vakfiyesi bizde ve dahi envanter bizde. Üstelik tüm bunlar, Fatih’ten ve fetihten kalan kutsal birer emanet…

Gündemi yakından takip eden Ajanda Yayın Grubu yazarları da ilk günden beri kalemlerini bu doğrultuda Ayasofya’ya çevirerek okurlarını konu hakkında bilgilendirdiler.

Tarihî açılışa şâhit olma arzusu

Peygamber Efendimizin (sav) müjdesini tam sekiz asır bekleyen ve fetihle kucaklaşan şehir, şimdi bambaşka bir muştuyla buluşuyor.

Kutlu bir zaman diliminde yapılacak olan açılışa, Koronavirüs salgınına rağmen sadece İstanbul’da ikâmet edenler değil, Türkiye’nin her bölgesinden, hattâ yurtdışındaki duyarlı vatandaşlarımız ile Bosna-Hersek’ten Kudüs’e, Doğu Türkistan’dan Arakan’a kadar Müslüman coğrafyadaki kardeşlerimizin katılmak için yola çıktıklarından da haberdarız.

Kısıtlı davetiyeye rağmen, açılışa katılacak olan cemaatin, yüz yıllardır yan yana duran Ayasofya ve Sultan Ahmed Camilerinin bu tarihten sonra “ortak” olarak kullanacakları meydandan taşarak Çemberlitaş’a, Beyazıt’a, Nuruosmani’ye, Cağaloğlu’na uzanıp Gülhane’ye, Sirkeci’ye varacağından, Sarayburnu’ndan Cankurtaran’a, Çatladıkapı’ya, velhasıl Eminönü’nü baştanbaşa kuşatacağından eminiz!

İllet virüs nedeniyle de olsa, camiler birçok mekân gibi “geçici” süreyle kapatılmıştı. Müezzinlerin hüzünlü sesleri minarelerden yankılanarak müminlere ulaşıyordu. 3-4 aylık ayrılığa dayanamayan müminlere tam bu noktada sormak lâzım: “Peki, Ayasofya 86 yıl nasıl dayandı?”

Hani derler ya, “taş olsa dayanmaz”! Evet, taştı ama dayandı! Dayandı, çünkü sekiz bin metrekarelik alana yayılan taşlar, Artemis (Efes), Güneş (Mısır) ve Baalbek (Lübnan) tapınaklarından getirilmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi, Peygamber müjdesine nâil olan Fatih Sultan Mehmed Han’ın bedduâsına ya rızâ gösterecek ya da tüm İslâm âleminin kıyamete dek sürecek olan duâsına mazhar olacaktı. Onlar tercihlerini Ayasofya’nın yeniden aslî görevine, camiye döndürülmesinden yana kullandılar.

Bu karar sonrası “Ayasofya’nın ibadete açılmasına ihtiyaç yok” diyenler mi dersiniz, “Türkiye, altın yumurtlayan kazı kesti” diyen mi, “İstanbul’un en önemli geliri yabancı turisttir, Ayasofya’ya kimse gelmez!” diyen mi ararsınız, “Erdoğan, İslâm dünyasının halifeliğine soyunuyor!” diyene varıncaya kadar sayısız muhalif yorum yapıldı.

Karar hakkında hanutçu ağzıyla konuşanlara baktığımızda, tek merkez desenli oldukları görülüyor ve niyetleri da aşağı yukarı net: Bağcıyı dövmek…

Onlara sormak lâzım: Müze olduğu dönemde Ayasofya’ya bilet alarak girmişler mi?

Bugün yerli ve yabancı turistlere açık olan Sultan Ahmed ve diğer selâtin camilerde olduğu gibi yarın Ayasofya da açık kalacak. Çünkü buna mâni bir durum yok. Meydanında baldırı çıplak turist görmeye alışanların, turistin başında hâkî renkli başörtü görmek istememeleri ise normal!

Velhasıl, kim ne dersin, ister “gereksiz” bulsun, ister “yanlış”, ülkemiz ve İslâm dünyası için son derece “anlamlı” ve bir o kadar da “büyük” bir hâdisedir Ayasofya’nın açılışı.

Küçük ya da büyük bir tahmin kabul edin, 24 Temmuz sonrası ibre, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksâ’ya, Kudüs’e dönecektir!

Tüm bunlar yaşanırken, BM kontrolündeki UNESCO ise müsterih olsun. Türkiye, 1983’te imzaladığı “Dünya Kültürel ve Doğal Mîrasının Korunmasına Dair Sözleşme”ye de bağlı kalacak.

Geçmişimiz, referansımızdır

Orta Çağ’dan günümüze bilinen bütün Haçlı Seferlerinin ortak yıkımı, İslâm medeniyetinin inşâ ettiği yapılar ile yazma eserler olmuştur. Onlara göre kültür ve medeniyet demek, Müslümanların ilimle, bilimle ve sanatla buluşması, terakki etmesi demekti. Vurdukları her kelle gibi, bir darbede hanlara, hamamlara, saraylara, bedestenlere, çeşmelere, köprülere, medrese ve camilere; onların minberine, mihrabına, kubbesine ve temeline vurmuşlardır…

Çok uzaklara gitmemek gerek, Mostar Köprüsü’nün Sırplar tarafından top atışına tutuluşunun üzerinden yirmi beş yıl geçti. Oysa Türkler, imara meyilli bir medeniyetin devamıydı ve TİKA vâsıtasıyla köprüyü orijinaline uygun olarak restore edip yeniden tarihe armağan ettiler.

Myanmar’da diri diri yakılarak yok edilmeye, etnik temizliğe tâbi tutulan Arakanlı Müslümanların imdadına koşan, yine Türklerdi. Afrika çöllerinde çamurdan medet uman çikolata tenli çocukların kakaosuna, petrolüne göz dikerek sömüren ve onları akbabalara teslim edip ardından deklanşöre basanların yerine; onlara merhamet eli uzatan, su kuyuları açan, sahra hastaneleri kurup şifâ dağıtan doktorları gönderen de…

Son dokuz yıldır yanı başımızdaki Suriye’de her türlü zulüm ve şiddete maruz kalan, göçe, daha doğrusu açlığa ve ölüme sürüklenen milyonlara sınırlarını ve kucağını açıp yol kuran, güvenli koridorlar oluşturan, kamplar inşâ eden, Rejim askerleri ve lejyonerlerden oluşan PKK/PYD terör unsurlarına canı pahasına siper olan kahraman Mehmetçikleri sınır ötesinde konuşlandıran da…

Kuzey Irak’ı istilâ eden ve yıllarca süren savaş için Bağdat gibi bir şehirde kadim bir medeniyetin bütün izlerini yok edenlere, Şam’ı harabeye çevirenlere, Müslümanların ibadethanelerine ve hattâ kütüphanelerine saldırmayı “Allah’ın emri” sayan sapkın DAEŞ militanlarına ses çıkarmayanların, bugün Ayasofya’nın aslına rücû etmesine nasıl ses çıkarıyor olduklarını -inanın- anlamakta güçlük çekiyoruz!

Zincir kıran önder bir ülkenin misyonu

Eski Türkiye artık çok geride kaldı. Dünün bugünkü temsilcilerine, çok iyi bildikleri tarih dersinden aldıkları kırık notu hatırlatmaya hacet yok!

Ama ne camileri ahıra çevirip arpa bağdayla doldurduk, ne de ezanları susturup Türkçe okuttuk. Ne Kur’ân okumayı yasakladık, ne de fes takmayı ve çarşaf giymeyi.

Hele hele Boraltan Köprüsü’nü geçerek sınırdaki Türk karakoluna sığınan Azerbaycanlı kardeşlerimizin Sovyet rejimine teslim ederek kurşuna dizilişlerini izlemedik! Bilakis onların medet sesi üzerine bugün savaş uçaklarını havalandırdık.

Yassıada’da üç ayaklı darağacı kurarak ülkenin Başbakanı ile iki bakanını idam edenlere inat, aynı yerde yüzlerce ağaç dikerek “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” oluşturduk…

Evet, özetleyecek olursak, Zincirbozan’da yargılanan siyasetçilerden zincir kıran siyasetçilere uzanan bir yol…

2023’e, 2053’e, hattâ 2071 hazırlanan “önder” bir ülkeden bahsediyoruz. Ayağımıza bu çakıl taneleri takılmadan yola revân olmalıyız.

Yazımıza son vermeden evvel, bir alkış da Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması için yıllardır mücadele veren “Sürekli Vakıflar Tarihî Eserlere ve Çevreye Derneği”ne…

Müezzinler “Allah-u Ekber” dedikçe, “yedi yepeli” İstanbul’da erguvan gibi açacak o gün ezanlar. Martılar minarelerine konacak, bulutlar rahmet olup yağacak, meçhule giden gemiler mÂnen geri dönecek, İstanbul’a şiir yazan şairler ile türkü yakan ozanlar Ulubatlı Hasan’ın rûhuyla buluşacak ve sancak dikecekler Fatih’in kumanda ettiği orduyla. Mimar Sinan, Aziz Mahmud Hüdayî ile yan yana saf tutacak…